Maryam Mirzakhani ve İran’ın Değişen Yüzü

Sami AJİ Köşe Yazısı
3 Eylül 2014 Çarşamba

Geçen sene bu günlerdeydi. Eşim, vapurda dört turist görür. Elli yaşlarında, sempatik ve cana yakın. Tarzları gençliğimizde aşina olduğumuz azınlık hanımlarının tarzı, kısa kollu elbise veya etek bluz. Konuştukları lisanı kestiremiyor: Ermenice mi, Gürcüce mi? Meraktan çatlayacak. Üçü yanına oturmuş, diğeri yersizlikten ön sırada.

 “Benimle yer değiştirip arkadaşlarınızın yanına oturmak ister misiniz?” teklifi ile laf açıyor, İranlı olduklarını hayretle öğreniyor ve sohbet başlıyor.

Klasik “İstanbul’u nasıl buldunuz? Kaç gündür buradasınız?” gibi girizgâhtan sonra, konu İran’daki yaşam tarzlarına geliyor. Karımın aklında o sohbetten kalan en ilginç nokta şu idi: 

“Kızlarımızın en üst seviyede eğitim alabilmelerine çok önem veriliyor; biz de elimizden gelen tüm fedakârlığı yapıyoruz.”

Bu karşılaşmadan bir yıl sonra tüm dünya medyasında flaş olarak bir haber yayınlanmaya başladı:

“Matematik alanında Nobel ödülü kadar kıymetli sayılan ‘Fields’ ödülüne Maryam Mirzakhani layık görülmüştür. Bugüne kadar bu mükâfatı kazanan ilk kadın ve ilk İranlıdır.

Bu ödül kendisine (sıkı durun) ‘Teichmüller teorisi, hyperbolik geometri, ergotik teorisi ve symplektik geometri sahalarında yaptığı araştırmalar ve buluşları dolayısıyla verilmiştir.’(Şahsen, bunların ne demek olduğunu bilmiyorum ama çok önemli teoriler oldukları kesin.)

Ve bu genç dehayı tebrik eden ilk kişi, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin kendisi oluyor.

Tahmin edeceğiniz üzere derhal Google’a girdim. Ve ilk edindiğim bilgilere göre bu genç hanımın 1994 ve 1995 matematik olimpiyatlarında şampiyon olduğunu öğrendim. Ayrıca 2009 ve 2014’te iki ayrı ödül aldığını da okudum.

Eğitim geçmişi daha da ilgimi çekti. Ortaokul ve liseyi Tahran’da ‘Farzanegan Üstün Yetenekleri Geliştirme Merkezi’nde tamamlamış. Ardından yine Tahran’daki Sharif Teknoloji Üniversitesi’ni bitirdikten sonra 2004 yılında Harvard’da doktorasını yapmak üzere ABD’ye gidiyor ve oraya yerleşip, o ülkede kariyerini sürdürüyor. Çek asıllı bir bilgisayar mühendisi ile evleniyor. Bir kızları oluyor ve adını ‘Anahita’ koyuyorlar. (Anahita, eskiden İran’da yaygın olan Zerdüşt inancının bir tanrıçası olarak da anılır.)

Yine okuduğum kaynaklara göre, Maryam, 2008’den beri Stanford Üniversitesi’nde matematik profesörü olarak görev yapmakta.

Yukarıdaki çok kısa özgeçmiş, İran’ın değişik bir yüzünü karşımıza çıkarmıyor mu?

Bir düşünün, medyada bize yansıtılan haberlere göre İran ile ABD neredeyse harbe girmek üzerelerdi.  İran için ABD ‘büyük şeytan’. ABD ise İran’ın molla rejimini devirmek için elinden geleni ardına koymuyor. Tariflere uygun düşen, düşman iki ülke…

Daha da ilginci, ABD İran’a stratejik temel bilgiler aktarmamak için her türlü yöntemi de kullanıyormuş.

Ama gelin görün ki bilim söz konusu olunca görüntü değişiyor.  Örneğin, Tahran Üniversitesi’nin California’da iki, Iowa’da bir üniversiteyle işbirliği protokolleri var.

Maryam’ın mezun olduğu Sharif Teknoloji Üniversitesi’nin ise neredeyse dünya yüzünde ABD dâhil olmak üzere bilgi paylaşımında bulunmadığı teknoloji fakülteleri yok gibi.

Olaya bir de sosyal yönden bakalım. Yine medyada bize yansıtılan, müthiş bir dini baskısı altında inleyen, sanki her türlü haktan yoksun bir kadın profili. Ancak UNESCO tarafından yayınlanan rakamlar bize madalyonun arka yüzünü gösteriyor:

İran’da, 15-24 yaş arasındaki kadınların okuma yazma oranı yüzde 100. yaşları 15 ve üzeri olan tüm kadınların okuma yazma oranı yüzde 90’ları buluyor. Ve bence en önemlisi, fen ve mühendislik fakültelerinde tahsillerini sürdüren öğrencilerin yüzde 70’ten fazlası kız.

Özetle, Maryam Mirzakhani’nin matematik ödülünü alması, tesadüften ziyade, çok kuvvetli bir kültürel alt altyapının neticesi gibi görünüyor. Eğitime ayrılan bütçenin her gün arttırıldığı, araştırma ve geliştirmeye, İran milli gelirinden ayrılacak payın, bazı haber kaynaklarına göre, 2015 yılında, yüzde 3 olarak hedeflendiği de (ülkemizde şu anda bu pay yüzde 1 civarında) dikkate alınırsa, İran’dan dünya çapında, bilim ve sanat alanında, daha fazla kişilerin çıkması beklenmelidir.

Tüm yukarıdakileri yazdıktan sonra birdenbire,  düşüncelerim 2400 sene evveline gitti.

Büyük İskender’in bir projesi vardı. Ona göre, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da barış, ancak Antik Yunan ve Pers medeniyetlerinin kaynaşmalarıyla mümkün olabilecekti. Hatta yalnız kültürel alanda değil fiilen halkların karışmalarını istiyordu. Bu yönde örnek olmak için kendisi Şah’ın kızı ile evlenmiş ve generallerini aynı şekilde hareket etmeleri için teşvik etmişti. İskender’in çok genç yaşta ölümü bu projeyi akim bıraktı.

Belki hayal kuruyorum ama Antik Yunan medeniyetinin devamı sayılan Batı dünyası ile, Antik Pers medeniyetinin direkt mirasçısı İran, insanî değerleri temel alıp, akıl ve mantık yoluyla, bilim alanında gösterdikleri anlayışı, ‘siyasi arena’da da gösterebilirlerse o zaman bölgemizde barış ve huzurun sağlanması süratle gerçekleşebilir. Bence her iki cephede de, yaratıcı ve yapıcı çözümlere yol açacak gerekli alt yapılar mevcuttur.