Eriha’nın yıkılması ve ‘çığlık’ üzerine öznel bir bakış açısı

İnsanın duygularını, düşüncelerini, isteklerini, düşlerini dışa vurması genel anlamda ‘ses’ ile gerçekleşir. Bir de insanın içsel sesi, maneviyatı vardır. Tevrat’taki bir olayla ve ünlü bir ressamın tablosuyla bunu görmeye çalışalım

Tufan ERBARIŞTIRAN Perspektif
1 Ekim 2014 Çarşamba

İnsanın en önemli özelliklerinden biri de sesidir. Doğada yer alan gaz, sıvı ve katı maddelerin çıkardığı titreşimleri bizler ses olarak algılıyoruz. Her birinin kendine özgü (alçak, hızlı, güçlü…) bir ses frekansı vardır. İnsan duyma yetisi sayesinde bunları algılar, hangi sesin nereden ve nasıl geldiğini bilir, tanır ve buna göre bir karar verir. Ancak, bizim her sesi duyduğumuz söylenemez. 

Edvard Munch - Çığlık

İnsanın duygularını, düşüncelerini, isteklerini, düşlerini dışa vurması genel anlamda ‘ses’ ile gerçekleşir. Bir de insanın içsel sesi, maneviyatı vardır. Tevrat’taki bir olayla bunu görmeye çalışalım.

“Halk bağırmaya başladı, kâhinler de borularını çaldılar. Boru sesini işiten halk daha yüksek sesle bağırdı. Kentin surları çöktü. Herkes bulunduğu yerden dosdoğru kente girdi.” (Yeşu /1-20)

Yeşu peygamber döneminde gerçekleşen bu olay son derece ilginç ve etkileyicidir. Eriha’yı kuşatan İsraillilerin yüksek sesle bağırmaları üzerine kentin surları yıkılır.  Böyle bir olay daha önce hiç olmamıştır.

“Siz savaşçılar, kentin çevresini günde bir kez olmak üzere altı gün dolanacaksınız. Koç boynuzundan yapılmış birer boru taşıyan yedi kâhin Sandığın önünden gitsin. Yedinci gün kentin çevresini yedi kez dolanın; bu arada kâhinler borularını çalsınlar. Kâhinlerin koç boynuzu borularını uzun uzun çaldıklarını işittiğinizde, bütün halk yüksek sesle bağırsın. O zaman kentin surları çökecek ve herkes bulunduğu yerden dosdoğru kente girecek.”

Peki, ses bu denli güçlü olabilir mi?

SES NE KADAR GÜÇLÜDÜR?

Ayasofya’nın eski müdürü Erdem Yücel, yüksek ve yoğun bir sese maruz kalması halinde Ayasofya’nın yıkılabileceğini söylemişti. 1994’te bilimsel bir kurulun yaptığı incelemeler sonucunda böyle bir görüş ortaya çıkmıştı. Ayasofya gibi devasa bir yapının, yüksek ve yoğun bir ses akımına karşı korunmasız kalacağı, duvarlarının ve kubbesinin çökeceği sonucuna varmak en azından ilginç değil midir? Evet, Ayasofya gibi bir bina sesle yıkılıyorsa, Eriha’nın surları neden yıkılmasın? Üstelik Eriha’nın o dönemde sağlam bir beton, güçlü bir malzeme ile yapılmadığı bilinmektedir. O halde, sesimiz bu denli güçlü olabilir mi sorusuna yanıt arayalım. Bakalım karşımıza neler çıkacak?

Sesin hızı, saniyede 340 metredir. Bu hızın saatte 1224 kilometre hıza eşit olduğu tespit edilmiştir. Ses bu denli hızlı, güçlü ve etkili kullanıldığında hem duygu yoğunluğu hem de yıkım amaçlı bir sonuç ortaya çıkar. Ayrıca, insanın içsel sesi, onun kişiliğini, inancını, düşlerini de yansıtır. Her dönemde (coğrafyada), insan-ses ikilisi karşımıza farklı koşullarda çıkar. Aynı olaya bir de bu açıdan bakalım.   

Norveçli ressam Edvard Munch’un (1863-1944) yapmış olduğu ‘Çığlık’ (1893) adlı tablo çok ünlüdür. Resmin orijinal boyutları, 84 cm x 66 cm’dir. Ressam kendi döneminde, Ekspresyonist akımın öncülerinden kabul ediliyordu. Bu resim akımında, (Ekspresyonist –Dışavurumculuk) genel anlamda, abartılı ve bozulmuş renkler/şekiller/figürler konu edilir. Tıpkı usta bir karikatüristin çizgileri gibi, figürler hayli abartılı, aslını bozan, alaysı, ince uzun, bazen kaba saba görüntüler üzerine kurulur. Ressam duygularını yansıtmakla birlikte yaptığı tabloda tema olarak belirli bir duygu yoğunluğunu işler, renkleri ve çizgileri bu amaçla kullanır. Çizdiği her figür, görsel anlamda, dikkat çekici, bellekte kalıcı, resimdeki şekiller ve renklerle uyum içinde gösterilir. İnsanın öznelliğinde oluşan, sesin yaptırım gücü, maneviyat ile birleştiğinde, ortaya gerçekten inanılmaz bir sonuç çıkabilir. 

İLAHİ ANLAMDA SES

Eriha’nın yıkılmasında, ‘ses’in ilahi anlamda kullanımı söz konusudur. Kentin dışındaki halk, yüksek sesle bağırmadan önce, Ahit Sandığı tam yedi kez surların çevresinde dolaştırılır. Halk bütün dikkatini surlara vermişti. O surların karşısında duran halkın duyguları, hepsinin yüksek maneviyatı ile bütünleşmişti. Şimdi tabloya bu gözle bakalım.

Tabloda elleri kulaklarında, acı içinde çığlık atan, sanki birilerinden ya da gördüğü bir şeyden korkan bir figür vardır. Bireysel bir temanın içselliğinde, insanın kişilik ve psikolojik yetkinliği, sıra dışı bir teknikle yansıtılmıştır. A apriori bir anlayış ve yorumla yapılan, deney öncesini yansıtan, öznel bir bakış açısıyla ses imgesini bütünleyen bir tablo vardır karşımızda. Öznellik ile başlayan, sonrasında tümevarıma uzanan, deney öncesi ve sonrasındaki temel bağlantıyı kapsayan, bir ip cambazının insanı dehşete düşüren denge ustalığını andıran, düşünsel derinliği de olan bir tablodur. Ressamın kendi içsel sesi, haykırışı, isyanı, gördüğü manzara karşısındaki ürküntüsü doğrudan bu tabloya yansımıştır. Bu tablodaki figür, teknik açıdan abartılı ve alaysı bir görüntü içinde, sadece ‘ses’ imgesi üzerinden kendini var eder. Yani, bu figürün ana teması, var oluşu, öznelliği tamamen ‘ses’ üzerine kuruludur diyebiliriz. Tablodaki figür, kendi etkinliğini, nedenselliğini ben/merkez bir temel eksen üzerinden dile getirmeye çalışır.  İnsanın sesi, onun dışa vurumu açısından son derece önemlidir. Eriha’nın yıkılmasında ise, ‘ses’ bu kez, öznel olmaktan çıkar, ilahi bir anlam kazanır. Kentin ele geçirilmesi için, surların yıkılması gerekmektedir. Halkın yüksek sesle bağırması,  onların dinsel inanışları kadar, sesin kendi gücünün de önemi büyüktür. Ses imgesi burada, öznellikten genelliğe yükselmiştir. Ayrıca, herkes gördüğü kadardır diye bir imaj ortaya çıkmaktadır. Bu mesaj, İsraillilerin kendi seslerine maneviyat katmalarından farklıdır…

Yeşu’nun “yüksek sesle boruları çalın ve bağırın” demesi yeterli miydi? Bizce olayın bir de manevi boyutu vardır.

“Yeşu halka şu buyruğu verdi: ‘Savaş naraları atmayın, sesinizi yükseltmeyin. ‘bağırın’ diyeceğim güne dek ağzınızdan bir tek söz çıkmasın. Buyruğumu duyunca bağırın.’”

Yeşu’nun önderliğinde yapılan şudur: Ahit Sandığı her gün düzenli olarak kentin çevresinde dolaştırılır. Yedinci gün (Şabat) kentin çevresini yedi kez dolaşırlar. Nihayet yedinci gün kâhinler boruları çalarlar ve halk Yeşu’nun talimatıyla bağırmaya başlar. Burada nasıl bir bağırma olduğu belli değildir, sadece yüksek sesle bağırdıkları yazılır. Kısaca şöyle bir denklem kurabilir miyiz?

Doğa = Eriha   

Figür = İsrail Halkı

Abartılı renkler = Yaşanılan mistik atmosfer

RENKLER VE SESLER

Yeniden tablomuza dönelim, bakalım bu kez neler göreceğiz? Ekspresyonist resim akımında, teknik olarak farklı bir anlayış vardır. Tüm bunlar söz konusu tabloya yansır. Keskin, sivri, göze batan, köşeli çizilmiş renkler kullanılır. Kırmızı ve turuncunun tonları, insanın içindeki birikmişliği, öfkeyi, acıyı, dramı dışa vurur, yansıtır. Dairesel ve yumuşak tonlar/şekiller/renkler ise (özellikle mavi) sakinliği, huzuru ve sessizliği anlatır. Tablodaki figürlerle renkler arasında, doğrudan ve dolaylı bir etkileşim söz konusudur. Öte yandan, Eriha’nın önlerinde bir kale olarak durması, putperestlerin iğrençlikleri, oradaki yaşamın din dışı koşulları nedeniyle, İsraillilerin ilerlemeleri için bu kentin ‘düşmesi’ gerekiyordu. Yani, tablodaki kırmızı ve turuncu renkler, İsrail halkının karşısındaki pagan inancını yansıttığını düşünebiliriz. O renklerdeki atmosfer, mistik görüntü ile İsrail halkının o anda yaşadığı duygu yoğunluğu bize bunu çağrıştırmaktadır. Figüre yakın olan mavi ve tonları ise, aynı figürün içsel sarkmalarını dile getirmektedir. Bir yerde kişisel, öznel bir ‘çığlık’ ile doğanın karmaşası karşısında, kendini küçücük gören, bu anlamda ezilen ve haykıran bir figür vardır. Diğer yanda, Tanrı’nın emriyle bir kentin surlarını yıkmak isteyen insanların aynı anda bağırması… Tablodaki figür, yaşadığı ya da gördüğü bir olay (manzara) karşısında, hayretini ve korkusunu tüm gücüyle dışa vurmakta. Kendi sesi, imgesel bir duygu yoğunluğu olmakla birlikte, doğanın hoyratlığına ve koşullarına karşı bir meydan okumadır aslında. Figürün sesi, bir yerden sonra, kendi içselliğini ve yetkinliği aşmakta, yüksek bir maneviyatın kapılarını zorlamaktadır. Ses, fiziksel bir duyumun, yaptırımın, etkinliğin dışına taşmıştır artık. O ses ile figürün öznelliği bir araya gelmiş, tek bir temanın içselliğinde, yeniden bir varoluşun kalıplarına geçmiştir. Eriha da böyle bir yeni oluşumun, somut görüntüsüdür diyebiliriz. Kalenin surları ile figürün sesi, somut-soyut düzleminde, var oluş ile yok oluşun iç içe geçmesiyle bir bütünlük gösterir. Eriha ile figürün karşılıklı teması, fiziksel bir dünyanın dışına taşmakta, edilgen-edilgin çatışkısı söz konusu olmaktadır. Aynı ses, farklı bir düzlemde (farklı bir dönemde), maneviyat kazanarak, somut bir çatıyı (yapıyı, binayı, kenti) yıkabilmektedir. Sesin içselliğinde var olan, Tanrısal ilahiyat sayesinde, somut ve soyut düzlemlerin, insan iradesiyle yer değiştirmesi, bir duvarın yıkılmasıyla son bulabilir. Aslında söz konusu ‘duvar’ ve ‘ses’ tam anlamıyla birer imgesel örnektir. Kalenin surları ile ses çarpıştığında, ortaya çıkan manzara görüntüsel olmaktan çok, imgesel anlamda insana yönelik ilahi bir anlam taşımaktadır.         

Tanrı’ya inanan İsraillilerin maneviyatı son derece güçlüdür. Tanrı onlara her zaman yanlarında olacağını, yol göstereceğini, hepsini koruyacağını söylemiştir. İmanı sağlam, maneviyatı yüksek, tüm konsantrasyonu ile bağıran halkın sesi sayesinde, bir kentin surlarını yıkabilir düşüncesi çok da anlamsız gelmiyor. Günümüzde sesle bardak, tabak, cam ve bazı nesnelerin kırıldığını biliyoruz. Sesin ölçü birimi desibel olarak adlandırılır. Normal konuşma sesin şiddeti 30 ile 40 desibel arasındadır. Ancak, sesin şiddeti arttıkça, gücü ve yıkıcılığı da o oranda artmaktadır. Ciğerlerimizden gelen, içimizdeki havanın ses tellerimiz aracılığıyla dışarıya çıkardığımız sesin yıkıcı sonuçları şaşırtıcı değildir. Suyu belirli bir basınçla bir ahşaba ya da bir metale yönelttiğimizde, bir lazer gibi kesildiğini görürüz. Sesin de benzer türden bir işlevi neden olmasın? Üstelik sesimizde Tanrı sevgisi, inancı varsa, daha da güçlü olamaz mı? Tevrat’ta anlatılan tüm olaylar, yaşanılan gerçekler, söylenilen sözlerin her dönemde farklı koşullarda karşımıza çıktığını biliyoruz. Tıpkı tablodaki figürün kendini ‘ses’ ile var etmesi gibi, İsrail halkı da Tanrı’ya olan inancıyla, Eriha kentinin surlarını ‘sesle’ yıkarak kendini bir kez daha var etmiştir. Tüm bu yazdıklarımızı ve yorumlarımız tamamen kişiseldir ve tartışmaya açıktır…

İnsanın içsel sesi, fiziksel sesinin önündedir ve çok daha değerlidir. Önemli olan bunun ayırdına varmamızdır. Yazımızı Tanrı’nın isteğiyle Hz. Musa’nın yazdığı ve söylediği Aazinu şarkısının ilk sözleriyle bitirelim.

“Kulak verin ey gökler – konuşacağım!

Ve duysun yeryüzü ağzımın sözlerini!” (Devarim – 32:1)