‘Cevdet Bey ve Oğulları’

Köşe Yazısı
4 Haziran 2014 Çarşamba

David OJALVO


Orhan Pamuk’un 32 yıl önce ilk baskısını yapan ‘Cevdet Bey ve Oğulları’ adlı romanını son dönemde okudum. Bu kitap, Orhan Pamuk’un eserlerinden söz ettiğimiz farklı zamanlarda, arkadaşlarım tarafından bana önerilmişti. Yazarın daha öncesinde ‘Benim Adım Kırmızı’, ‘Kar’ ve ‘İstanbul: Şehir ve Hatıralar’ adlı yapıtlarını okumuştum. 2009’da soğuk Çamlıhemşin gecelerinde ‘Kar’ adlı romanın sıcaklığını yakalamış, 2011 baharında İstanbul’a dönerken, otobiyografik bir kitap olan ‘Şehir ve Hatıralar’ın’ sayfalarını büyük bir keyifle çevirmiştim. Otobiyografide yazarın annesi ile çatışmalarının, şehrin sokaklarını keşfettiği son bölümdeki kesişimden etkilenmiştim. İz bırakan bir okumaydı. Aradan geçen üç yılın ardından izleri, ‘Cevdet Bey ve Oğulları’nda’ takip ettim. Hissedebiliyorum, otobiyografinin öncesinde roman vardı.

***

Orhan Pamuk’un ilk romanını sevdim. Arkadaşlarım bu hacimli romanın başarısı konusunda haklıydı. Pamuk, bir ailenin üç kuşağa yayılan öykünü anlatıyor ve ağırlık, ikinci kuşakta toplanıyor. Cevdet Bey, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Müslüman tüccarlarından… Hırslı, azimli ve çalışkan… Cevdet Bey’in bir paşa kızı Nigân Hanım’la kurduğu ailenin çocukları Osman, Refik ve Ayşe… Gelinler Perihan ve Nermin… Refik’in mühendis arkadaşları Muhittin ve Ömer… Milletvekili Muhtar Bey ve Alman mühendis Herr Rudolph… 1930’lu yıllar ve Nişantaşı…

Bu yazıdaki amacım romanın konusunu aktarmak değil; daha çok yansımaları, düşünceleri paylaşmak. Cevdet Bey’inkisi büyükçe bir aile, Cumhuriyet’in kurulup filizlendiği döneme dair taşıdığı kesit önemli ve dikkat çekici. Politik bir öykü değildi okuduğum; ama 1930’luların politik ve sosyal dokusuna hatırı sayılır değiniler var. Cevdet Bey’in iki oğlundan Osman Bey, ticaret bayrağını babasından devralıp, iş yaşamını geliştiriyor. Öte yandan Refik Bey ise ticaretten ve sıradan aile hayatından sıkılıyor. Yaşama anlam arıyor ve mühendislik okulundan arkadaşı Ömer’in yanında, Erzincan’daki tren inşaatının bulunduğu şantiyeye gidiyor. Orada okumalar yapıyor, köy hayatı üzerine gözlemlerde bulunuyor ve bu doğrultuda Ankara’da kurduğu temaslarla bir kitap yayınlıyor. Orhan Pamuk, Refik üzerinden köy enstitülerini çağrıştırıyor ve sayfaların devamında bu oluşumdan söz edeceği beklentisini yaratırken, kahramanının arayışlarını irdelemeyi seçmiş...

Otuz yaşına dek şairlikte başarılı olma idealini benimseyen Muhittin de ilginç kahramanlardan. Romanda Muhittin’in milliyetçilikle tanışmasını, küçük atılımlarını izliyoruz. Etkileşimler onu bu hareketin parçası yapabilirdi; ama Muhittin’in bu çevrede rakip gibi görünen bir öğretmen ile bir tarihçinin arasında kalıyor ve hayattaki konumu bir kez daha belirginleşemiyor.  Okurken, ister istemez 2012’nin Aralık ayında seyrettiğim Vasıf Öngören’in ‘Zengin Mutfağı’ adlı tiyatro oyununu hatırladım. Gerek oyunda, gerekse Pamuk’un romanında “nasıl milliyetçi olunur” sorusuna doyurucu bir yaklaşım bulamadığımız gibi, romanda üstü kapalı eleştirel bir çizgi var…

Cevdet Bey ve ailesinin yaşadığı semt Nişantaşı… Orhan Pamuk, kestane ve ıhlamur ağaçlarını bolca vurgularken, semtin tarihi yapıları karakol ve Teşvikiye Camii’ni kullanmış. Ailenin bir zamanlar yaşadığı konak ve sonrasında inşa edilen apartmanın bulunduğu köşeden yüzlerce defa geçmişimdir. Bu yakınlık içimde sıcak duygular uyandırırken, dönemin dokusunu tramvaylardan, Beyoğlu’ndan, Ankara’dan, Erzican’dan daha çok hissettim.

Zaman içinde ‘Cevdet Bey ve Oğulları’nı’ düşüneceğim. Bugün için kanaatim, Pamuk’un bir arayış romanını kaleme aldığı. Soru ise şu olabilir: Cumhuriyet döneminin kahramanları kimlerdi? Cevdet Bey mi? Refik mi? Muhittin mi? Ömer mi? Sayfalarda anlatılmamış sınırları görmek zor değil. Bir o kadar da bazı sınırların günümüzde de devam ettiğini…