Duvar

Hepimiz beyinlerimizde yarattığımız sanal duvarların kurbanları olmuşuz. O melun duvarlar, ötekiyle yaşanabilecek anlamlı birliktelikleri, sevgiyi, aşkı ve ilerlemeyi durduruyor. O duvarlar ‘büyük’ insanları da frenliyor. Duvarlar yıkıla ezcümle!

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
14 Ağustos 2013 Çarşamba

İnsanın en büyük düşmanı duvarlardır. Bunların arasındaki en tehlikelisi, insanı körleştireni, ilerleyememesine neden olanı ise bizatihi kendi beyninde yarattığı duvarlar olsa gerek. Bu duvar, ötekini anlamaya karşı çıkar; bu duvar ötekini düşman beller. Bu duvar, son tahlilde insanı insan yapan ötekiyle diyalogunda, sevgisinde, aşkında onarılmaz yaralar açar.

İçimden geleni söyleyeyim: ‘Kahrolsun duvarlar’

***

Geçenlerde ünlü düşünür Albert Camus’nün yine bir o kadar ünlü olan Jean Paul Sartre’a yazdığı bir mektup bulunmuş. Mektup 1943 tarihli. Diğer bir deyişle, Camus’nün elim bir trafik kazasında ölmesine değin, 1952’den beri küs kalmışlıktan önceki arkadaşlık dönemine ait bir mektup. Tarih nedense bu ikilinin ilişkisini bize daha çok kavgaları ve fikirsel mücadeleleri ile tanıttığından söz konusu mektup -bilinmeyen bir nedenle ikilinin onlarca mektubu kayıplara karışmış- dostluklarını teyit ediyor. Camus’nün kısa mektubundaki şu cümleye dikkatinizi çekerim: “Hadi gel seninle uzun ve rahatlatıcı bir akşam yemeğine çıkalım…”

 Camus ve Sartre 2. Dünya Savaşı sonrası soğuk savaş döneminde Sovyetler’in işgalleri ile kimi felsefi meseleler yüzünden darılırlar. Camus, genel anlamda gördüğü kötülüğü ‘saçma’ olarak felsefe terminolojisine kazandırırken Sartre tarafından, kötülüğü inanmadığı bir Tanrı’ya fatura etmek ve kenara çekilmekle eleştirilir. Oysaki Sartre’a göre bu savaş bireyin seçimi olmalıydı ve durağanlıktan ve her şeyi görmeye rağmen şikayetle yetinip seyirciyi oynamaktan öte harekete geçmekle kazanılabilecekti.

Albert Camus, 1960’da bir trafik kazasında 47 yaşında hayatını kaybeder. Jean Paul Sartre yıkılır ve onun için yazdığı bir makalede, “Bu ölümde, kendine özgü bir rezillik var; insancıl olmayanın insanlık düzenini ortadan kaldırması işte bu olmalı” der. Belki de Camus, Sartre’ın alt beniydi veya tersiydi. Lakin aralarında yarattıkları o melun sanal duvarlar bu ikilinin, bu dünya felsefe tarihinin en ünlü iki kahramanının birlikte yaratacaklarına engel teşkil etti.

Kahrolsundu o duvarlar!...

***

Pink Floyd’un ünlü ismi Roger Waters işte o da, 1977’den bugüne değin hem kendisinin hem başkalarının kurduğu sanal duvarlarla uğraşıyor.

Waters 1977 yılında verdiği bir konser esnasında önde olan bir grup seyirciye müziğin ruhuna uymayacak şekildeki taşkınlıkları karşısında sahneden tükürür ve sonra çok pişman olur. Ötekileştirmeyi kafasında kurduğu duvarlar nedeniyle fark eder birden. Ve Waters, o gün, bugün korkular yüzünden, hoşgörüsüzlük, ön yargılar ve empati eksikliğinden bireyin kurduğu duvarların yıkılması gerektiğini konserler yoluyla anlatmaya çalışır cümle aleme.

Kendi hayatı üzerine kurduğu ve geliştirdiği “The Wall” eseri adeta klasikleşir ve tam 40 yıla yakın bir zaman diliminde tazeliğinden hiç bir şey yitirmez zira evrensel bireyin ortak hissiyatını habire suratımıza vurur.

Roger Waters, İstanbul şovunda da korkuların neden olduğu duvarların insanı nasıl da yalnızlaştırdığını ve bunun da ironik olarak nasıl onu kendine güvensiz ama şiddet sever biri haline getirdiğini anlatmaya çalıştı. Lakin eserinde de olduğu gibi, son tahlilde kendisiyle bir iç hesaplaşmaya giderek kendi kurduğu duvarın artık yıkılması gerektiğine karar verir. Ve duvarı şiddetli bir şekilde yıkar. Duvarın yok oluşuyla ötekiyle birliktelik başlar. Şov herkesin birlikte umut şarkısını söylemesiyle tamamlanır.

Roger Waters’ın yıktığı duvar, gerçek hayatta öyle kolay yıkılmıyor. Bireyler arası, toplumlar arası bulunan duvarlar öyle kalın ki ancak büyük bedeller ödendikten sonra yıkılıyor.

Sartre, Camus’yü ancak ölümünden sonra anlıyor. Kimi liderlerin kalın duvarları yüzünden çıkardıkları savaşlar, ancak milyonlarca can gittikten sonra bitiyor.

Duvarları yarattıkları büyük tahribattan önce yıkmak için bir ışığa ihtiyacımız var.

Leonard Cohen ünlü dizelerinde “her şeyde bir yarık vardır; ışık işte buradan girer” der. Duvarlardaki yarığı, çatlağı görüp ışığıyla yıkmak lazım o düşmanı.

Velhasıl her daim, ‘kahrolsun duvarlar’!...