Gezi’nin fotoğrafı

Gezi ve Taksim’deki görüntüler kimimizin hayal gücünü bir hayli zorlayacak nitelikteydi. Pazar akşamı itibariyle mikro bir komün hayatı yerleşmişti o küçücük bölgede. Lakin artık sağduyu, diyalog ve barışma zamanı. Hemen şimdi, hem de.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
12 Haziran 2013 Çarşamba
Sosyolog olsam Haziran 2013 İstanbul Taksim’ini gördükten sonra ya mesleğimden istifa ederdim ya da bugüne kadar öğrendiğim, ‘toplumsal dinamikler’ ve ‘kuşaklararası farklı davranış biçimleri’ alt başlığındaki tüm bilgileri ciddice sorgular ve sosyolojinin yeni tarihini yazmaya koyulurdum.

Abartmıyorum. Gezi’yi ve Taksim’i ‘arazi’de inceledikten sonra böyle konuşuyorum.

Lise yıllarımda Fransa tarihinin en sıkıcı detaylarını bize ezberlettiren Fransız hocalar nedense, hafızama hep bir ütopya senaryosu olarak kazınmış Komün’ü es geçerlerdi. 1871 Paris Komünü. Nedeni belliydi zira bir halk ayaklanmasıydı ve merkezi idareden bağımsız, herkesin üretip ortaklaşa tüketip, ortaklaşa kararlar aldığı bir mikro devlet kurma girişimiydi. Bismarck Almanyası’nın Fransa’yı yenilgiye uğrattıktan sonra merkezi hükümete karşı çıkan daha çok proleter sınıfın başkaldırıp ortak yaşam alanı kurduğu ve ancak iki ay süren devrimci bir girişimdi. Ütopya sadece 70 gün yaşamıştı.

Gezi’deki mesele, Paris Komünü’yle tabii ki en azından sosyal ve tarihi gerekçelerle hiçbir benzerliği yok. Orada başkaldıran savaştan yenik ve yoksul çıkmış işçi sınıfıydı. Burada sözkonusu olansa, apolitik olarak tanımlanan, ama apolitikliğin, Roger Waters’in o ünlü ‘comfortably numb’ - ‘rahatlık içinde uyuşmuş’ sözündeki anlama gelmeyeceğini cümle aleme gösteren 1990 kuşağının okumuş ve eğitimli kesiminin, ilk önce yeşile sahip çıkarak başkaldırdıkları, daha sonra ise yaşam alanlarına özgürlük talepleriyle devam eden bir eylem.

Pazar gecesi itibariyle Gezi Parkı’ndaki resim, iyice yerleşik bir komün hayatıdır. Kimilerinin ütopyalarını dahi zorlayıcı bir ortak yaşam kareleri mevcuttur gözlerin merceklerinde.

Kendi çöplerini toplamak için organize bir sistem kuran, güneş enerjisiyle yemek yapılıp herkesle paylaşan, kütüphaneleri olan, yoga seanslarına ev sahipliğini yapan, yüksek öğrenim derslerinin ‘sınıflar’da verildiği, doktoru, hemşiresi, eczanesi olan ve günlük yaşamda akla gelebilecek her türlü ihtiyaç ve etkinliği hayata geçiren bir mikro komünden bahsediyoruz.

Murat Belge, “Bu bizim 1968’imizdir. 68 gençliği de protestolara başladıklarında apolitikti ve daha çok özgürlük gibi soyut amaçlar peşinde ayaklanmışlardı,” diyor. Gezi’deki gençliğin en azından yarısının apolitik olduğu söylenemez. Genelde sol grupların olduğu bir kesim ideolojik davranmaktan öte diğer kesimlerle uyum içinde hareket ediyorlar. Gezi’deki yaşam, eskilerin deyimiyle tam bir ‘kurtarılmış bölge’ yaşamı. Devletin otoritesinin yerine ortak aklın meydana getirdiği bir ‘kendiliğinden yönetim’ sözkonusu olan.

Taksim’in merkezi ise yine pazar gecesi itibariyle hayal gücümüzü zorlayacak görüntülerle doluydu. Kimi bölgesi adeta savaş sonrası enkazı kalmış, yanmış, devrilmiş araba ve otobüslerin adeta bir müze objesi haline geldiği karelerle dolu. Küçük çocuklar içlerine girip fotoğraf çektiriyorlardı. Savaş ve çocuk!..

15 gün önce Taksim’de yürürken bu görüntüleri anlatsalar, zır delilikle suçlardım. Lakin hayat böyle birşey işte. Hiç umulmadık zamanda toplumlar tarihe not bırakıyorlar.

Gezi olaylarından hem eylemcilerin hem hükümetin alacağı dersler var. Yeter ki bu dersler hep Türkiye’nin iyiliği ve daha da gelişmesi yönünde olsun.

Geçen hafta, ŞALOM’un manşeti, ‘sağduyu ve diyalog zamanı’ydı.

Evet hâlâ geçerlidir başlığımız.

Türkiye için, hepimiz için geçerlidir.

Artık barışma zamanı.

Hemen şimdi.