En çok kim #direnmeli?

Köşe Yazısı
21 Ağustos 2013 Çarşamba

David OJALVO


Toplumsal alanda genelleştirmelerden, gruplamalardan kaçınmanın önemine inanıyorum. Özellikle söz konusu insani değerler iken. Son dönemde çoğalan olumsuz örnekler, bir kez daha bu konuya değinme ihtiyacını doğurdu.

#direnhamile

Bayram tatili öncesinde, metro durağında karşılaştığım hamile kadını düşünüyorum. Annelik, dünyanın en kutsal mesleği ve bir yavruyu taşımak her daim hayranlık uyandıracak ölçütte. Yeni nesiller, umudu anlatır. Sağlıklı doğumlar en büyük temenniyken, anne adayının hatırından neler geçiyordu? Gündüz saati, toplumsal bir alanda bulunduğundan ötürü rahatsızlık duymuş muydu? Ona kimler ‘terbiyesiz’ gözüyle bakıyordu? Bu algının varlığını, televizyon aracılığıyla hissetmek, onu ne derecede etkilemişti? Mantık çerçevesinde, bazı sözler önemsenmeyebilir; ama yargıların köken aldığı zihniyet ile bakış açısının ürkütücülüğü de göz ardı edilemez.

#direntaraftar

Futbolla aram zayıftır; ama maçların, taraftarın ruhu beni heyecanlandırır. Bir maç öncesi sloganlar atarak yoldan geçen, takımının formasını giyinip kuşanan, akşamın coşkusunu üzerinde taşıyan taraftarı severim. Spor karşılaşmaları, birlik beraberliğe katkıda bulunur. Dünden bugüne futbol sevincine biliyoruz ki yaralanmalara, ölümlere varan aşırılıklar gölge düşürmüştür. Bu sezonsa kombine bilet satışlarında taraftarla taahhütname imzalattırılıyor. Buna göre siyasi içerikli küfretmek, sözleşmenin feshedilmesi için sebep. Böylesi bir uygulama neden bu yıl düşünüldü? Yaygın kanı, olası protestoların önüne geçmek… İfade özgürlüğünün sınırları ve niteliği tartışılabilir; ama bu uygulamanın “taraftar bilincini pekiştirmek” amacıyla gündeme getirilmediği apaçık. Oysa toplumsal olayların evde, işte, okulda veya maçta algılardan uzaklaştırılamayacağı da bir o kadar ortada.

#direnhayat

1 Ağustos tarihinde Agos Gazetesi’nde “90 yıldır ‘soykodu’ ile Şşlenmişler” başlıklı haber yer aldı. Haber göre, öğrencilerin nüfus kayıtları gizli bir soy kodu taşımakta. Bu doğrultuda, soy kodu ne işe yarar, hâlâ anlayabilmiş değilim. Birkaç yıl öncesinde nüfus cüzdanındaki din hanesinin kaldırıp kaldırılmaması tartışılıyordu. Ne için? Agos’taki haberin ardından, şaşırmadım; ama ‘aidiyet’ duygum bir parça daha zedelendi. Bu kodları, basit bir istatistik gibi düşünebilmem olanaklı değil. Aidiyet etkilendikçe, yabancılaşma başlar. Oysa dünya barışından, ülke barışından önce, bireyin kendi iç barışı gelir. Barış ve toplumsal bütünlükte ise, böylesi kodların herhangi bir yararı veya işlevi olabilir mi?

Ayrılıkların çoğaldığını görmek üzücü… ‘Mahalle baskısını’ sanırım aşıyoruz. Zira bastırılacak daha fazla ne kaldı? Azınlıklar bir yana, muhalişer bir yana, kadınlar bir yana, hamileler bir yana, gençler bir yana, alkol tüketenler bir yana, taraftarlar bir yana, marjinaller bir yana… “Yalnız değilim!” diye haykırasım var; çünkü birey alabildiğince yalnızlaştırılıyor. #diren ibaresiyle başlayan mesajların çokluğu, gülümsesek de, bu ıssızlaşmanın sosyal medyadaki göstergesi. Direnen direnene… Böylesine kırılmaların ortasında direnç nasıl pekişecek ama? Birkaç ağacı korumak uğruna mı başlamıştı bu hassasiyet? Sanırım ağaçlardan ders almayı sürdürmeliyiz. Engin gövdesiyle, kışın soğuğa karşı duran güçlü dalları, baharda Şlizlenip saracağı vakti bilen yeşil yapraklarıyla… Önce kendiyle barışı büyütmeli birey, beraberinde saygıyı çoğaltmalı. Doğayı, insanı, geleceği saymalı. Hayatı saymalı. Direnişlerin özünde yatan da bir varoluş mücadelesidir. Algılarımızı açık tutarsak, varoluşun ‘zaman’ kavramını aşabileceğini hissedebiliriz. İnsanlığın, insani değerlerin evrensel yönü keşfedilmemiş veya kayıp değil, kanımca tam burada.