Bahar Feyzan’ın kaleminden: İnsan ne ile yaşar?

Kaleme aldığı ‘Aşk Yolcusu’ adlı romanı ile Struma faciasını kamuoyunun gündemine getiren Yazar Bahar Feyzan, yazılarıyla artık Şalom’da

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
4 Haziran 2014 Çarşamba

“İnsan ne ile yaşar?” Cep telefonuyla mı?

Birinci hikâyede telefon henüz yok. Bu anları sadece kendi yüreği kaydetmiş. Henüz hiçbir telefondan izlenemiyor. Öyle bir teknoloji de yok!

Yıl 1886. Aristocles, Yunanistan’ın küçük bir kasabası olan Vassiliko’da dünyaya gelir... Annesi Eleni ve babası Mathew, onu dönemin salgın hastalıklarından korumaya çalışırken, Aristocles 11 yaşında tifoya yakalanır. Üstelik bağırsakları hamurlu yiyeceklere karşı aşırı duyarlıdır. Köyün tek doktoru olan babası, durumu ağırlaşan oğluna güçlükle ilaç bulur, onu ecel yatağından kaldırır. Öyle hemen iyileştiremez elbet, tedavi bir seneden fazla sürer… Fakat babası, annesine sıkı sıkı tembihler. “Kesinlikle un, mayalı olan ne varsa verilmeyecek yasak,” diye. Hayatına mâl olacak kadar tehlikelidir... Aradan geçen iki senenin ardından anne Eleni bir gün evde kek pişirir. Mis gibi kokan kekin yanında soluğu alan oğluna kıyamaz ve kekten küçük bir parça verir. Ancak korkulan olur ve Aristoclas bu kez, bir önceki halinden daha da kötüleşir. Telaşla eve gelen babası, anne Eleni’nin oğluna kek verdiğini duyunca, dünyası başına yıkılır ve oğlunun öleceğini söyler. Bu kez anne Eleni yıkılır. Saatlerce ağlar. Kalbi kırılır, parçalanır, yerinden çıkacak gibi göğsünü sıkıştırır. Oğlunu kendi elleriyle ölüme gönderdiğini sandığı, saatler süren ağlamasının devam ettiği anlarda Eleni’nin kalbi üzüntüye daha fazla dayanamaz, aniden durur. Hayatı, acıdan duran kalbiyle trajik bir şekilde son bulur... Birkaç gün sonra mucizevi bir şekilde iyileşen Aristoclas ise annesini kaybettiğini öğrenir. Hayatta en çok sevdiği varlığın, kendisi yüzünden öldüğüne inanır, kahrolur. Henüz 13 yaşındadır. Annesinin ölümüne sebep olduğunu düşünmekten alıkoyamaz kendisini. Suçluluk duygusu içinden hiç gitmez. Üzüntüsünü dindirebilmenin yolunu ise yıllar sonra kendisini adadığı inancında bulur…

Bu duygu onu, İstanbul’da gülümsemeyen bir Patrik olarak hafızalara kazır. Ama O, içindeki çaresiz çocuğuyla geçirir yıllarını. Sonra bir gün içinde taşıdığı hüzünlü çocuğuyla, 86 yaşında İstanbul’da veda eder hayatına… Trajik hikâye, 1949-1973 yılları arasında Fener Rum Patrikhanesi’nde, Patriklik yapan Athenagoras’a ait... Athenagoras, patrik olduktan sonra aldığı isim.

“İnsan ne ile yaşar”? diye ona sorulsaydı, telefon ya da kaydetmek son cevabı olurdu. O sadece annesiyle geçirdiği anların kaydını isterdi belki… Yüreğinin resmini ancak gösterebilirdi.

Olmadı…

“İNSAN NE İLE YAŞAR?”

İkinci hikâye ise büyük bir başarı.

Yıl 2014. Nuri Bilge Ceylan, fotoğrafçılığını konuştururcasına çektiği filmlerinden sonuncusunda büyük ödülü kapıp geliyor. Cannes’da gururla elini havaya kaldırıyor. Kazandığı zaferi sonuna kadar hissediyor. Gülümsüyor... Filmlerini çekerken gördüğü objektiften, kendisini görebilmek için kim bilir neler verirdi. Eminim daha sonra kendisini izlediğinde, oradaki hislerinden sadece ufak parçalar bulmuştur, ekranda. Çünkü onun gözleri, yüreğine daha fazlasını taşıdı. Hiçbir kameranın alamayacağı kadar geniş bir açıdan gördü üstelik… O, bununla bir ömür yaşar.

“İnsan ne ile yaşar?”

Soru, Tolstoy’un kendisine ait. Cevabı da Justin Timberlake konserindeydi sanki.

Binlerce genç, saatler öncesinde konser alanında en önlerde yerini almışken biz, son dakika karar verenler üst tribündeydik. Justin Timberlake’in sahneye çıkmasıyla ben, kalabalıkların bir anda çığlıklarla ayaklanacağını beklerken başka bir şey oldu. Bekleyenlerin çoğu sanki standart bir ritüelmiş gibi cep telefonlarını havaya kaldırıp konseri çekmeye başladı. Çıkış anına mahsus olduğunu sandım. O sırada dans etmeye devam eden üç beş kişiydik.

Ancak ikinci, üçüncü, beşinci şarkı… Durum hiç değişmedi… Kalabalığın epeyce bir kısmı, telefonlarına nefes dahi aldırmadan kayda devam ettiler. Dans etmek bir yana, kıpırdayan tek yerleri, telefonlarıyla çekim yapan kollarıydı. O da yorulduğunda diğer kola geçmek için yahut kaydettikleri görüntüleri sosyal medyada paylaşmak içindi. Durum, karanlıkta daha da netleşti. Gecenin karanlığında konser, iPhone’dan canlı Justin Timberlake havasına büründü.

Bir süre dans eden azınlık olarak, beklediği coşkuyu yakalayamamış olmanın hayal kırıklığıyla yerimize oturduk... Bu soru o zaman aklıma takıldı. “İnsan ne ile yaşar?” Sorunun 2014 versiyonu “İnsan telefondan başka ne ile yaşar?” olurdu büyük ihtimalle.

Ancak bütün hikâyelerin anlattığı, ortak… İnsan, yüreğiyle yaşar.

Yaşananların kaydı yürekte tutulur. iPhone’lara değil, yüreğe yazılı olduğunda çalınma, silinme ihtimalleri de yoktur. Gerçekten yaşanmış ve hissedilmiş olarak orada kalırlar. Aradan yıllar geçer bir şarkı duyarsınız, kaç yıl önce şu konserde ve bu şarkıda deli gibi dans etmiştim diye kayıt çıkıverir, yürekten. Duyguları usulca içinize salar. Kendinizi konserde tam da o anlarda hissedersiniz. Ama siz konseri telefonla kaydetmişseniz, elinizdeki telefonla kaybolacak bir anı deposu, yüreğinize bile değmeden geçip gider…