Türkiye’de Gazze trajedisi ile birlikte yükselen, yükseldikçe şişen ve sertleşen antisemitizme sağda ve solda karşı çıkan önemli bir kesim var. Onların seslerine ve uyarılarına kulak vermek gerek.
Gazze’deki savaş ile bunun sonucunda oluşan Gazze trajedisi ile birlikte Türkiye’de var olan Yahudi karşıtlığında iki önemli gelişme oldu. En önemlisi, bildik konvansiyonel medya antisemitizminden sonra milyonlara ulaşan sosyal medya sayesinde söz konusu nefret söyleminde geometrik bir şekilde artış oldu. Bir diğeri de, görece daha az önemli olsa da, kimi Türk Yahudilerinin, ‘bizim ülkemizde antisemitizm yok, gidin bakın örneğin Fransa’da neler oluyor’ söyleminin gerçekliğinin kaybolduğunu, bu iddia sahiplerinin de kabullenmesi oldu. Ve tabii ki, bu ikincisinin en önemli sonuçlarından biri de on yedi – on sekiz bin kişiye düşmüş mikro cemaatin her alanına nüfuz etmiş olumsuz hava, hüzün ve giderek yaşam kaygısından hareketle, pek hissedilmese de geçici panikleme durumu oldu. Ülke yöneticilerinin her vesilede antisemitizme karşı oldukları ve Türk Yahudilerinin, açık ve net şekilde, İsrail ile karıştırılmaması gerektiği söylemlerine rağmen nefret söyleminin hâlâ devam etmesinin yarattığı hayal kırıklığı ise meselenin bir başka üzücü boyutunu oluşturmakta.
Sosyal medyada gördüğümüz nefret söylemi, dogmatik sol kesimlerden kimi ulusalcılara, oradan da çok yoğun bir şekilde dinci kesimi kapsayan geniş bir yelpazede kendini gösteriyor. Bu arada bir başka gerçeği de teslim etmek gerek. Kimi haklı İsrail eleştirilerinin kesinlikle nefret söylemi kategorisine girmediğini söylemek gerek. İsrail’in, Hamas’ın oyununa gelse dahi Gazze’de özellikle sivil ve çocuk kayıplarıyla yarattığı trajedi tabii ki en sert şekilde eleştirilmeye muhtaç bir vaka. Lakin İsrail eleştirisinden çıkıp meseleyi toptanlaştırarak tüm dünya Yahudilerine mal edici, onları İsrail’in politikalarından sorumlu tutucu bir nefret söylemi de kendi içinde ciddi olarak sorgulanması gereken sosyolojik bir vaka değil midir?
Bölgemizde akla hayale gelmeyecek başka büyük mağduriyetler, insanoğlunun görebileceği en sert şekliyle tezahür ederken, bu meseleye sırt çevirip sadece Gazze trajedisi ile ilgilenip akabinde Yahudileri şeytanlaştırmak acaba antisemitizmin içselleştirilmesi ile mi ilgilidir?
Her toplumda olduğu gibi Yahudiler arasında da, katillerin, hırsızların, bilim adamlarının, yardımseverlerin, yani, özcümle hem ‘iyi’ hem ‘kötü’ insanların olabileceği neden kabul edilmez? Bir toplumu homojenize etmekte, toptan kötü göstermekte neden ısrarcı davranılmaktadır?
Bütün bunlara rağmen, Türkiye’de ırkçılığa ve antisemitizme karşı gelen çok sayıda insan olduğunu görmek de umut verici olsa gerek. Hem liberal, hem de dindar kesimden ruhunu ve vicdanlarını bir yerde bırakmamış olan önemli bir kesim ile, ezelden beri İsrail karşıtlığı söylemini bırakmayan sol kesimden de önemli bir bölüm aydın insan Türkiye’de gittikçe yükselen ve yükseldikçe şişen ve sertleşen antisemitizme karşı tarihi uyarılarını yapmakta.
Bakın, Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Talip Küçükcan ne diyor: “İslamiyet kategorik bir Yahudi düşmanlığını onaylamadığı gibi Yahudilere yönelik şiddet ve nefret içeren bir dil ve söylemi de onaylamaz. Ama Müslümanların da, diğerleri gibi İsrail’in devlet politikalarını eleştirmeye, kınamaya ve protesto etmeye hakları var. Ve bu hakkı kullanmaları, antisemitizm olarak değerlendirilmemelidir.
Diğer yandan Müslümanlar da bu hakkı kullanırken, benimsedikleri dil ve yönteme özen göstermelidirler. İsrail devletinin şiddet politikalarından duyulan kaygı asla Yahudi yazar, sanatçı, din adamı gibi bireylere ve Havra gibi Yahudi kavramlarına karşı bir öfkeye yönelmemelidir. Antisemitizm, İslam kültürünün bir ürünü değildir ve sosyolojik karşıtı da bulunmamaktadır. İslamiyetin özüne uygun olan da budur.”
Türkiye’nin kılcal damarlarına yerleşmeye çalışan antisemitizmi bünyeden atmak için hem Türk Yahudi Cemaati’ne, hem sosyologlara ve eğitimcilere hem de devlet yöneticilerine büyük iş düşüyor.
Antisemitizm eskide kalsın, ‘yeni Türkiye’de olmasın.