“Dostluk dediğin sadece yaşamda değil, ölümde de devam eder...”
Klasik müziğin gelişimine katkıda bulunmak ve Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden Bodrum›da yerli ve yabancı ziyaretçileri klasik müziğin evrensel değerleri çerçevesinde bir araya getirmek amacıyla Doğuş Grubu kurucu destekçiliği ile 2005 yılından beri düzenlenen D-Marin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali, 2014’de 10.yılını kutladı. D-Marin Turgutreis’te düzenlenen, dört gün süreyle günbatımı ve gece konserleri dahil yedi dinleti sunan etkinlik, bir marinada düzenlenen ilk ve tek klasik müzik festivali.
“Klasik müziğin daha çok dinleyiciye ulaşmasını, Türk sanatçıların yabancı sanatçı ve orkestralarla buluşarak dünya çapında çalışmalar üretmesini” hedefleyen, çok sayıda ünlü soliste, bir o kadar da ünlü orkestraya ev sahipliği yapmış olan festival, yöresel bir etkinlik değil; beşinci yılından beri Avrupa Festivaller Birliği’ne (EFA) de kabul edilmiş önemli bir uluslararası organizasyon.
Gün batımı konserleri, ayaktaki izleyicilerle 500 seyirci alabilen marinanın küçük amfitiyatrosunda sergileniyor. 21.00’de başlayan konserlerse marinanın çekçek bölgesinde. 3000 kişinin rahatça oturtulabildiği dörtgenin bir kenarına büyük bir sahne kurulmuş. Sahne her yerden görülse de, koca orkestra bile arka sıradakiler için mikroskopik boyutlarda kalıyor. Orkestranın ve solistlerin seslerinin her tarafa ulaşması mümkün değil. Burada imdada üst düzey teknoloji yetişiyor. Birkaç kamera ile çekilen canlı konser görüntüleri mekânın sağ ve solunda iki dev perdeye yansıtılıyor. Müziği bilen görüntü yönetmenlerinin elinden çıkan, sadece konser solistlerini değil, ortkestra içindeki mini soloları bile izletebilen çekimler gerçekten başarılı. Yankılanıp çınlamayan, gelişmiş ses düzeni de, canlı müzik kalitesi hiç bozulmadan, en arkada oturan izleyicinin bile konserin içine girmesini sağlıyor.
Festivalin 31 Temmuz’daki Gala Konseri hakkında basından öğrendiğimiz, açılış seremonisinde Devlet Sanatçısı Ayşegül Sarıca’ya onur ödülü verileceği ve Fazıl Say’ın yeni eseri ‘Yunus Balığı Sırtındaki Çocuk’un dünya prömiyerine ev sahipliği yapacağıydı. İskemlelerimizde bulduğumuz broşürlerden konserin önemli bir sürprizini daha öğrenmiş olduk: Dinletinin ilk yarısında Say’ın bestelediği son piyano konçertosu ‘Water / Su’ seslendirilecekti.
Sadece piyanosu ve besteleriyle değil, söyledikleri ve yazdıklarıyla da kendini çok iyi ifade etmesini bilen Say, bakın bu konçerto için neler söylemiş:
“Eserin Mavi Su adlı ilk bölümü, denizin sonsuz mavi suyu üzerine bir meditasyon denemesidir. Mutlu bir müziktir, denizin kendi coşkulu devinimlerinden etkilendiğimiz, oluşan deniz şarkılarının, kabarmaların, sessizliklerin, sadece deniz ve gökyüzünün duruluğunun bizi mutlu ettiği, egzotik tınıların, mavi suyu anlatmaya çalıştığı bir bölümdür.”
“Kara Su adlı ikinci bölüm, kuşkusuz küçük bir göl ve etrafında olup bitenlerdir. Gecedir. Kurbağa ve kuş sesleri işitilmektedir. Göl, sessizlik, Ay ve Ay ışığı üzerine yazılmış bir müziktir. Tuhaf sesler çıkaran ‘daxophone’ ve ‘waterphone’ çalgıları atmosfere şaşkınlık katar. Ortada gelen hızlı ara bölüm bir nevi peri dansı gibidir.”
“Üçüncü ve son bölüm Yeşil Su, bir derenin sonsuz akışı gibi… Suyun yeşilliği, yeşil hali, doğallığı, Heraklitos’un meşhur sözü aklımıza gelir; ‘Dere aynı dere ama su hep başka su.’ Orkestra elemanlarının kullandığı Vibra Tone çalgıları her yerden gelen titreyen sesler gibidir. Bölümün sonunda orkestra elemanları (her biri kendi ana dilinde) fısıldayarak şu sözleri tekrarlarlar; ‘Su hayat verir. Yaşamak su’dan gelir suya döner. Su hayattır. Hayat su’dan başlamıştır.’”
Say’ın her zamanki alçakgönüllülüğüyle ifade ettiklerinin çok ötesindeki bu olağanüstü bestenin icrasında, piyanoda Fazıl Say, arkasında, bebekliğinden beri müziğin içinde olan ünlü şef Naci Özgüç’ün yönettiği dünyanın en eski ve köklü orkestralarından Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olursa ne beklersiniz? Bestecinin o görkemli müziğini beklenmedik bir şekilde puhu kuşu damlaları gibi akan notaların dev orkestradan gelen tınılarla sevişmesinin dinleyicileri müthiş heyecanlandıracağını, izleyicilerin finalden sonra ayaklanarak dakikalar sürecek coşkulu bir tezahürat yapılacağını düşünürseniz, o duygusuz ve neredeyse isteksiz alkışlar benim gibi sizleri de şaşırtır!
Derinlikli yorumları ve ulaşılmaz virtüozitesiyle hem yaşayan en büyük piyanistlerden hem yüzyılın en önemli bestecilerden biri olan Say, konserin ikinci yarısında, Burgazada’dan Sait Faik’i selamladıktan kısa bir süre sonra, Bodrum sahillerinden antik bir efsaneyi “anlatıcı, vokal, piyano ve orkestra için bir müzikli dram” olarak sundu.
Hermias Efsanesi, bestelerinde ‘konulu müzik’ yapmayı tercih eden Say’ın 14 yaşındayken keşfettiğinden beri bestelemeyi arzuladığı, Milas’ın Güllük (İasos) beldesinde 3000 yıl önce geçtiği söylenen Grek kökenli bir efsane.
Ege’nin dünyalar güzeli çocuğu yetim Hermias’ın, oğlunu kaybetmekten korkan annesinin ve çocuğun dost edindiği yunusun öyküsünü, Özen Yula metne dökmüş: Hermias, arkadaşlarıyla denizde oynadığı bir gün gözden kaybolmuş. Her yerde aranmasına rağmen izi bulunamayan çocuğun denizde, bir yunusun sırtında mutlu ve keyifli dolandığı görülmüş. Bir süre sonra Hermias’ın bedeni, yanı başında arkadaşı gibi cansız yatan dostu yunus balığıyla birlikte kumsalda bulunmuş. Sanki ikisi de, ölümde de birbirinden ayrılmadıkları için, mutlulukla gülümsüyormuş...
Yunus Balığı Sırtındaki Çocuk, sadece bir devrin insanlarının ve kaybetmiş olduğumuz değerlerin değil, bir çocukla bir yunusun, günümüz insanına örnek olacak nitelikteki dostluklarının da efsanesidir. Ölen arkadaşını evine teslim etmek için gelen, ancak yanından ayrılamayıp onunla birlikte ölmeyi seçen yunus balığının öyküsü için Fazıl Say, “Özen’le birlikte Hermias efsanesindeki dostluğun altını çizebilmek için çok çalıştık; çünkü Türkiye’nin bu dostluklara ihtiyacı var,” diyor. “Madem birbirimizden dostluk öğrenemiyoruz, bari bir yunus anlatsın bize dostluğun ne olduğunu.” (Hürriyet Sanat, 30.07.2014)
Yunus balığını piyanoda seslendiren Say’a, bestecinin köyün halkı olarak gördüğü, Özgüç yönetimindeki 80 kişilik Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşlik ederken, öykünün anlatıcılığını Selçuk Yöntem yükleniyor. Viyana’nın ünlü çocuk korosu ‘Die Wiener Sängerknaben’den seçilen 11 yaşındaki Laurenz Sartena Hermias’ı, Serenad Bağcan da annesini canlandırıyor.
Biribirine bağlı altı bölümden oluşan Yunus Balığı Sırtındaki Çocuk, biraz da anlatılan öykünün karakterinden olacak, Fazıl Say’ın diğer eserlerine göre daha ‘alışıldık’, daha melodik bir yapıda.
Eser, Hermias’ın ‘a capella’ şarkısıyla başlıyor, orkestra alçak sesle eşlik etmeye başladığında, uzaklardan da yunusun sesi duyuluyor. Laurenz Sartena’nın billur gibi bir sesle, sözsüz (vokaliz) olarak söylediği bu şarkı, bir leitmotif olarak her bölümde karşımıza çıkacaktır.
Çocuğun şarkısının sonlarına doğru, ezginin üzerinde anlatıcının sesi duyulmaya başlıyor. Selçuk Yöntem, eserin konuşan tek karakteri olarak, ilk sözcüğünden final cümlesine, anlatıcılığın ötesinde öyküyü yaşayan ve yaşatan müthiş bir oyunculuk sergiliyor. İkinci bölümde orkestra, antik dansları hatırlatan, Grek müziğinden izler taşıyan ezgilerle Deniz Çocukları’nın oyunlarını canlandırıyor. Hermias’ın kaybolduğu üçüncü bölümün odak noktası annenin şarkısı. Sait Faik’de oyunculuk yeteneğine şahit olduğumuz Serenad Bağcan, Hermias... Hermias... diye koparttığı çığlığı, oğlunu yitiren annenin sözsüz ağıtına dönüştürürken olağanüstü. Eserin girişinden beri suskun duran piyano /yunus, dördücü bölümde (Yunus) Heremias’a büyük bir coşkuyla eşlik ediyor. Piyanosunu sadece elleriyle değil, tüm bedeni ve kimilerince aşırı bulunan mimikleriyle çalan Say, yunusun tüm duygularını yandaki ekranlara yansıtan yüz ifadesiyle, farkına varmadan dramanın en başarılı oyunculuklarından birini sergiliyor. Hermias’ın ölüme yatmasıyla Ege Dalgalarında Arayış adlı bölüm paralel kurgu olarak veriliyor. Eserin olağanüstü finalinde ise anne, Heremiyas’ın temasını çocuğun keyifli şarkısını özlem dolu bir ağıta dönüştürerek tekrar ele alıyor...
Arada geçen süre dinleyicilerin üzerine serpilmiş olan ölü toprağını kaldırmış olacak ki, bittiğinde ‘Hermias’ büyük bir coşku ile karşılandı. Selamda Say, her zamanki nezaketiyle iki solistini, anlatıcısını, müthiş bir şiirsel metin yazmış olan Özen Yula’yı olağanüstü bir performans sergilemiş olan orkestrayı haklı olarak öne çıkardı. Ama sonunda, yanılmıyorsam orkestra şefi Fazıl’ı öne iterek muazzam bir alkış daha kopmasını sağladı.
Gerçekten de, orkestrasından solistlerine, Yakup Çartık’ın ışıklandırmasından Başak Özdoğan’ın antikle moderni bağdaştıran kostümlerine müthiş bir performanstı ama olayı asıl unutulmaz kılan Fazıl Say’ın katıksız bir başyapıt olan bestesiydi. Okuyup etkilendiği efsaneyi 30 yıl boyunca olgunlaştıran Say, sanki solist ve besteci olarak bu 30 yılın birikimini Yunus Balığı Sırtındaki Çocuk’un 35 dakikasına sığdırmış gibiydi! Sanırım yukarıda alıntıladığım Hürriyet Sanat’ın haberinde bunun en güzel bestesi olduğunu söylemiş. Bugüne kadar yapmış olduklarını bilen biri olarak, tabii ki ‘şimdilik’ şerhini koymayı unutmadan haklı olduğunu söyleyebilirim.
Bugüne kadar oratoryolar, konçertolar, Mozart ve Beethoven konçertoları için kadanslar, çeşitli formlarda orkestra, oda müziği ve piyano eserleri, şan ve piyano için çok sayıda şarkı ve ‘Patara’ adlı bir bale bestelemiş olan, klasik müzik dışında usta bir caz virtüozu ve bestecisi de olan Say’ın bu eseriyle önümüzdeki yıllarda bir Fazıl Say operasına götürebilecek olan yeni bir yolda ilerlemeye devam ettiğini düşünüyorum.
Ölümde bile birbirlerinden ayrılmayan ikilinin, Say’ın ifadesiyle ‘som altından dostluk hikâyesi’ hayatı boyunca aklına takılmış olan üç efsaneden ilk bestelemiş olduğu. Darısı diğer ikisinin, Ahtamar ve Aspendos’un başına diyorum. Umuyorum ki, ilk perdesi ‘Hermias’ olan bir operanın ikinci ve üçüncü perdesi olarak karşımıza çıkarlar...