Güney Afrika’nın vicdanı: Nadine Gordimer

13 Temmuz günü 90 yaşında sonsuzluğa göç eden Nadine Gordimer, yalnızca yapıtlarıyla değil, eylemleriyle de Güney Afrika’daki ırk ayrımcılığına karşı savaş vermiş bir düşünce özgürlüğü ve insan hakları savunucusuydu

Nelly BAROKAS Kültür
23 Temmuz 2014 Çarşamba

Güney Afrika’da Nelson Mandela’nın öncülük ettiği apartheid karşıtı hareketin güçlü yazarlarından olan Nadine Gordimer, Nobel Komitesi tarafından “Muhteşem, epik bir yazar” olarak nitelendiriliyordu. 1991’de Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.

Nelson Mandela’nın, 1990’da hapisten çıktıktan sonra görmek istediği ilk isimlerden birinin de Gordimer olduğu biliniyor. Nelson Mandela, Gordimer’in yaşamında çok önemli bir yer tutuyordu. Oysa Gordimer’in de, Mandela’nın yaşamında çok önemli bir yeri vardı.

Gordimer, Mandela için, “Taştan oyulmuş bir heykel değil; çektiği acıları kinci kılmak şöyle dursun, ‘apartheid’ denilen o zindanı yaratanlara karşı bile daha insan kıldığı, etten kemikten, uzun boylu bir adam,” demişti.

Nelson Mandela da, 1962’deki yargılanması sırasında yaptığı “Ölmeye Hazırım” başlıklı ünlü savunmasının editörlüğünü üstlenen Gordimer için, otobiyografisinde hapisteki günlerinden söz ederken şöyle diyordu:

“Güney Afrika’yla ilgili tüm kitapları ya da Güney Afrikalı yazarların tüm yapıtlarını okumaya çalıştım. Nadine Gordimer’in yasaklanmamış ne kadar romanı varsa okudum ve beyaz liberallerin duyarlılığı konusunda çok şey öğrendim.”

Gordimer, 1923’te Güney Afrika’nın Gauteng iline bağlı Springs’de bir Yahudi saat ustasının kızı olarak dünyaya geldi, dokuz yaşında yazmaya başladı. Gordimer’ın yazın hayatı 15 yaşındayken Children’s Sunday Express adlı çocuk dergisine yolladığı öyküyle başladı. Kariyeri boyunca apartheid karşıtı içeriğinden dolayı çoğu kitabı ülkesinde yasaklansa da New Yorker’da yayımlanan öyküleri ona uluslararası şöhret getirdi.

Yazarlığın yanı sıra sıkı bir aktivist de olan Gordimer, son yıllarında AIDS hastalarına ücretsiz ve etkili ilaç verilmesi için başlatılan bir kampanyanın sesi olmuştu.

Ardında 30’u aşkın roman, öykü ve deneme kitabı bırakan Nadine Gordimer, 1991’de Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığında, Nelly Sachs’tan sonra (1966), bu ödülü alan ikinci Yahudi kadın yazar olarak tarihe geçmişti.

Ülkesindeki apartheid yönetimine şiddetle karşı duran yazar, 2008’de Kudüs’teki yazarlar konferansını boykot etmesi konusundaki çağrılara olumlu yaklaşmıştı. Buna karşılık, iki halk arasındaki anlaşmazlığın süregelmesine rağmen karşılıklı diyalogla barışın mümkün olduğuna inanan Filistinli ve İsrailli yazarların birlikte düzenledikleri Mishkenot Shaananim’deki edebiyat festivali davetini kabul etmişti.

Yahudiliğinin

eserlerine

yansımaları

Her ne kadar dindar olmayan, asimile bir ailenin kızı olarak yetişmiş olsa da Nadine Gordimer’in bazı eserlerinde içinde büyüdüğü Yahudi kültürü, yaşamı ve geleneklerinin yansımalarına rastlanır.

1953’te yayınlanan ilk kitabı ‘The Lying Days’de orta halli beyaz bir aileden gelen Helen’in fakir bir Yahudi’nin oğlu Joel ile arkadaşlığı konu edinir. Helen, Joel’in Yahudi kimliğine ve mirasına nasıl sahip çıktığına tanık olur.

Uzun yıllar sonra 1987’de Gordimer’in diğer bir eseri ‘A Sport of Nature’da Hillela adlı Yahudi bir kadın portresi tanıtır. Hillela, bir Afrika ülkesinin başkanının eşidir. Yarattığı Hillela adlı bu kadın hakkında; ‘Beni oldukça cezbetti. Belki de onun gibi olmak isterdim’ diyordu bir söyleşide.

1991’de yayınlanan ‘Jump and Other Stories,’ kitabındaki ‘My Father Leaves Home’ öyküsünde Gordimer, ana karakterin büyük olasılıkla göç ettiği Doğu Avrupa’daki bir kasabayı betimler. O kişinin antisemit eski dünyadan kaçışını ve Güney Afrika’da zenci karşıtı bir ortamla karşı karşıya gelmesini konu edinir.

Atalarının kültürü Nadine Gordimer’in edebi hayal gücünü kullanmasında önemli bir rol oynadı. Örneğin Franz Kafka’nın ünlü ‘Letter to His Father’ adlı eserine bir yanıt olarak kaleme aldığı ve 1984’te yayımlanan ‘Letter from His Father’ bunun belirgin bir örneğini oluşturur. Franz Kafka’ya hitaben yazılan bu eserden ufacık bir alıntıda Gordimer şöyle demekte: “Senin Yahudiliğin Yiddiş Tiyatrosu’nda öğrenilmiş bir Yahudilik. Bu hoş bir toplumdur. Ama gerçek şu ki; sen antisemittin Franz. Kendi halkına olanlar ile hiç ilgilenmedin. Büyüdüğün bölgede Yahudilerin sokakta, evlerinde ve iş yerlerinde saldırılara maruz kalmaları… Bunlar hakkında günlüklerinde, not defterlerinde tek bir sözcük bile göremiyorum. Sen Yahudileri hayal ediyordun sadece. (…) İbraniceyi öğrenmenden sonra senin ve kız kardeşin Ottla’nın Filistin’e gitmek gibi çılgın hayalleriniz vardı. Kibbutz’da patates toplarken zor nefes alırdın sen. Hakkında yazılmış son kitapta senin baban gibi Yahudilerin ‘küçük dükkân sahibi düşünce yapısına’, senin kazanmayı hayal ettiğin ekmeği kazanılmasına vesile olan düğmelere, kopçalara, kordonlar, kurdeleler, süs tarakları, ayakkabı bağları, fotoğraf çerçeveleri, ayakkabı çekecekleri gibi yeniliklere karşı başkaldırdığın belirtilmekte. Eğer bir Yahudi için kendini ikiye bölme mümkünse; sen bir antisemittin Franz. (Söz konusu sen olunca bence mümkündür)”

13 Temmuz günü hayata veda eden Nadine Gordimer, “Yazdıklarımda, çevremdeki hayatı kullandım, çevremdeki hayat ise ırkçıydı. Dünyanın herhangi bir yerinde de yazar olabilirdim, ama benim ülkemde yazmak ırkçılığa meydan okumaktı,” diyordu.

Gordimer’ın ölüm haberi duyulduğunda, ilk açıklamalardan biri de Nelson Mandela Vakfı’ndan geldi:

“Büyük bir yazarı, büyük bir yurtseveri, dünyada eşitlik ve demokrasi için yükselen güçlü bir sesi yitirdik.”

Nadine Gordimer’in bugüne dek Türkçeye çevrilen kitapları: 

‘July’ın İnsanları’ (Kırmızı Kedi 2010), ‘Yaşamaya Bak’ (Can Yayınları 2010), ‘Oğlumun Öyküsü’ (Can Yayınları 2010), ‘Ayartma’ (Can Yayınları 2010), ‘Evdeki Silah’ (Can Yayınları 2001), ‘Kimi Güzelliklere Doğar’ (Doğan Kitap 1999), ‘Yanımda Kimse Yok’ (Can Yayınları 1998), ‘Başka Dünyalar’ (Can Yayınları, 1989 2. Baskı 2004).