“Kadının adı yok” diye isimlendirmişti yıllar evvel Duygu Asena o zaman büyük bir ilgiyle karşılanan kitabını. Oysa bu topraklarda uzun yıllardır kendisi bile yok kadının. Sadece onun üzerinden, bazan bedeninin, bazan ise sadece kadın fikrinin üzerinden konuşuluyor, saflar belirleniyor, yaşam tarzları oluşturuluyor.
Bedeni bile yok kadının. Ama eşyaları var Galeri Apel’de izleme şansına erdiğim Selin Kohen Levi’ nin Cinderella -Collection 2014 isimli sergisinde. Bedenini sımsıkı saran büstiyerleri var. Camdan korunaklı bir duvar gibi, tuzla buz olmuş ya da yama yama örtülmüş, kimin umurunda? Camdan eşyaları var, çantaları ve ayakkabıları... Şık, lüks, bazan aile yadigârı, bazan Picasso tablosu kadar nadide, bazan üzerindeki tanınmış markaların üzerinden kaypak ve kırılgan bir statü belirleyen, yaşadığı dönemin ve duygularının dışa yansımasına göre renklenen, çiçeklenen, kırılıp çatlayan... Bazan kelebeklerin uçuştuğu, bazan prangalarla bağlandığı... Bir de bir yanına kıpkırmızı dudakları, telden saçları, masmavi gözleri, upuzun kirpikleri ile bir kadın suratının yerleştiği; ötesi boş bembeyaz bir sayfa. Hikayeyi izleyici yazsın diye....
Suratlar var, Galerist’te Oleg Dou’nun ‘Yüzler’ sergisinde. Çocuksu bedenler... İfadesiz bakışlar... Muhtemelen zorlu deneyimler yaşamış; zira gözler kan çanağı... Farklı kıyafetlere bürünmüş, tavşan kulakları çıkarmış ya da şeytani tırnaklar uzatmış bedenler, giyinik ya da çıplak fark etmiyor. Zira gerçeğin kurguya, kurgunun ise gerçeğe dönüştüğü kusursuz bir kesişme. Gerçek ile kurgu arasında bir maskeli balo.
Öyle ya, bazan maskelerle örter insan ruhunu, bazan en korumasız noktası olduğunu düşündüğü midesini saklar göz alıcı camdan duvarların ardında. Korunma dürtüsü ile silikleşir; özünü saklayıp korumak adına en değerli nesi varsa ortaya çıkarır gösterir herkese. Gerçek olmayan sanal bir korunmadır bu. Dışsal kaynaklarla üretilip elde edilen bu zırh er ya da geç mahkumdur kırılmaya. Kırılır da. Kırıldıkça yamalarla tamamlar insan koruma kalkanını. Siz bir tarafını tamir ederken başka bir yerden çatlamaktadır oysa kalkan. Ve kişi fark etmez korunma dediğinin tam tersine düpedüz savunmasızlık olduğunu. Engelledikçe maskeler, giysiler, yasaklarla kendi içindeki özü; bazan bir kanlı göz, bazan hırs dolu bir ses çıkar ele verir gerçeği. Zira öz, sıklıkla zengin hapisliklerin ardında sessiz kalmış görünse de kaynamaya yüz tutmuştur içeride. Hazır bekler fokurdamayı. İlk fırsatta, ilk çatlakta duvarların arasından sıçrar, ses verir. Başlangıçta dışarının gürültüsünde duyulmasa da gerçek gücün sesidir içten gelen özün sesi. İlerlemenin, tekâmülün, gelişmemin uyarısıdır fokurdama. Hak ettiği alanı tanıyıp, yaşama izni vermeyebilirsiniz ona. Ancak, siz kısıtlamaya çalıştıkça daha yüksek noktalara fırlamak üzere güç kazanır durduğu yerde. Evrenin gereğidir bu: dünyaya gelmeye hazır olan doğacaktır. Engelleyemez hiç bir kuvvet doğumu. Doğum anı sancılı dahi olsa, karmaşa ve kaos yeni bir yaşamın habercisidir artık. Her gecenin ardından güneş yeniden doğar diyoruz. Her fırtınanın ardında vardır bir sükunet dönemi diyoruz ve umutla bekliyoruz o günü. Sıklıkla göremiyoruz gecenin olmadığı yerde olmasa gündüzün de olmayacağını, fırtınanın olmadığı yerde yaşamın da olmayacağını. Her gecenin ardında değil gün ışıkları. Her gecenin içinde saklı tüm aydınlık günler.
Meraklısına not: “Güzel olan ile itici olanın; yaşayan ile ölü olanın arasındaki sınırda bir şeyler yapmayı seviyorum. Plastik bir mankenle yürüyen kişinin ulaştığı varlık hissini yakalamak istiyorum” sözleri ile kendisini tanıtan genç sanatçı Oleg Dou’nun izleyiciye tam da bu hisleri yansıtan Yüzler sergisi ise 12 Nisan’a dek Galerist’te izlenebilir.
Selin Kohen Levi’nin ancak son şans gezebildiğim sergisi bu yazı yayınlandığında sonra ermiş olacak. Ancak Galeri Apel’in giriş kat salonunda mini bir örnek sergi 5 Mayıs’a kadar sergilenmeye devam etmekte. Sanatçı; yapısı, dokusu, renkleri ile kendi ürettiği camları daha sonra parçalayarak farklı malzemeleri de eklediği bu parçalardan tekrar bir bütün oluşturmakta. Bu eserleri yorumlarken miadı dolan süreçlerden kurtulabilmek ve yepyeni bir boyutta, yepyeni koşullarda bütünleşebilmek için toplumların ve bireylerin de -tıpkı bu eserler gibi-önce parçalanıp dağılmaları gerektiğini bugünlerde belki de özellikle hatırlamak gerek.