Seçimlerin ardından

Alber NASİ Köşe Yazısı
2 Nisan 2014 Çarşamba

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry Ortadoğu’ya John Pollard kozuyla geri döndü. Jonathan  Pollard, 1987 yılında İsrail’e bilgi sızdırmakla suçlanarak tutuklanmış ve ömür boyu hapse mahkûm edilmişti. Pollard, ABD’nin müttefiki olan bir ülke lehine çalışmakla suçlanan ve Amerikan hapishanesinde tutulan tek casus. Pollard’ın bir başka özelliği ise ömür boyu hapse çarptırılmış tek casus olması. Casusluk suçları, Pollard’ın tutuklanmasından sonraki yıllarda çıkartılan kanunlara göre, en fazla on yıl mahkûmiyet ile sınırlandırılmış durumda.

Kerry Ortadoğu’ya, daha doğrusu İsrail’e cebinde Pollard’ın hapisten çıkış kartıyla gitti.  Barış görüşmelerinin bu turunun aslında nisan ayında bitmesi kararlaştırılmıştı. Fakat artık Kerry’nin öncelikli hedefi görüşmeleri en az bir dokuz ay daha uzatabilmek. Bir başka hedefi ise İsrail’in elindeki Filistinli mahkûmların serbest bırakılmasını sağlamak.

Ancak normal koşullar altında Pollard zaten 2015 sonunda serbest bırakılacaktı. İsrail, Pollard’a 1998 yılında vatandaşlık vermiş ve yine aynı yıl İsrail Pollard’ın cezasının hafifletilmesi amacıyla bazı itiraflarda bulunmuştu. Bu durumda bu koz ne kadar geçerli olur, Kerry bunu ne amaçla kullanmayı planlıyor, göreceğiz.

Pollard’ın hikâyesi sıradan bir casusluk gibi görünse de aslında İsrail ile ABD’nin sanıldığı kadar yakın olmadığının önemli bir göstergesi. İsrail neden ABD hakkında casusluk yapma gereği duyuyor? ABD neden en azılı düşmanlarının casusluk  faaliyetlerine  vermediği bu en  ağır cezayı İsrail adına casusluk yapmış kendi vatandaşı bir istihbarat ajanına veriyor?

Burada asıl altı çizilmesi gereken ise; birbirlerine en yakın gibi görünen ülkelerin bile gerek görüldüğünde birbirlerinin sırlarını öğrenmek için casusluk faaliyetinde bulunabilecekleri gerçeği.

***

Gündemin bir diğer ilginç maddesi ise Fransa’da yapılan yerel seçimler. Bilindiği üzere Fransa dışarıdan aldığı göçlerden bunalmış durumda. Özellikle Afrika kökenli Arap nüfusun yoğunluğu, Fransız kökenli halkı iyice tedirgin eder boyutta.

Yapılan yerel seçimlerde iktidardaki sosyalist parti büyük hezimete uğradı. Seçimlerin ilk turu yapılmasına rağmen aşırı sağcı Ulusal Cephe partisi 10’a yakın şehrin belediye başkanlığını almış durumda. Jean Marie Le Pen’in kızı Marine Le Pen’in başında olduğu  Ulusal Cephe’nin  başarısı hiç şüphesiz ülkeye kabul edilen göçmenlere gösterilen tepkinin de bir göstergesi.

Ulusal Cephe Yahudi aleyhtarı olmakla beraber, karşı olduğu en büyük kesim hiç şüphesiz Yahudi aleyhtarlığını en fazla körükleyen Müslüman azınlık. İronik olmakla beraber gerçek bu.

Alınan göç miktarı ve hızlı nüfus artış oranlarıyla Avrupa’da birçok ülkede benzer durumların ortaya çıkması olası. Yakın zamanda yaptığım bir araştırmada Danimarka’da antisemit saldırıların  sadece  Müslüman göçmen azınlıklar tarafından organize edildiğini fark ettim. İşin daha da ilginç tarafı Danimarka II. Dünya Savaşı’nda, Almanya’nın işgali altında olmasına rağmen Nazilere Yahudileri teslim etmeyi reddetmişti. 

***

Elbette bizim için en önemli olay ise geçtiğimiz pazar günü Türkiye’de yaşanan yerel seçimlerdi. Seçim bazı bölgelerde çok çekişmeli geçse ve halen itirazlar devam etse de sonuç CHP’nin bir kez daha hezimeti ve AKP’nin bir kez daha zaferini göstermekten ileri gidemedi. Vatandaşların seçimlere olan katılımdan ziyade seçimlerde bizzat görev almaları hiç şüphesiz demokrasinin gelişimi açısından son derece olumlu bir gelişme. Yeni ve yeniden seçilen belediye başkanlarını kutlarım.