Library of Congress ve Kurtuluş Savaşı’nın ilk yılı

90’lı yılların başında, eşimle beraber Washinghton, DC’de idik. Bir gün eşim bana, “Kendine mutlaka bir vakit ayır. Benimle Library of Congress’e geleceksin. Rehber refakatinde gezdiriyorlar. Çok ilginç, göreceksin,” dedi.

Sami AJİ Köşe Yazısı
23 Nisan 2014 Çarşamba

90’lı yılların başında, eşimle beraber Washinghton, DC’de idik. Bir gün eşim bana,  “Kendine mutlaka bir vakit ayır. Benimle Library of Congress’e geleceksin. Rehber refakatinde gezdiriyorlar. Çok ilginç, göreceksin,” dedi.

Ertesi günü, iki sularında oraya gittik. Jefferson Building diye adlandırılan ana binanın kapısından girdikten sonra müracaat bölümünde kaydımızı yaptırdık; birazdan rehber geldi ve önümüze geçerek bizi gezdirmeye başladı. Aynı anda izahatları sıralıyordu: “Bu kütüphanede 120 milyondan fazla ve dünyanın her tarafından toplanmış, kitap, belge, dergi, gazete ve resimler mevcuttur. Tüm bu kaynaklar herkesin incelemesine açıktır.”

Binanın ortasında bulunan salona girdiğimizde kendimizi gerçekten muhteşem bir kubbenin altında bulduk. Tüm duvarlar, canlı, renkli, sizi içeriye davet etmeye çalışan fresklerle süslenmişti. Görkemli bir Rönesans mabedinin içinde gibiydik. Rehber bu hislerimizi sezerek “İşte bu gördüğünüz salon, kütüphanemizin Temple Of The Book (Kitabın Tapınağı) olarak anılmasının nedenidir.”

“Şimdi yandaki salona buyurun lütfen. Soldaki vitrinde gördüğünüz kitap en son, elle yazılmış Tevrat ve İncilin birleşmesinden oluşmuştur. Mainz Bible diye bilinir. Sağdaki ise Gutenberg’in ilk bastığı Tevrat ve İncil’dir. Ne dersiniz Tapınak unvanına layık değil miyiz?”

Tur sona erdiğinde, rehbere sordum: “Affedersiniz; ben de buraya gelip kitap, belge inceliyebilir miyim?”

“Tabii. Yarın yan binaya, Adam’s Building’e, gelin orada sizi yönlendirirler.”

Ertesi gün işim biter bitmez oraya gittim. Müracaat bankosuna yöneldim; üstümü arayıp, elimdeki çantayı da aldıktan sonra, beni 147 no’lu odaya götürdüler. Oradaki görevli kadın, sanki kokteyle gitmek üzere hazırlanmıştı. Bana form doldurttu. Sonra kamera karşısına geçip fotoğrafım çekildi. İki dakika sonra resimli üyelik kartım hazırdı.

Aynı hanım, bana neyi incelemek istediğimi sordu. Emin olun o ana kadar neyi araştıracağımı düşünmemiştim. 23 Nisan Bayramı’na yakın bir gündü. Birden, “1920 tarihinde Türkiye’de basılan gazeteler hakkında bilgi edinmek isterdim,” deyiverdim.

Tereddüt etmeden bana 134 no’lu odaya gitmemi söyledi. İçeri girdiğimde yine beni, çok güzel giyimli, süper bakımlı, bir bayan karşıladı ve gülümseyen bir ifadeyle: “Buyurun size nasıl yardım edebilirim?” Aynı şeyleri tekrar ettim.

Sevecen görüntü ve sesi ile ve yüzüme bakarak, “Efendim, Arapça biliyor musunuz?” diye sordu. “Hayır,” cevabını verdim.

“Peki, Rumca veya Ermenice karakterleri okuyabilir misiniz?”

Cevabım yine hayırdı. Kadının yüzünde biraz sıkıntılı ifade belirdi. Herhalde karşısında kara cahil biri var diye düşünüyordu. Önündeki kataloga tekrar baktı ve en sonunda:

“Ok!” dedi “That’s it! Size İngilizce basılmış gazete koleksiyonu buldum: Turkish Times.”

“Lütfen yandaki salona geçin orada kendinize bir masa seçin yerleşin. Masanızın numarasını şu kağıda yazıp bana getirin sonra tekrar masanıza dönün.” Dediklerini aynen yaptım.

Beş altı dakika sonra, genç biri masama geldi ve önüme bir mikrofilm bıraktı. Hayatımda ilk defa mikrofilm görüyordum. Çocuğa dönüp herhalde çok aciz bir şekilde bakmış olacağım ki beni elimden tuttu ve biraz ilerdeki bir ekranın önünde oturttu. Mikrofilmi makineye taktı ve bana “makineyi açmak için yeşil düğmeye, sayfaları çevirmek için sarı düğmeye ve herhangi bir sayfadan fotokopi almak istiyorsanız beyaz düğmeye basın. Her kopya 10 centtir.” Hayret ve hayranlık hisleri içinde boğulmuştum.

Turkish Times’ın nüshaları ve her nüshanın sayfaları teker eker önüme geliyorlardı. Ama niyetim 23Nisan ve sonrasına gelmekti. Nisan ayı sonuna kadar Anadolu’daki hareketlerle ilgili hiçbir habere rastlamadım. Ancak 23 ve 24 Nisan tarihli gazetelerde Sabık Sadrazam İzzet Paşa ve General Ali Rıza Paşa’nın İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve İtalya) askerlerince gözaltına alındıklarından bahsetmekte idiler. Yine aynı haberde Harbiye Nezaretinden birçok subayın görevlerini terk ederek Anadolu’ya geçtikleri belirtilmekteydi.

Nisan sonunda, San Remo Konferansı ve o konferansın muhtemel neticeleri ilk sayfa haberleriydi. Mayıs ayına geçtim. Mayıs sonlarına kadar gündem, yine San Remo Konferansı idi. Ayrıca Prens Sabahattin’in (ünlü sosyolog; onun hayatı ayrı bir yazı konusu olabilir) parti kurma çalışmaları ve temaslarından sıkça bahsediliyordu.

Birden ikinci sayfada çok küçük bir haber gözüme çarptı. Mustafa Kemal, Dr. Adnan Bey (Adıvar), Alfred Rüstem(1), Halide Edip (Adıvar) Hanım’ın ve Fuat Paşa’nın (Ali Fuat Cebesoy) İstanbul Sıkı Yönetim mahkemesince idama mahkûm edildiklerini bildiriyordu.

Başkaca hiçbir yorum görmediğim gibi ileriki tarihlerde, hiçbir ilave habere de rastlamadım.

Ağustos ayı Sevres görüşmeleri, anlaşmanın imzalanması ile dolu idi. Özellikle, Boğazların yönetimi ile ilgili harita ve grafikler eşliğinde detaylı haberler verilmekteydi. Ancak bu sefer,  “Kemalist güçlerin” bu anlaşmayı tanımadığı çok kısa bir cümle ile bir haberin sonuna yerleştirilmişti.

1920 yılının sonuna doğru geldiğimde, (emin olun gözlerim çok yorulmuştu) Anadolu’dan, Yunan ordularının hareketleri, Fransız birliklerinin bazı faaliyetleri ile ilgili haberler gördüm. Dikkat çeken husus şu idi: Artık Türk güçleri isyancı veya Padişah karşıtı değil, askeri kuvvetler olarak niteleniyordu.

Notlarımdan ve hatırladıklarımdan aktarabildiklerim bu kadar. Ama şu hissiyatımı da aktarayım: Gazeteleri okurken, İstanbul halkının günlük hayatlarını normal bir şekilde sürdürdükleri belli oluyordu. Sinema, tiyatro ilanları, magazin haberleri, gelen giden önemli kişilerin beyanları, spor haberleri bildiğimiz sıradanlıkla basılmaktaydı.

Futbol meraklılarını da düşünerek yazımı bitiriyorum: 1920 Nisan ayındaki maç FB: 4-GS: 0, Ekim 1920’deki maç, FB:3-GS:2 ve 17 Aralık’taki maç aynı FB:3-GS:2 olarak sonuçlanmıştır.

 

1 ALFRED RÜSTEM: Asıl adı Alfred Bielinsky’dir. 1862 yılında Midilli’de doğmuştur. Aldığı eğitim sayesinde devlet kademlerinde süratle yükselmiş ve 1914 yılında Osmanlı’nın ilk Washington Büyükelçisi görevine atanmıştır. Sivas kongresinden itibaren, Milli Mücadeleye katılmış Atatürk’ün en yakınlarından biri olarak dış politika işlerini yürütmüştür. Daha sonra bazı anlaşmazlıklar sonucu Türkiye’den ayrılarak yaşamını Avrupa’da sürdürmüştür. 1935 yılında Viyana’da vefat etmiştir.