Edith Piaf

Sami AJİ Köşe Yazısı
20 Kasım 2013 Çarşamba

Ekim ayında, mesleki bir kongre ile bayram ardı ardına gelince, Paris’te beş gün geçirmek fırsatını buldum. Hele bu sürenin üç gününe de İngiltere’den gelen arkadaşlar iştirak edince çok keyifli zaman geçirdik.

Paris’te en sevdiğim şey sabahtan akşama yürüyerek şehri dolaşmak ve sokaklarında kaybolmaktır.

Bu sefer de yine kapalı yerlerden sıkıldığımı ve sürekli açık havada kalmak istediğimi söyledim. O anda eşim “hanımlar ve beyler, Pere Lachaıse Mezarlığı’nı gezmeye gidiyoruz!” demez mi? İtirazlar bekliyordum; ama herkes “Süper!” deyince yola koyulduk.

Mezarlık Paris belediyesine ait.1804 yılında şehir dışında ve 140 dönümlük bir alan olarak planlanmıştı. 1856 yılında 440 dönümlük bir alan haline geldi. Şimdi ise Paris’in göbeğinde sayılır. Görkemden uzak bir kapıdan girdikten sonra karşınıza bir plan çıkıyor. Ve o planda mezarlıkta gömülü önemli şahsiyetlerin yerlerini tespit edebiliyorsunuz.

Aklınıza gelen veya gelmeyen, Fransız olsun olmasın yüzlerce ünlü şahsiyetin orada yattıklarını görünce gerçekten hayretler içinde kaldım. Alanın tanzim ediliş tarzı da çok ilginçti: kendinizi çok büyük ve İngiliz stilinde düzenlenmiş bir parkın içinde veya bir botanik bahçesi içinde hissediyorsunuz. (Dört yüzden fazla bitki türü yerleştirilmiş.) Mezarlar ve anıtlar sanki bu parkın güzelliğini daha da görünür hale getiriyor.         

İlk gözüme çarpan husus, mezarlığın din, ırk, milliyet farkına bakılmaksızın herkesin kullanımına açık olması idi1. Örneğin, Yılmaz Güney, Gilbert Becaud, Antranik Ozanian, David Sintheim2, Rothschild ailesinin bazı mensuplarının mezarları oradadır.

Holokost kurbanları için çok görkemli, anıtlar yapılmış: Auschwitz- Birkenau, Bergen Belsen, Mauthausen ve Buchenwald. Bu anıtlarda Alman kamplarında katledilen Fransız Yahudilerinin adları yer almaktaydı.

Yalın, pembe granitten yapılmış başka bir taşın üstünde ise CONVOI 73 (73. kafile) yazısı göze çarpmaktaydı.

900 kişiden oluşan bu kafile diğer trenlerden farklı olarak Letonya ve Estonya’ya sevk edilmişti. Bu olay büyük bir tesadüf eseri 1990 yılında ortaya çıkarılmış ve sadece yirmi iki kişinin ölümden dönebildiği anlaşılmıştır.

Yine İkinci Dünya Savaşı esnasında Fransız direnişçilerle birlikte savaşmış Yahudi militanlar da diğer Hıristiyan arkadaşları ile yan yana yatmaktaydılar.

Benim hedefim, çocukluğumdan beri hayranı olduğum ve bu hayranlığımı torunlarıma da aktarmaya çalıştığım La Fontaine’in mezarını ziyaret etmekti. İkinci ziyaret etmek istediğim mezar da, naçizane kanaatime göre, gelmiş geçmiş en büyük komedi yazarı, Molière’in mezarıydı. Plana göre her ikisi yana yana yatıyorlardı.

O bölgeye doğru yönelirken, ilerimizde büyük bir kalabalık gördük. İnsanlar belli bir mezara doğru yürüyüp oraya çiçekler bırakıyorlar sonra da fotoğraf çekiyorlardı; bazıları mezara dokunmak gayreti içindeydiler. Merakla yaklaştık. Ve kalabalık arasından taşa kazılı gördüğümüz isim, ‘Madame Lamboukas’ idi. “Bu hanım kim? Niye bu kadar ilgi görüyor? Ne yapmış?” diye birbirimize sorarken, yanındaki ismi de gördük: ‘Theo Lamboukas’. Merakımız daha artmıştı ki, kalabalık biraz seyrekleşti ve taşın tamamını görebildik. Madame Lamboukas’ın isminin hemen altında ve parantez içinde:  dite “ Edith Piaf” (yani: nam-ı diğer “Edith Piaf”) yazıyordu

Tesadüfe bakın:  o gün, bebekliğimizden beri annelerimizden şarkılarını dinlediğimiz, gençliğimizde sesine hayran olduğumuz, bazı şarkılarını bugün dahi ezbere bildiğimiz, büyük yıldız Edith Piaf’ın 50. ölüm yıldönümü idi. Ve insanlar bu yüzden yoğun bir şekilde onu ziyarete geliyorlardı.

Peki, Lamboukas adı nereden geliyordu? Edith Piaf hayatının son yılında kendinden 20 yaş daha genç olan Theo Lamboukas (sahne adıyla “Sarapo”) adlı Ortodoks mezhebinden Yunanlı bir şarkıcı ile evlenmişti. Edith Piaf’ın vefatında, Katolik Kilisesi fırtınalı hayatı ve ona göre gayr-i ahlaki yaşam tarzı yüzünden Piaf’a dini tören yapmayı reddetmişti. Dolayısıyla, Katolik olarak gömülemezdi. Ortodoks şeriatına göre ve Lamboukas adı ile gömüldü.

Ancak Katolik kilisesi de sanki özür dilemek istercesine, 10 Ekim 2013’te, ölümünden 50 yıl sonra, doğduğu Belleville semtinin kilisesinde onun hatırasına büyük bir dini ayin düzenledi.     

Edith Piaf’ın yoğun, hırslı, coşkulu, kısmen acılarla dolu hayatını ve şarkılarının özelliğini hepiniz biliyorsunuz. Onun hakkında filmler çevrilmiş, TV dizileri çekilmiş ve oyunlar yazılmıştı. (Gülriz Sururi’nin başrolünü oynadığı ve “Môme Piaf”ı muhteşem bir şekilde canlandırdığı ‘Kaldırım Serçesi’ adlı piyesi herhalde birçoğunuzun aklındadır.)

‘Je Ne Regrette Rien’ şarkısını Eiffel Kulesi’nin balkonundan tüm Paris halkına söylediği unutulabilir mi?

1961 yılında ‘Olimpia’daki konserden sonra Paris’te kopan kıyametin tüm dünya basınında yer aldığını hatırlamamak mümkün mü? Ölümünden birkaç ay önce ‘Bobino’da son kez halkının karşısına çıktıktan sonra yaratılan duygu seli tüm Fransız basınında birinci sayfaları kaplamıştı.    

Fransa ve Paris halkı ‘Muhteşem Diva’larını son yolculuğunda yalnız bırakmamış ve yüz binler ona Père Lachaise’e kadar refakat etmişlerdi. Ünlü şarkıcı Charles Aznavour o günü şöyle anlatır: “Paris, Alman işgalinden beri böyle bir kalabalığı sokaklarda görmemiştir.”

Hüzünlü, ama Piaf’ın mezarını görmüş olmanın mutluluğu ile oradan ayrıldık ve esas hedefim olan La Fontaine ve Molière’in yattıkları yere yöneldik. Onlara karşı olan görevimizi de yerine getirdikten ve fotoğraflar çektikten sonra, çok büyük ve görkemli bir açık hava kültür merkezi olarak adlandırabileceğim Père Lachaise’i terk ettik.

Ve kulunuz, bu yazıyı bitirdikten sonra, ‘Madame Lamboukas’ın bir CD’sini CD player’e attı: ilk şarkı ‘Padam Padam’dı. Dayanamadım ve sevgili eşimi valsa kaldırdım.

1 Din ve ırk farkı ayrımı yapılmadan mezarlıkta gömülme hakkı ilk defa 1780’li yıllarda, o zaman ‘Consul’ olan Napoleon Bonaparte tarafından yayınlanan bir genelge ile tüm Fransız vatandaşlarına tanınmıştır.

 2 David Sintzheim (1745-1812) Fransa Hahambaşısı unvanını alan ilk din adamıdır. (Dindaşlarının tüm vatandaşlık haklarından yararlanması için verdiği büyük mücadelelerle tanınır.)