Diş doktoru, sinemacı, ressam ve sanat tarihi aşığı: Seyfi İşman

Yaşamı bir kolaj

Dora NİYEGO Toplum
5 Haziran 2013 Çarşamba

 Diş doktoru Seyfi İşman kimdir?

İstanbul doğumluyum. Ortaokulu Saint Michel Fransız Okulu’nda, liseyi Robert Kolej ve ardından Ata Koleji’nde okudum. İki yıl İsrail’de Kudüs Üniversitesi’nde eğitim gördükten sonra, Altı Gün Savaşı’nın ardından İstanbul’a döndüm. Diş Hekimliği Fakültesi’nden mezun oldum. Askerliğimi Hakkâri’de yaptım. O zamanlar oralarda diş hekimi olmadığından, bir süre Hakkâri’de diş hekimi olarak hizmet verdim. 1974’te evlendim ve muayenehanemi açtım. Halen diş doktoru olarak çalışmaktayım.

 Sanatçı kişiliğinizden bahseder misiniz? Sanat hayatına nasıl başladınız? Özel bir eğitim aldınız mı?

Sanat hayatıma küçük yaşlarda almış olduğum resim dersleriyle başladım. Kudüs’te iken, Beit Tsalel Sanat Akademisi’nde gece kurslarına devam ettim.

Batik üzerine ipek boyamacılığı dersleri aldım. Bu işin karışık ve zor bir tekniği vardı. İstanbul’a döndükten sonra, üniversitenin ilk yıllarında Gülsüm Erbil Hoca’nın seramik kurslarına katıldım. Ardından da Sanat Tarihi hocası Özkan Eroğlu’dan ‘Genel sanat tarihi’ ve ‘Çağdaş Sanat Yorumu’ derslerini aldım. Ayrıca, bir yıl boyunca, müzelerde uygulamalı ve karşılaştırmalı sanat eğitimi aldım.

İlk sergim ‘İpek Üzerine Çeşitlemeler’di. 1985 yılında, Nişantaşı Garanti Bankası Yonca Sanat Galerisi’nde açtım. Ardından, 1989, 1994, 1995 ve 1996 yıllarında, ‘İpek Üzerine Haritalar’ sergisini çeşitli galerilerde açtım.

2002 yılında, Taksim Sanat Galerisi’nde, metal üzerinde ‘Aynalar’ isimli bir sergim oldu. Aynı dönemde çeşitli galerilerde aynı konuyu işleyen sergiler ve karmalar yer aldı.

‘Başka Bir Yer’ başlıklı son sergimi, 2012 yılında, eski Hamursuz Fırını’nda açtım.

 Resim sergilerinizin her biri farklı bir felsefeyi işliyor, hatta sergilerinize verdiğiniz isimler bile bunu yansıtıyor. Konuya ilişkin ne diyebilirsiniz?

İpek sergilerimin belirgin bir felsefesi yoktu. Metal üzerinde yapmış olduğum çalışmalarda hep ‘ayna’yı kullandım. Ayna, size kendinizi gösterir. Sabah kalktığımızda yaptığımız ilk şey, aynaya bakmak, saçlarımızı taramak, erkekler için traş olmak; hanımlar için makyaj yapmak, süslenmek, yani kısacası ‘iyi görünmek’ değil midir? Bu, dış görünüm tabii ki… Ya iç görünüm? İç görünüm de ‘karşınıza çıkan kişi’, yani, eğer öfkeli biriyseniz, mutlaka içinizdeki öfkeyi size görüntülemesi için karşınıza öfkeli biri çıkar. Yalancıysanız yalancı biri, cimri iseniz, karşınızda hep cimrileri bulursunuz. Bir ‘ayna’vardır karşınızda, kendinizi düzeltmeniz için. Bu düşünce ile yaptım bu sergiyi.

‘Başka Bir Yer’ başlıklı sergimin de yorumlarını web sitemde bir arkadaşım yaptı. (www.seyfiisman.com). Felsefesi ise şöyle: yukarılardan bir yerden geliyoruz ve bu gelişimizde uyum içinde olmamız gerekiyor, işte bu uyumu da kendimiz yaratıyoruz. Yani, yaşamımız yaptıklarımızın ‘ne ekersen onu biçersin’i oluyor.

Son sergimde, resimlerime isim koymadım. Bunda da şöyle düşündüm, eğer isim koyarsanız, izleyiciyi etkilemiş olursunuz. Onları düşüncelerinde ve yorumlarında serbest bırakmayı tercih ettim. ‘Başka Bir Yer’de, her izleyen kişi kendini istediği yerde bulacaktır.

 Eski İstanbul Hamursuz Fırını’nı galeri olarak seçmenizin özel bir nedeni var mı?

Eski İstanbul Hamursuz Fırını çok güzel bir sergi mekânı. Sergimi bu mekânda açmamın nedeni, ‘500. Yıl Vakfı Türk Musevileri Müzesi’nin 10. yıl kutlaması ile ilgili. Müzede müdür olan kızımın fikriydi bu. Hem 10. yıl kutlanacak, hem Renan Koen’in piyano resitali olacak, hem de sergim yer alacaktı. Geçmiş dönem cemaat başkanlarından  Silvyo Ovadya’nın yardımlarıyla, sergiyi açmak imkânı doğdu.

 Sinemaya yakın ilginizi biliyoruz. Hatta on iki kısa filme imza attınız. Sinema sanatı ile ilgili çalışmalarınızdan ve aldığınız ödüllerden bahseder misiniz?

Büyükbabam Kuzguncuk’ta bir kahvehane işletirmiş ve orada da akşamları sinema oynatırmış. Geçirmiş olduğu felçten sonra, filmleri akşamları annem koyar, daha geç saatlerde de filmleri büyük dayım çıkarırmış. Bizler evde Andersen masallarıyla değil, Charlie Chaplin’ler, Greta Garbo’lar Marlena Dietrich’ler ile büyüdük. Küçük yaştan beri sinemayı sever ve filmleri takip ederdim.

Babama, 1965 yılında, “rejisör olmak istiyorum” dediğim zaman, “sürünmek mi istiyorsun” derdi. “Sen en iyisi doktor, diş doktoru veya eczacı ol” diye de ısrar ederdi.

Genç yaştan kalma bir arzumdu film çevirmek. Ben de kısa filmler yapmaya başladım. Arkadaşım Cenk Baysan ile birlikte birkaç kısa filme imza attık ve ödüller aldık. Nokia’nın açmış olduğu bir yarışmada “Düşünürken” adlı filmle ödül kazandım. Tüm bu filmleri web sitemden izlemek mümkün.

 Bugüne kadar gerek Limmud’larda, gerekse bu yılki “Avrupa Yahudi Günü”nde çeşitli çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Limmud her sene zevkle katıldığım bir çalışma olmuştur. Üretken olmayı sevdiğim için, orada konuşma yapmaktan hoşlanıyorum. İlk seneler, ipek üzerine boyama kursları vermiştim. Daha sonraki yıllarda, sinema hakkında çeşitli konuşmalar yaptım. Son konuşmam da, “Avrupa Yahudi Günü’nde yer alan ‘Sinema’da Yahudi Mizahı’ olmuş. Google’a Yandex’e veya herhangi bir arama motoruna girerseniz ve ‘Sinemada Yahudi mizahı’ diye yazarsanız, karşınıza ya Sinema’da Yahudiler ya da Yahudi Mizahı başlıklı iki ayrı konu çıkar. Bu iki ayrı konuyu birleştirdim. İzlemiş olduğum filmlerden ve arkadaş tavsiyelerine uyarak, film arşivlerinden birkaç tane seçtim. Filmlerin bazı bölümlerinden birkaç sekans alarak bir kolaj hazırladım. Söz konusu kolaj, izleyenleri biraz güldürmek ve çoğu kez de düşündürmek içindi.

Genç sanatseverlere ne gibi tavsiyelerde bulunacaksınız?

Sanat tarihi dersleri çok aydınlatıcı ve genel kültürün destekleyicisidir. Sık sık müze ve sergi gezmelerini, sanatçıları tanımalarını tavsiye ediyorum. Yurt dışında gezecekleri yerlerin başında müzelerin ve galerilerin olması gerekir. Ayrıca, televizyonda yayınlanan sanat programlarını takip etmek konuya ilgi duyan kişilerin yapacakları işlerin başında gelir. Genç sanatseverin tüm bu saydıklarımı ilgi alanlarına katmalarını tavsiye ederim.