Doping gerçeği

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
24 Temmuz 2013 Çarşamba

Sporun icra ediliş şeklini hayatın ufak bir replikası olarak görürüm. İki tane sporcusu şu anda 2013 Makabiyatları’nda yarışan bir anne olarak epey uzun süre sporcu davranışlarını gözlemlemeye fırsatım oldu. Spor, kazanma anındaki sevinç ve alkışlar için yapılıyor. Kısa süreli de olsa bir zirveyi görmek umuduyla. Böylece uzun yıllar yapılan disiplinli çalışmalar bir anlam kazanıyor. Yüzmeye katılan ufak oğlumun ‘kendi derecemin 2 saniye altında yaptım, ama 20 saniye fark yedim’ demesi beni hem gururlandırdı, hem de bu yolun eğitimle beraber sürdürülmesinin ne kadar zor bir yol olduğunu hatırlattı.

Amatör sporcular başarı için çabalasa da profesyonel dünyada sporun ucunda artık büyük sponsorluklar dönüyor. Pek çok sporcu, markaların satışlarına katkıda bulunuyor. Doğal olarak da başarının sürekli olması gelirlerin çokluğunu da beraberinde getiriyor. Sistem gereği, sporcuların doping kullanması kaçınılmaz hale geldi. Yedi kere Fransa Bisiklet Tur’unu kazanan Armstrong, doping kullanmanın o sıralarda neredeyse su içmek kadar doğal olduğunu, hatta lastiklerdeki hava kadar da gerekli olduğunu söylemişti. Bisikletçiler hemen yanındaki adam eğimde bile basıp giderken ve o adamın dopingli olduğunu içten içe bilirken niye temiz kalsın?

Ancak Armstrong’un bir sözü düşünmeye değerdi: ‘Bu kültürü ben icat etmedim ama bunu durdurmak için de çalışmadım.’ Sistem kusurluydu, dopingler, testlere yansımıyordu.

Marion Jones adlı ABD’li kadın atlet, bu piyasanın gelmiş geçmiş en ahlaksız sporcusu olarak tarihe adını yazdırdı. Balco adlı bir firmanın hayalet performans arttırıcısını hem kendi üzerinde hem de 3 farklı eşi üzerinde deneyerek onların onurlu bir spor kariyeri yapmasına mani oldu. Kendisi de 2000 Sydney olimpiyatlarında elde ettikleri dâhil bütün madalyaları iade etmek zorunda kaldı. Hatta hapis cezasına çarptırıldı.

Son olarak Türkiye’deki Akdeniz Oyunları öncesinde pek çok atlette doping bulundu. Altın madalya alan sporcuya 500 altın verilmesi sanırım atletleri testlere gireceklerini bile bile performans arttırıcılara yönlendirmekte. Kendi hakları söz konusu olunca kul hakkı yenmiş yenmemiş önemini yitiriyor. Dopinge bulaşmak biraz sistem gereği oluyor. 2020 olimpiyatlarını hangi yüzle hala istediğimizi çözmek zor. Tanıtımın sağlayacağı turizm gelirleri deseniz çoğu sporsever artık olimpiyatları ülkedeki kalabalık ve kargaşa yüzünden televizyondan izlemeyi tercih ediyor. Şehirlerin içine, devasa stadyumlar yapılıp ileriki yıllarda bakımsızlığa terk edilmeleri, şantiyeye dönen şehirlerde yaşayan insanların sıkıntıları, olimpiyat yapmayı kardan çok zarara dönüştürüyor. Çin Halk Cumhuriyeti gibi rekor sayıda madalya toplayacak bir spor kültürümüz olmadığı da aşikâr…

 Televizyonda tek izlemeye değer programların spor olduğunu düşünen, her spora hayran olan büyük oğlum ve onun gibi sporu mertlik yarışması olarak düşünen her sporcu adına üzüntülüyüm. Hayatın replikası derken de onu düşünüyordum. Bazı şeyleri değiştirmeye gücü yetmediği için sisteme dâhil olmak da sanırım hayatta çoğumuzun yaptığı bir şey…