Senelerce gittim Balat’a. Senelerce ayda bir kaç kere gittim anneannemi ziyarete yaşamının son yıllarını geçirdiği hastanenin bahçesinde, ya da kaldığı odada. Senelerce anneannemi her ziyarette oyunlar oynadık o zamanlar çocuk yaştaki kızımla. Yaşadım, yaşadık. Meğer yaşadığımızı zanneder dururmuşuz. Bugün bambaşka bir manzara vardı gözlerimin önünde Balat’ta.
Senelerce her mevsim dolaplarımızı yaparken bir ihtiyaçlıya vermek üzere giysileri ayırdığımda ya da bir yardım derneğine destek olmak üzere katıldığım toplantılarda yaptığımız bağışlar... Hepsi, hepsi bir oyunmuş meğer. Kocaman bir kendimi kandırma oyunu... Oyun, evet, ama belki de beni bugünü deneyimlemeye hazırlayan bir oyun.
Haliç’e bakmayan tarafındaydım bugün Balat’ın. Tamamen şans eseri. Bir toplantıda Lari Dilmen’den bahsedildiğini duyduğum için. Lari Dilmen ya da ustasının ona verdiği mahlasla Musa Dede...
Lise yıllarından beri görmediğim, ne yapar ne eder merak ettiğim ama günlük hayhuy içinde arama çabasına da girmediğim arkadaşım... Neler konuşmayı düşünmüştüm onunla Vodina Caddesi’nde tam da Yanbol Sinagogu’nun karşısındaki Derviş Baba kahvesinde buluşmaya giderken, neler yaşadım onun yerine. Beklenmedik şekilde dönüştü günüm. Bir çatlak daha aldı yüreğimi örten duvarlar.
Musa Dede ve beraberinde Ali Denizci’nin yönlendirmesinde gezdim yaşamımda ilk kez bindiğim motorun üzerinde Balat’ın arka sokaklarında yaşayanları... Yaşamın bir cilvesi ile sistemin en aşağısında dünyaya gelen çocukların şanssız yaşamlarını... Ve bunca yoklukta bir lütuf. Tanrı karşılarına Musa Dede ile Ali Denizci’yi çıkarmış. Öncelikle mahallenin ihtiyaçlılarına çay içebilecekleri bir küçük kahve açmak üzere yola çıkmışlar, hemen yanda açtıkları küçük bir markette gıda dağıtımı yapmaya ve açtıkları bir derslikte çocuklara okuma eğitimi vermeye başlamışlar. Birkaç sene öncesine kadar evlenme yaşı 11 olan kızların evlendirme yaşını çabalar ve para cezası tehditleri ile 15’lere çıkardıklarını anlattı. Sokak sokak gezdik Balat’ı motorun üstünde. Evlere girdik. Tek göz, bakımsız evler... Bir bahçede bir koku... Çok sevdiğim bir koku. Dönüp baktığımda karşımda, davetkâr bir incir ağacı.. Bir mimar olmanın avantajı ile de Ali Denizci kimine çeki düzen vermiş evlerin. Hastaların ilaçlarını alıyor, eksiklerini tamamlıyor, gerektiğinde doktora yolluyorlar. Şimdilerde 25 kadına iş olanağı bulmuşlar bir yerden. Onu konuşuyorlardı aralarında. Ama bu kadınları işe yollamak için çocuklarına sahip çıkacak bir sistem geliştirmeli. Bir aş evi açılmalı diyorlardı. Bir de kafenin karşı kaldırımında gölgeye kurdukları ve çaylarımızı yudumladığımız tabureden bozma bir sehpa üzerinde içinde ufak hediye paketleri olan bir poşet. Dünya güzeli birkaç kız çocuk vardı ortalıkta, karınları açtı, ayran döner yemeye yolladılar. Ama gitmeden önce Ali abileri seslendi onlara “bakın, Dalia ablanız size ne getirmiş.” Bozmadım oyunu, sanki kendim getirmişim gibi dağıttım içinde şeker olan paketleri çocuklara. Nereye geldiğimi bilmeyince hazırlıksız gelmiştim ya buralara, kapattılar iki dost benim eksiğimi, nasıl da bir zarafet ile. Çocuklardan biri beş yaşında, ablası boyamış yüzünü. Minik bir kedicik gözleriyle bakıyordu bana. Bir başkası kitap oluyordu. “Sırf okumak olmaz, anlatacak da” dedi Ali Bey. “Öyle yokluk içinde ki bunlar, kendilerini beceriksiz zannediyorlar. Psikologlar getirdik onları eğitebilmek için. Bir marketimiz var. Bildiğiniz marketlere benzemez. Gıda dağıtımı yapıyoruz ihtiyaçlılara. Pişirmeyi öğretiyoruz. Sonra da gidip kontrol ediyoruz evlerini. Pişirdiler mi, yiyorlar mı diye.” Motorun üstünde devam ediyoruz turumuza. Pusetinde bebeği ile genç bir anneye rastlıyoruz. Soruyor Ali Bey;
- İş var. Çocuğunu bırakacak kimse var mı?”
-Var, büyük kızıma bırakırım.
- Temizlikçi olarak çalışır mısın? Maaşı da şu kadar.
- Olur Ali Abi.
- Uğra bana akşamüstü, konuşalım.
- Peki, Ali Abi.
Ali Abileri o onların. Neredeyse bir dediğini iki etmeyecekler. Ama hırsına kapılmıyor Ali Abileri bu durumun. Tevazu bile değil onunki. Kul köle olma durumu yok. O sadece görevde. Sadece tam da Ali Abinin deyişiyle “görüyorsan bir yarayı, sorumluluğun vardır. Ne gerekiyorsa yapacaksın. Dini oymuş ya da buymuş, fark etmez, ilgilendirmez beni. Görüyorsan artık senin sorumluluğundadır.”
Bir aş evi ve bir çocuk odası var şimdi Ali Denizci ve Musa Dede’nin hayalinde... Kurulabilirse, finansmanı yaratmak lazım. Bir kere değil, ay be ay beslemek, destek olmak gerek. Görüyorsak sorumluluğumuz var. Yaşıyorsak aynı şehirde, artık geçti gözümüzü kapatma dönemi. Artık gönül gözümüzü açıp farkında olma, sorumluluk alma dönemi. Hiç bir karşılık beklemeden. Sadece vazifeyi yerine getirmek üzere. Yürek yolunda yaşama bir adım daha atmak üzere. Ne dersiniz var mısınız?