SO(R)MA

Çok çabuk unutan, çok çabuk vazgeçen, çok çabuk yeni bir tarihe geçecek bir millet haline geldik. Yalnızca doların kaç lira olduğuna, hangi partinin iktidar olduğuna, modanın ne olduğuna, hangi arabanın kaç para olduğuna, hangi mekânların gözde olduğuna takılıp dünyanın, ülkenin asıl gidişatına, esas gerçeklerine uzak kaldık. Cüzdanımızdaki paradan başka bir şey düşünmez olduk. Sonra birden Tanrı hatırlattı kendini...

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
21 Mayıs 2014 Çarşamba

Nasıl bir süreçten geçiyoruz?

Neler yaşıyoruz?

Yaşanan güzelliklerin birer mükâfat bu tür zor süreçlerin de üstünde düşünülmesi gereken cezalar olduğunu düşünürüm hep...

Acaba bütün bunlar neden bizim başımıza geldi? Bundan çıkarılacak sonuç nedir, diye bakıyorum. Bütün sorularım bu sebepten...

Hep öyle değil midir zaten?

Din âlimleri de kutsal kitaplarda geçen olayların nedenlerini bulmak için niçin uğraşırlar? Orada anlatılanın boşuna olmadığından emin, neden insanları bu konuda düşünmeye sevk ederler ve buldukları doğruları onlarla paylaşırlar?

İnsan gibi insan olmanın sırrına ermek için, daha iyi bir kul olmamız için, en doğruyu, güzeli, iyiyi keşfedip Tanrı’ya layık olabilmemiz için değil mi?

Bu günler de tarihe yazıldı ve bizim de oturup bunun nedenleri, niçinleri üstünde düşünmemiz gerekiyor. Sakinleşip geçmişe dönmemiz, kendimize dönmemiz lazım ulusça...

Kimlere kızdığımızı, nerelerde nelere boş verdiğimizi, neleri görmezden geldiğimizi, neleri ummadığımızı, nelere gözümüzü kapayıp kulağımızı tıkayıp, işimize nasıl baktığımızı...

Kendimize olan müthiş ama boş güvenimizi, bu benim başıma asla gelmez deyişlerimizi...

Sahip olduklarımızın elimizdeyken kıymetini nasıl bilemediğimizi... Var olan değerlerin tesadüfen olmadığını, onlar için zamanında büyük bedeller ödendiğini...

Çok çabuk unutan, çok çabuk vazgeçen, çok çabuk yeni bir tarihe geçecek bir millet haline geldik.

Yalnızca doların kaç lira olduğuna, hangi partinin iktidar olduğuna, modanın ne olduğuna, hangi arabanın kaç para olduğuna, hangi mekânların gözde olduğuna takılıp dünyanın, ülkenin asıl gidişatına, esas gerçeklerine uzak kaldık. Cüzdanımızdaki paradan başka bir şey düşünmez olduk. 

Sonra birden Tanrı hatırlattı kendini...

Sahip olduklarının farkına varmazsan eğer, aklını, duygularını dengelemez, olanın bitenin gerçekten nelere mal olabileceğini görmezsen eğer ben sana hayatın dengesini hatırlatırım dedi.

Hatırlar, susarsın.

Hiçbir şey söyleyemez, hiçbir soru soramazsın.

Sorma da...

Soma, sana en iyi derstir.

Otur ve düşün.

İşte o zaman on dokuz yaşında toprağın yedi kat dibinde zehirli gaz soluyarak ölmenin, eve ayda 1200 lira götürüp dört boğazı nasıl doyurabileceğinin, hayat güvencen bile olmadan aydınlıktan karanlığa karanlıktan aydınlığa gidiş gelişlerinde yine de hayata umutla tutunmanın, öldükten sonra hiç hatırlanmayacak olmanın nasıl bir şey olduğunu otur ve düşün.

Benim bunda hiç mi suçum yok diye sorma kendine.

Kendini her düşündüğünde başkalarını da düşünmen gerektiğini, bu topraklarda yalnız yaşamadığını hatırlamayı dene.

Demez mi?

Mutlaka diyordur.

Ama insanoğlu başına ancak bir felaket geldiği zaman oturup düşünüyor işte!

Hala onun istediği gibi bir insan olamadığımızdan mıdır?

Sormamam lazım.