Sexus Politicus

1974 yılının soğuk bir kış gecesinin sabaha doğru saatlerinde Paris’in ünlü bir bulvarında çok önemli bir politikacı sevgilisiyle bir trafik kazası yapıyordu. Kimdi bu ünlü insan ve yasak aşkı ortaya çıktığında “hayat seyircileri” ne tepki vermişti?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
22 Ocak 2014 Çarşamba

1974’ün bir kış gecesinde sabah henüz arz-ı endam etmemişken Paris’in ünlü bir bulvarındaki tuhaf bir trafik kazasını yazar gizli tarih belgeleri. Ünlü bir politikacı, arkadaşından ödünç aldığı Ferrari marka arabasıyla yanında genç bir kadınlayken bir sütçü kamyonetine çarpar. Yara almadan kurtulan politikacı kamyonetin sürücüsüne beş yüz frank vererek şikâyetçi olmamasını rica eder. Lakin anında orada biten polisler ve gazeteciler gördüklerine inanamazlar. Zira kazayı yapan dönemin Fransa Devlet Başkanı Valérie Giscard d’Estaign’den başkası değildi. Yanındaki de sonradan anlaşılacak genç  fotoğrafçı sevgilisiydi. Yasak aşk ortaya çıkar ama istihbarat servisleri olayı bir kaç saat içinde kapatmayı başarır. Bu gizli olay ancak 2006’da iki Fransız gazetecinin yazdığı ve siyasilerin gizli aşk ve metres ilişkilerini anlattıkları ‘Sexus Politicus’ kitabında aydınlatılacaktı...

***

İnsan yaratılışından beri ‘öteki’nin hayatını, özellikle gizli ve özel hayatını hep merak edegelmiştir. Lakin, köşeye sıkışmış, dış dünyanın maddiyatçı ve hazcı tüketim iklimine esir düşmüş, postmodern birey, gerek iç sıkıntılarını gidermek, gerekse de kendi yoksunluklarını aşmak için ‘öteki’nin hayatını daha da yakından gözleyerek hayal dünyasını beslemenin peşine düşmüş. Magazin haberciliği işte bu yüzden gelişmiş ülkelerde bu denli revaçta. Habire başkasının, özellikle yasak ilişkilerini gözlemlerken kendi ıskalanmış alternatif yaşam karelerinin hayalinin peşinde koşmakta aslında.

Veya; hepimiz günlük sorunlarımızın yanıtlarını belki de başkalarının hayatlarında arıyoruz. Onların gerçek hikâyeleri bize ait olmamasına rağmen bir kurgu hikâye olmaktan çıkıp özdeşleştiğimiz ve özlediğimiz hayatlara dönüşüyor. Bu nedenle tüm benliğimizle karşı konulamaz bir istekle onların yaşamlarının içine dalıyoruz.

İşte şimdi de, başta Fransa’da olmak üzere oldukça yüksek sayıdaki ‘hayat seyircileri’ son Fransız Devlet Başkanı François Hollande’ın ‘yediği naneleri’ izliyor nefes nefese. Dört çocuğunun sahibi politikacı eşi Ségolene Royal’i bir gazeteci, Valérie Trierweiler için terkeden Hollande’ın, bu kez Gircard d’Estaing’den kalma bir alışkanlıkla olsa gerek, bir gece kaçamağında ortaya çıkan yeni sevgilisi artist Julie Fayet ile ilişkisini konuşuyor dünya.

Hollande gayet net bir üslupla sadece, “bu benim özel hayatım” derken “size ne yahu?” demek istiyor, kibarca.

Evet gerçekten de “bize ne mi?” sorusunun cevabı zor. En azından özel hayatın dokunulmazlığına inananlar için daha zor. Lakin 75 milyonluk bir ülkenin başında olan bir devlet adamının özel hayatındaki dalgalanmalarının, istikrarsızlıklarının, hatta aldatmalarının devlet yönetimini ne derece bağladığını veya ne derece etkileyebileceğini irdelemek çetrefilli bir sorun.

Bir devlet adamının özel hayatı bizi ilgilendiriyor, ilgilendirmesine de, bunu aşıp ona ahlâki değerler üzerinden not vermeye başlamamız sorunsalın odak noktasını oluşturuyor.

Evet, biliyoruz cinsellik insanı hayatta yönlendiren en önemli dürtülerin başında geliyor. Lakin koskoca bir ülkeyi sınırlı bir zaman süresinde yönetecek insanların da bu dürtülerine esir olmamalarını bekliyoruz saf ahlaki değerler adına. Ancak Fransa tarihine baktığımızda De Gaulle’dan başlayarak, François Mitterand’ın, Jacques Chirac’ın, Nicolas Sarkozy’nin ve son olarak François Hollande’ın hepsinin bu dürtülerinin esiri olduklarını görüyoruz. Ve bu, bizi önemli bir saptamaya götürüyor.

Hepimiz yaratılış itibariyle aynı konumdayız aslında. Çoğumuz bastırılmış dürtülerimizin bizi hareketsizliğe ittiğine tanık olurken, elinde gücü bulunduranların ise basınçlarını boşaltmakta beis görmediklerini görüyoruz.

Lakin, biz hala bunu ‘doğru mu, yanlış mı’ veya ‘özel hayat mı, değil mi?’ ile tartışırken önemli bir noktayı gözden kaçırmış olmayalım:

Yoksa bütün bu ahlaki olarak tartışılır eylemlerin arkasındaki gizli güç,  aşk’ın gücü müdür?

Ve bize gelirsek, onları hem heyecanla yakından izleyip hem şiddetle eleştirirken, yoksa biz, aşk yoksunluğumuz ve yoksulluğumuzun kurbanları mıyız?

‘Suçlu’nun en büyüğü aşk veya aşksızlık mı?

 

 

1 Yorum