Yom Kipur – Bağışlama ve uzlaşma

Rav Mendy Chitrik’in, Yom Kipur 5775 münasebetiyle Aşkenaz Sinagogu’nda gerçekleştirdiği konuşma

Kavram
12 Ekim 2014 Pazar

Tercüme: Viktor Bensusan ve Estreya Seval Vali

 

 

 

 

Yom Kipur’un temaları bağışlama ve uzlaşmadır.Tüm dualar boyunca adeta bir slogan gibi tekrarlanan konu bozuk ilişkileri düzeltme gücüdür.

 

Hepsinden Daha Uzun Yaşadı

Bir Yom Kipur günü bir haham bağışalamakla ilgili bir konuşma yapıyordu.

Konuşmasının bitiminde kaç kişinin düşmanlarını bağışlamaya hazır olduğunu sordu.

Dinleyicilerin yarısı ellerini kaldırdı.

Bu sonuçtan tatmin olmayan haham cemaatine bir yirmi dakika daha konuştu ve aynı soruyu sordu.Bu sefer orada bulunanların yüzde sekseni ellerini kaldırdı.

Hala tatmin olmamış olcak ki, aynı konuda bir 15 dakika daha konuştu ve sorusunu tekrar sordu.

En arkada oturan yaşlı bir hanım haricinde herkes ellerini kaldırdı.

 “Bayan Goldstein, düşmanlarınızı affetmek istemiyor musunuz siz?”

“Hiç düşmanım yok ki benim.”

“Bu çok olağandışı bir durum.Kaç yaşındasınız?”

"106 (Yüzaltı)."

“Bayan Goldstein lütfen yanıma gelip 106 yaşına gelmiş bir kadının bu dünyada tek bir düşmanının bile olmamasını cemaatimize açıklayabilir misiniz?”

Yaşlı kadın tutuna tutuna ve zorlukla hahamın yanına geldi ve cemaate dönerek “Hayatta kalan bir düşmanım bile kalmadı artık.” dedi.

 

Korkunç Bir Trajedi

Yaz genelde muhteşem bir mevsimdir.Ama bazen aldığımız trajik haberler yazın bütün güzelliğini alıp götürür.Son dört yılda İsrail Ambulans Hizmetleri ihmal ve kaza sonucu arabalarda çocukların gereğinden uzun süre sahipsiz bırakıldığı yaklaşık yüzyetmiş vaka tespit etmiş.Bu vakalardan sekizi maalesef ölümle sonuçlanmış.(T-nrı hepimizi böyle bir acıdan esirgesin.)

İsrail’in orta bölgesinde yer alan bir haredi kasabası olan Modi’in Illit’te Hasidik Boimel ailesinin Chaim adlı 4 yaşındaki oğlu evlerine yakın bir anaokuluna devam etmekteydi. Bazen birileri Chaim ve başka çocukları okullarına arabayla bırakırlardı.Nachman Shtitzer bu okulun genç öğretmenlerinden biriydi. Sarı saçlı, sarı peyoslu (bukle favorili), uzun boylu, zayıf ve yakışıklı yeni evli bir gençti.Arabasının arka camına, okula getirip götürdüğü çocukları aşırı sıcaktan korumak için perde yaptırmıştı.

Sıcak bir yaz günü, Chaim ve birkaç çocuğu okula götürmek üzere topladı.Okula geldiğinde çocuklar arabadan indiler.Nachman da arabayı kitleyip okula girdi.Ama araba boş değildi.Chaim uyuya kalmıştı.

Nachman, okul bitiminde başka bir öğretmen arkadaşıyla arabasına bindi.Arkadaşı arka koltukta birşey olduğunu fark etti ve “bu nedir?” diye sordu.

“ ‘Bu nedir?’ nasıl bir soru???” deyip dona kaldı.

Temelilkyardım bilgisine dayanarak, Nachman o anda yapılacak hiç bir şeyin kalmadığını fark etti.Şokun da etkisiyle, iki öğretmen bütün güçleriyle bağırarak birilerinin ambülans çağırmasını istediler. Ama iş işten çoktan geçmişti. Dört yaşındaki zavallı çocuk, kavurucu sıcağa dayanamayarak hayatını kaybetmişti.

Nachman’ın dünyası bir anda yıkıldı.Genç, ve birkaç çocuğu olan evli bir adamdı ve büyük ihmali yüzünden masum birçocuğun ölümüne neden olmuştu.İhmal kanunen bir suçtu ve hemen polis tarafından gözaltına alındı.Suçunu ve olası bir üç yıllık hapis cezasını vakit kaybetmeden kabullendi.Acısını anlatmak için kelimeler kifayetsizdi.

Chaim Boimel’in cenazesi tahmin edeceğiniz üzere yürek parçalayıcıydı.Anne-baba üzüntüden kendilerinden geçmişlerdi. Gene de babası konuşacak gücü bularak, T-nrı’ya hitap etti: T-nrım, yüzüme büyük bir tokat attın. Bu tokadı belki ben hak etmişimdir, peki ya zavallı eşim? O dürüst ve adil bir insandır, onu neden bu kadar incittin?” Çocuğun annesi metanetli bir duruş sergilese de yakınları onun her gece ağlamaktan yastığında kuru bir nokta bırakmadığını çok iyi biliyorlardı.

Böyle bir trajedide nasıl davranmalı ve buna sebep olan kişiye nasıl bir tepki göstermeli?İnsan bu sorular altında ezilip doğru hislerini bile kaybedebilir. İşte tam bu noktada, Chaim’in dedesi önderliğindeki ailesi olağanüstü bir adım atmaya karar verdi.

Dedesinin ismi Yisrael Lichter’di.Büyük bir bilge olan dedesinin erkek kardeşi Aaron Lichter ile Tzfat’taki çocukluğumda komşuyduk.Hahamı olan Lelover Rabbi’nin talimatıyla son otuz yıldır her gün bin ikiyüz yoksula parasız yemek verilen bir aşevi işletmekteydi.Lichter’in neşeli ve delidolu bir karakteri ve arada bir tutan ters damarı vardı.Ama kalbi çok büyük ve inancı oldukça yüksek bir insandı.Herkese ya bir espri yapar ya da nasihat verirdi. Sizi az tanısa da kucaklayarak karşılar ve etrafındaki herkes tarafından sevilirdi.

Chaim’in annesinin babası olan Bay Lichter de bu trajedi karşısında oldukça sarsılmıştı.Kızının perişan halini görmek onu daha da üzüyordu. Ama, bu trajediye neden olan Nachman Schnitzer’e baktığında, karşısında en ağır cezayı hak eden bir azılı bir katil değil polis tarafından götürülen omuzları çökmüş, başı eğik, zor adım atabilen bir genç görmekteydi. Karısı ve çocukları olan ve feci bir ihmalin ağırlığını tüm hayatı boyunca üstünde taşıyacak bir adamdı bu. Onu adım adım takip etmek veya yok saymak yerine benim için inanması oldukça zor bir şey yapmaya karar verdi.

Çocuğun anne ve babası ile birlikte Nachman’a bir mesaj göndererek kendisini bir akşam Şiva (Siyete) sırasında görmek istediklerini bildirdi. Nachman doğal olarak bu teklifi reddetti.Chaim’in annesinin, babasının ve dedesinin karşısına nasıl çıkabilirdi?Onlara ne diyecekti?Gözlerinin içine nasıl bakacaktı?

Ama ölen çocuğun ailesi kararlıydı ve işin peşini bırakmadı.onu kesinlikle Şiva’da görmek istiyorlardı. Nachman’ın seçme şansı yoktu, gitmeliydi.Ölümüne neden olduğu çocuğun ailesi ile yüzleşmesi gerekiyordu. Halen ev hapsinde tutuluyordu ve olayın derin şokundaydı ama Şiva’ya gene de gitti.

Matem evine girdiğinde, Chaim’in dedesi başka tarafa bakacağına ayağa kalktı ve Nachman’ı kucakladı.

Görenler gözlerine inanamıyorlardı.Nachman bile bu durumun oldukça anormal olduğunu hissediyordu.Aslında dede, kasıtsız olarak ölüme neden olan Nachman’ın da bu trajik olayın kurbanlarından biri olduğunu düşünüyordu. Nachman psikolojik olarak yarı ölü bir insandı ve Chaim’in dedesi onu kucaklamaya karar verdi.

Chaim’in dedesi davaya atanan savunma avukatı ile görüştü ve ona Nachman lehine ifade vereceğini, olası bir hapis cezasını önlemeye veya en azından hafifletmeye çalışacağını söyledi.“Nachman’ın karısı ve küçük çocukları var. Bu çocuklar üç yıl hapis cezası boyunca babasız mı kalsınlar? Bu işten kim kazançlı çıkacak?” Avukat, yirmi yıllık meslek hayatında böyle birşeyle hiç karşılaşmadığını söyledi.

İsrail televizyonu olayı öğrenince dede ile röportaj yaptı ve Nachman’ı nasıl kucakladığını ve onun lehine ifade verdiğini sordu.

Dede, Yisrael, 1800 yıl önce yazılmış Yeruşalayim Talmud’unu açtı. Orada, eğer içselleştirebilinirse devrim niteliğinde olan bir şey yazmaktaydı:

 

דף ל,ב פרק ט הלכה ד גמרא 

 כתיב לא תקום ולא תטור את בני עמך.

היך עבידא הוה מקטע קופד ומחת סכינא לידוי תחזור ותמחי לידיה.  (ויקרא יט) ואהבת לרעך כמוך.  רבי עקיבה אומר זהו כלל גדול בתורה

Dede Talmud’un sözlerini televizyonda tercüme etti:

“Eğer sağ elimdeki bıçakla et keserken kazayla sol elimi kesersem, ne yapmam gerekir? Bana bu acıyı yaşatan sağ elime nasıl bir karşılık vermeliyim?Bıçağı sol elime alıp sağ elimi ceza olarak kesmeli miyim?Bunun intikamını almalı mıyım?Sol elime verdiği acı için sağ elimi cezalandırmalı mıyım?

Nachman bu çocuğu öldürmek istedi mi?Hayatı boyunca bu derin acıyı yüreğinde taşımayacak mı?Hergün bu trajik olayı düşünüp pişmanlık duymuyor mu?Biz tek bir vücut gibiyiz. Vücudumun bir tarafı başka bir tarafıma zarar verdi. Acaba onu mu cezalandırıyor olacağım yoksa kendimi mi?”

Bu trajediyi takip eden aylarda dede Yisrael Lichter düzenli olarak Nachman ile görüşmeye başladı. Ona kendi hayatına devam edebilmesi için destek ve güç verdi. Chaim’in annesi ve babası da benzer bir yaklaşımda bulundu.

Müteakip aylarda Lichter ve Shtitzer çocukları arabada yalnız bırakmanın tehlikelerini vurgulayan bir güvenlik kampanyası başlattılar.Amaçları benzer bir trajedinin başka ailelerin başına gelmemesiydi.

 

Bu trajedi geçen yaz oldu. Birkaç hafta önce olan bir gelişmeden sonra İsrail’de gözyaşları sel oldu.Bunu konuşmamın ilerleyen bölümlerinde size aktaracağım.

 

Affedemez miyiz?

Kendi kendime düşündüm.Chaim’in dedesi Yisrael Lichter böyle şartlar altında affedip kucaklamayı başarıyorsa, ben de yapamaz mıyım?

Hayır, affetmek geçmişi silmiyor, bir hatırayı bilgisayardaki gibi kolayca deleteedemiyor, ızdırabı da yok etmiyor. Ama insan ruhunun yapabileceği en asil hareketlerden birini oluşturuyor.Vicdan azabı çeken, ilişkide yeni bir bölüm başlatmak isteyen, kendi hatasından dolayı azap çeken insanları affetmeye çalışın.

Kin tutmak doğal ve insani bir tepkidir.Affetmek ise insanın doğasına ters düşüp Kutsal olmasıdır. Affetmek üç şeyin farkına varmaktır:

1. Hepimiz hayattaki üzüntülerden etkileniriz. Hepimiz zayıf düşüp kötü hatalar yapabiliriz.Hepimiz kalbiminizin derinliklerinden birşeylerden korkarız.Gök gürlediğinde hepimiz titreriz, bedenimiz hastalığında hepimiz sendeleriz.

2. Affetmek, T-nrı’nın çocuğu olarak benim sarsılmaz özgüvenimi ve gücümü bizzat tanımak anlamına gelir. T-nrı’nın yarattığı içimdeki ‘ben’i kimse yok edemez. Ve içimdeki ‘ben’ mağdur değildir tam tersine affetme gücüne sahip biridir.

3. Nihayetinde, affetmek senin ve benim özümüzde olan bir olma halinin uzantısıdır. Ben seni affetmemi engellersem kendimi de cezalandırmış olurum.

Ve bu aslında Tanah’ın ünlü sözlerinin anlamıdır: “başkasını kendin gibi sev.” Çünkü derin bir perspektiften baktığımızda sen ve ben daha büyük bir bütünün parçalarıyız, bir vücudun uzuvlarıyız.

 

Böbrek Eşleştiricisi

Doğrulayamadığım bir hikaye duymuştum bir keresinde.1960’lı yılların sonlarına doğru New York’ta tek bir oğlu olan bir Holokost kurtulanı yaşıyordu.Oğlu, hızla ilerleyen bir böbrek hastalığına yakalandı.Doktorlar kendisine, uyumlu bir böbreğin en kısa zamanda oğluna nakledilmesi gerektiğini söylediler.

Bütün yıl aramalarına rağmen uygun böbreği bir türlü bulamadılar.En sonunda Toronto’da uygun bir böbrek donörünün olduğu haberi geldi. Böbrek nakli için iki hafta sonraya gün alındı. Baba-oğul son testleri yapmak ve ameliyata hazırlanmak için Toronto’ya gittiler. Ameliyattan tam bir gün önce hemşire onları arayarak, donörün son anda böbreğini vermekten vazgeçtiğini haber verdi. Adam yıkılmıştı.Donörün telefon numarasını istediyse hastane gizlilik kuralları çerçevesinde vermeyi reddetti. Adam bir şekilde numarayı temin etti ve aradı. Donör telefonda “Ben size böbreğimi vermeye hazırdım ama babam aniden böbreğimi vermeme karşı çıktı.Hatta kesin bir yasak koydu.”

Adam oğlunun hayatı için yalvarmaya başlayınca donör ona “Üzgünüm sevgili babamın isteklerine karşı gelemem, istersen git kendin konuş” dedi.

Adam, donörün babasının telefonunu aldı ve aradı.Kim olduğunu söylediğinde ise telefonu suratına kapadı. Sonunda adam, babanın evine gitti, kapıyı yüzüne kapatacakken araya ayağını koyup içeri girmeyi başardı ve ona “ben bir Holokost kurtulanıyım ve bu benim tek çocuğum, lütfen böbrek naklini gerçekleştirelim” dedi.

Donörün babası adama döndü ve sordu, “Beni hatırladın mı?”Adam hatırlamadığını söyledi.Bunun üzerine baba öfkeyle “Ben de savaşın sonlarına doğru toplama kampındaydım, sen ise orada Nazilerle işbirliği yapan bir KAPO’ydun.Bir gün ekmek çalıp bazı istenmeyen şeyler yaptık ve sen Alman askerleri ile bizi cezalandırmaya geldin.SS’in talimatı üzerine yanımda duran oğlumu alıp götürdün ve ben onu bir daha görmedim.SENİN oğlunun hayatını kurtarmak için benim oğlumun böbreğini bağışlayacağını duyduğumda, anında engel oldum.Kaderin cilvesine bak, benim çektiğim ızdırabı şimdi sen çekeceksin, simdi senin oğlun ölecek.”

New York’tan gelen böbrek hastasının babası bütün bunları duyunca ağlamaya başladı: “Şimdi sana senin hikayenin sonunu anlatayım. Almanlar için çalışmam benim tercihim değildi, aksi takdirde beni öldüreceklerdi. Ama benim yüzümden kimse ölmedi.Senin yanından almak zorunda kaldığım oğlunu gaz odalarına gönderecek gücüm yoktu.Onu tavan arasında sakladım, çok riskli olmasına rağmen ona baktım, yemek verdim, birkaç ay sonra savaş bitti.Senin başka bir kampa gönderildiğini duydum.Seni aradım, bulamadım ve milyonlarca insanla birlikte senin de öldürüldüğünü varsaydım.

“Ben de çocuğu aldım ve kendi öz oğlum gibi yetiştirdim.” Gözlerinde yaşlarla sözlerini şöyle noktaladı: “Gördüğün gibi oğlun böbreğini benim oğluma değil kendi abisine verip bir hayat kurtaracaktı, benim oğlum senin uzun yıllar once kaybettiğin oğlundur. Şimdi neden bir tek bu iki çocuğun böbreklerinin eşleştiğini anlıyorum çünkü onlar kardeşler.”

Bu hikaye güçlü bir mesaj içermektedir: Yom Kippur bizden, bize acı veren kişileri affetmemizi istemektedir. Neden bir yabancıyı – veya kardeşimi affedeyim ki?Her koyun gibi o da kendi bacağından asılsın.Ama aynı böbrek hikayesinde olduğu gibi gerçek bunun tam tersi.Biz biriz.Sana karşı öfke ve nefret beslediğim sürece kendimden de aslında nefret etmiş oluyorum.Sol elimin intikamını almak için sağ elimi kesmiş oluyorum.Seni affedince, bu süreçte kendimi de kötü hislerden arındırmış oluyorum.

 

İki İstisna

İki istisna vardır:

1-Eğer bir kişi bir başkasının canını acıtıyor ve pişmanlık ifade edip affedilmek istemiyorsa, hatta tersine zarar vermeyi sürdürüyorsa, onu affetmek ona onay verip destek olmak anlamına gelir, ahlaken böyle bir kişiyi affetmemiz yasaktır. Affedersek bizde işlediği suça ortak olmuş oluruz.

1991 yılındaki Birinci Körfez Savaşı’nda, bir gazeteci Amerikan güçlerinin komutanı General Schwarzkopf’a çocukları öldüren teröristleri affetme konusundaki fikrini sordu.

Shwarzkopf şöyle cevap verdi: “Teröristleri affetmek bizim değil, T-nrı’nın işidir. Bizim görevimiz teröristler ile T-nrı arasındaki bu toplantıyı organize etmektir.

2-Başkasına verdiğin bir zarar ve ızdıraptan dolayı seni affedecek kişi ben değilim. Ben yalnızca bana zarar verip, bana ızdırap çektirirsen seni affedebilirim, o da seni affetmem senin başkalarına zarar vermene sebebiyet vermeyecekse. Ama seni başkası adına ben affedemem.

Mişna der ki: “T-nrı’ya karşı işlenmiş günahlar için Kefaret Günü olan Yom Kipur affedilme sağlar. Ama bir insanın komşusuna karşı işlediği bir günah için Yom Kipur hiç bir şekilde bir af sağlamaz, affedilmek istiyorsa bu kişinin bir şekilde komşusu ile uzlaşma sağlaması gerekmektedir.”

Burada bir ironi yok mu sizce? Bu muhteşem Af Günü kişinin T-nrı’ya karşı işlediği günahları temize çıkarabilirken, kişinin başka kişiye karşı işlediği günahlar için hiç bir işe yaramıyor. Halbuki günahları önem sırasına koysak tam tersinin doğru olması gerekmiyor muydu?T-nrı’ya karşı işlenen günahlar silinirken, T-nrı tarafından yaratılan, Yaradan ve Efendimiz Aşem’in yanında esamesi okunmayan bir insana karşı işlediğimiz günah silinmiyor?

Ama buradaki nokta oldukça basit. Bu özel merhamet gününde, sınırsız şefkatini göstermek için yüce T-nrı elinden geldiği kadar tüm günahları affetmeye gayret eder ama affetme gücü olmadığı günahlar için hiç bir şey yapamaz.

Benim Mösyö Behar’a karşı işlediğim bir günahı T-nrı nasıl affedebilir ki? T-nrı, Mösyö Behar değil ki; günahı T-nrı’ya karşı işleseydim hayat benim için gerçekten kolay olacaktı. Ama Mösyö Behar’a karşı işlediğim bir günahı ancak ve ancak MÖSYÖ BEHAR affedebilir.

Siz birinden bir milyon dolar çalarsanız, benim size affetme hakkım olur mu ki?Eğer ben kendimde sizi affetme hakkı görürsem, ben de mağdur kişinin hakkını çiğneyerek bu hırsızlığa iştirak etmiş olur, belki onun hırsıza karşı göstereceği bağışlayıcı merhameti de ondan çalmış olurum.

BAŞKALARINA zarar vermiş ve ızdırap çektirmiş Nazileri veya teröristleri affetme cüretini ben nasıl bulurum?

 

***

Bu yüzden dün akşam affetmeme yeminleri ve sözlerini geçersiz kılmak ve kin beslememek için Kol Nidrei söyledik.Yılın bu en kutsal günü olan Yom Kipur’da T-nrı ile ve kendi ruhumuzla yüzleşebilmek için bilerek veya bilmeyerek kalbini kırdığımız kişilerle telefonda konuşarak veya bizzat görüşerek pişmanlığımızı beyan etmeliyiz.Onlara en içten şekilde “üzgünüm” demeli ve affedilmeyi rica etmeliyiz.

Şimdi kendimden ve herbirinizden cesaret gerektiren birşey isteyeceğim.Yom Kipur sona ererken bir süredir konuşmadığınız birini arayın.Bunun garip bir rica olduğunun farkındayım, ayrıca aranızda geçen olayda siz kesinlikle haklı, o ise haksızdı.Olabilir.Siz gene de yapın. Bir aile mensubumuz, eski bir dostumuz, iş arkadaşımız, elemanımız, ortağımız, tanıdığımız veya başka herhangi bir Yahudi ile küs veya kavgalı kalırsak içimizdeki bütünlüğü temin edemeyiz. Kendinizi zorlayın.Korku ve inadın üstüne çıkın.Onu arayın.Ona ulaşın.Çünkü doğru olanı budur ve yaptıktan sonra siz de bunun doğru hareket olduğunu fark edeceksiniz.

Annenizi arayın, babanızı arayın.Evet, haklı veya haksız olarak küsmüşsünüz. Ama bu kadar yıl birbirinize karşı mesafeli kalmanıza değdi mi?

 

Hayır, ona SMS göndermeyin.Facebook ve Twitter’dan da mesaj atmayın.Adam gibi telefonu alın ve bizzat konuşun.Hatta daha iyisini yapın onunla buluşup yüzyüze konuşun ve aranızı düzeltin. Adam gibi adam olun. Merak etmeyin erimezsiniz.Hatta bunu yaparsanız güçlenirsiniz.

Başkalarını affetme gücü ve cesaretini kendinizde bulun.Evet, aylarca, yıllarca ve hatta tüm iyi Yahudiler gibi onyıllarca kin tutabilirsiniz.Ama affetmeyi redderek, yalnızca kendi sağ kolunuzu incitmiş olursunuz. Ve Talmud’un sözlerini her zaman hatırlayın:

כלהמעבירעלמדותיומעביריןלועלכלפשעיו.

“Affetmek yerine kin tutmak gibi doğal eğilimlerinin üstesinden gelebilen kişinin tüm günahları affedilecektir.”

Arabada unutulmuş Chaim Boymel’in dedesi Yisrael Lichter’den güç alın ve bir insan ve bir Yahudi olarak nelere gücünüzün yettiğini görün.

Ve size bu hikayenin sonunu anlatayım:

 

Birkaç ay once – Chaim’i arabada unutan öğretmen Nachman Schnitzer’in bir oğlu dünyaya geldi.Erkek çocuklara isim verdiğimiz brit mila töreninde, oğullarına isim koydular.Neydi bu isim?

Chaim…

Bir sene önce dört yaşında ölen Chaim Boymel’in ismini oğullarına verdiler.

Peki bebeği tutan sandek kimdi? Chaim Boymel’in dedesi; bu bebeğe, bu bebeğin annesi, babası ve kardeşlerine ikinci bir hayat şansı veren kişi.

 

Tanrı ile Barışmak

Fıkrayı bilirsiniz: Bir ateist ormanda dolaşıyor, “Ne muhteşem ağaçlar! Ne gürül gürül ırmaklar! Ne güzel hayvanlar!” diyormuş kendi kendine. Nehir kıyısında yürümeye devam ederken çalıların arasında bir hışırtı duymuş ve bir bakmış, iki metrelik dev gibi bir boz ayı üzerine geliyor!

Tepeye doğru gücü yettiğince kadar hızlı koşmaya başlamış. Geriye doğru baktığında ayının giderek yaklaştığını görmüş.Kalbi deli gibi atıyormuş.Daha da hızlı koşmaya çalışmış.Derken ayağı takılmış ve yere düşmüş.Toparlanabilmek için hemen sırtüstü dönmüş ama gördüğü, ayının, yüzüne doğru inmekte olan pençesiymiş.

Ateist işte bu anda bağırmış: “Tanrım!” Zaman durmuş.Ayı donup kalmış.Orman sessizliğe bürünmüş. Tam o sırada adamın üzerine parlak bir ışık düşmüş ve göklerden bir ses duyulmuş:

“Yıllar boyunca varlığımı inkâr ettin, başkalarına Benim varolmadığımı öğrettin, hatta yaratılışın kozmik bir kaza sonucunda gerçekleştiğini ileri sürdün.Sana hâlâ yardım etmemi mi bekliyorsun? Artık seni inanan bir kişi mi saymam gerekiyor?

Ateist doğrudan ışığa bakmış ve şöyle demiş: “Birdenbire beni inançlı biri saymanı istemek ikiyüzlülük olacaktır. Ama belki ayının Sana inanmasını sağlayabilirsin.

“Peki,” demiş ses. Işık gözden kaybolmuş, ormanın gürültüsü tekrar duyulur olmuş.

Ayı pençesini indirmiş, başını eğmiş ve dile gelmiş: Baruh Ata Aşem... Hamotzei Lehem Min Aaretz.  

 

***

Elie Wiesel, annesi, babası ve kızkardeşi ile birlikte 1944 yılında Auschwitz’e sevk edildiğinde 14 yaşında idi. Savaşın ve kurtuluşun sonunda, ailesi arasında Auschwitz’den bir tek o sağ çıkabildi.Başından geçenleri “Night / Gece” adlı bir kitapta yazdı ve küçük bir çocuğun SS’ler tarafından darağacında asılmasını nasıl seyrettiğini anlattı.Çocuk hafif olduğundan, ölmesi çok uzun zaman almış. Wiesel o anda darağacında, hayatını yitirmiş gibi görünen birini daha gördüğünü yazar: Tanrı’sını.

Aradan elli yıl geçti. Elie Wiesel 1997 yılında Roş Aşana ile Yom Kipur’dan önce New York Times  (2 Ekim 1997) için bir yazı kaleme aldı ve inanılmaz bir şey yazdı.

“Evrenin Efendisi, barışalım. Artık zamanı geldi. Daha ne kadar kızgın olacağız?”

“Kâbus biteli 50 yılı aşkın bir zaman oldu. Hayatta kalanların başına iyi ve daha az iyi çok şey geldi. Yıkıntının üzerine inşa etmeyi öğrendiler.Aile hayatı yeniden oluştu.Çocuklar doğdu, arkadaşlıklar kuruldu.Çevrelerine hatta başka insanlara inanmayı öğrendiler. Kalplerindeki acının yerini minnet aldı...

“Katilleri ve işbirlikçilerini affetmiyorlar, doğru ama affetmemeliler de.Sen de affetmemelisin, Evrenin Efendisi.Ama yoldan her geçene artık kuşku ile bakmıyorlar.Her elde bir hançer de görmüyorlar.

“Benim Sana inancım ne oldu Evrenin Efendisi?

“Şimdi anlıyorum ki bu inancı hiç kaybetmedim, orada, hayatımın en karanlık saatlerinde bile.Günlük dualarımı ve Şabat ile bayramlarda edilen duaları sık sık babamla, Roş Aşana’da ise Auschwitz’in yüzlerce tutuklusu ile birlikte fısıldamaya neden devam ettiğimi bilmiyorum.

“Tanıklığımda, bu trajedideki rolün hakkında sert, yakıcı sözcükler yazdım.Bugün olsa onları tekrarlamazdım.Ama o sırada öyle hissettim. Varlığımın her hücresinde... Katilin her gün, her gece on binlerce Yahudi çocuğa işkence etmesine, onları öldürmesine, yok etmesine neden izin verdin?

“Bir noktada Sana haksızlık edip etmediğimi düşünmeye başladım.Auschwitz gökten hazır inmiş bir şey değildi.İnsan tarafından tasarlanmış, insan tarafından uygulanmış ve gerçekleştirilmişti. Onların amacı yalnız bizi değil, Seni de yok etmekti. Senin acını da düşünmemiz gerekmez mi?Evlatlarının, başka evlatlarının elinde ıstırap çekmesini seyrederken Sen de ıstırap çekmedin mi?

“Biz Yahudiler bir kez daha Büyük Bayramlar’a girer, kendi halkımız ve tüm insanlık için barış ve mutluluk dolu bir yıl için dua etmeye hazırlanırken, barış yapalım Evrenin Efendisi.Bütün olanlara rağmen mi?Evet, bütün olanlara rağmen. Barışalım: İçimdeki çocuk için, Senden bu kadar uzun süre ayrı kalmak bana dayanılmaz geliyor.”

 

***

Bugün burada bulunanların çoğu, Eli Wiesel ve tüm bu kurtulanlar neslinin çektiklerini çekmedi.Ancak hepimiz kendi tarzımızda, Yaratan’ımızdan dolayı hayal kırıklıkları yaşıyoruz. O sevdiğim kişi neden benden alındı? Neden bu kadar ıstırap çekiyor? Bütün bu rahatsızlıklar, hastalıklar, sakatlıklar niye? Çocukluğum neden o kadar yalnız geçti? Neden bu bağımlılıkları çekmek zorundayım?Ayın sonunu getirmek için neden böylesine mücadele etmem gerekiyor? Neden eli yüzü düzgün, rahat bir ev bulamıyorum? Evlenmek için o kadar bekledim, neden bana yardım etmedin? Liste böyle uzar gider...

Hepimizin hayatta üzüntüleri var.

Yom Kipur’da Tanrı, “hayat” adlı drama için Kendisine kefaret ödemenizi ister... Öylesine kutsanmış, gizemli, ilginç ama çoğu zaman acı verici, memnun edici ama o kadar kafa karıştırıcı olan hayat. Tanrı’nıza konuşun.Kalbinizdekini O’nunla paylaşın.İlişkinizi yeniden kurmaya çalışın.Onu affedin.Çünkü O da hemen burada sizinle ağlıyor.

Yom Kipur’un tüm itirafları sırasında “Hatanu” deriz: “Günah işledik. Ama itiraf herkesin önünde yapılmamalı, kişisel olmalı.Peki neden “Ben günah işledim,” demeyiz? Korizt’li Rabi Pinhas şöyle açıklar: “Biz”, beni ve Tanrı’yı kasteder. Ben günah işledim ama Tanrı da, Kendi tarzında “günah işledi”.İnsana, başarısızlığa uğrama imkânını veren, O’dur.

O kadar çok hayat, neden pek çok şekilde kısıtlanıyor? Yaratıcılığın doğuşu neden o kadar gerilimli? Acı neden büyümenin habercisi?Bilmiyorum.Gerçekten bilmiyorum. Bu gece burada sizler kadar bihaber duruyorum, belki sizden de bihaber. Bildiğim, hayatımızda Tanrı’ya ihtiyaç duyduğumuz. Eli Wiesel’in dediği gibi: “Barışalım.”   

 

***

Varlıklı ve başarılı bir işadamının yapacağı bir girişim için çok büyük paraya, milyonlarca dolara ihtiyacı varmış. Para her zamanki kaynaklardan gelmeyince, bankalar ve finans kurumları yardım etmeyi reddedince, üstüne üstlük işin vadesi hızla yaklaşınca, son çareye başvurmuş, yani Tanrı’ya. Sinagoga gitmiş, Aron Akodeş’in kapısında durmuş ve kalbini T-nrı’ya dökmüş. “Çok acele şu kadar milyona ihtiyacım var” demiş. Birden yanında duran başka bir Yahudi’yi fark etmiş. Zavallı adam geniş ailesini doyuracak ekmeği masasına koyabilmek için Aşem’den birkaç dolar istiyormuş.

Zengin işadamı cüzdanından 100 dolar çıkarıp, sinagogu sevinç içinde terk eden  yoksula vermiş sonra yeniden Tanrı’ya hitap etmiş. “Şimdi bütün dikkatini bana verir misin lütfen.”

Bu gece T-nrı’nın bütün dikkatine sahipsiniz.  

 

***

Bir keresinde, Yom Kipur’dan önceki akşam, Lishensk’li Rabi Elimeleh’in hasid’lerinden biri, Rabi Elimeleh’in kaparot geleneğini nasıl yerine getirdiğini görmek istemiş.   

“Kaparot’u nasıl mı yapıyorum?” diye tekrarlamış Rabi Elimeleh. “Sen kaparot’u nasıl yapıyorsun?”  

“Ben sıradan bir Yahudi’yim.Herkes nasıl yapıyorsa, öyle yapıyorum.Bir elimle horozu tutuyorum, diğer elimle dua kitabını ve metni okuyorum. Bu benim değiş tokuşum, bu benim yerime geçen, bu benim kapara’m...”  

Ben de aynen öyle yapıyorum,” demiş Rabi Elimeleh.Bir elime horozu alıyorum, bir elime dua kitabını ve metni okuyorum. Aslında senin kapara’n ile benim kapara’m arasında bir fark olabilir. Sen herhalde beyaz bir horoz arayıp buluyorsun oysa benim için önemli değil: Beyaz, siyah, kahverengi, horoz, horozdur.” 

Ancak hasid, Rebbe’nin karapot’unun sıradan bir olay olmadığı konusunda ısrarcıymış. Yirmi yıldır her Yom Kipur, Rebbe ile dua etmek üzere Lishensk’e gelir ve Rebbe’nin o çok önemli işi nasıl yaptığını görmek istermiş.

 Olağanüstü bir kaparot görmek ister misin?” diye sormuş Rabi Elimeleh. “Git meyhaneci Moşe’nin kaparot’u nasıl yaptığını gör. Benimki gibi sıradan bir kaparot’tan çok daha ilham verici bir olay göreceksin.”

Hasid, Lishensk’in oldukça dışında olan Moşe’nin meyhanesini bulmuş ve geceyi orada geçirmek istediğini söyleniş. “Üzgünüm,” demiş meyhaneci.Gördüğün gibi benim yerim küçük ve kalacak odam yok. Yolun biraz aşağısında bir han var.”

“Lütfen” diye yalvarmış Hasid.“Bütün gün yolculuk ettim.Biraz dinlenmek istiyorum.Odaya ihtiyacım yok.Birkaç saatliğine bir köşede kıvrılır sonra yoluma devam ederim.”

“Peki,” demiş Moşe.“Birazdan kapatacağım. O zaman uyursun.”  

Moşe epeyce bağırıp çağırdıktan, gönül aldıktan ve tehdit ettikten sonra sarhoş köylülerden oluşan müşterilerini kapıya koymayı başarmış.Masa ve sandalyeler bir köşeye çekilmiş ve yaşam odasına dönüşen meyhane, geceye hazırlanmış.Vakit gece yarısını geçmiş, kaparot saati yaklaşıyormuş.Masanın altında bir battaniyeye sarınmış olan Hasid uyurmuş gibi yapıyor ama hiçbir şeyi kaçırmamak için loş odayı seyredip duruyormuş.  

Moşe gün ağarmadan önce yatağından kalkmış, ellerini yıkamış, sabah dualarını okumuş ve “Kaparot zamanı!” diye seslenmiş kısık sesle karısına, misafiri uyanmasın diye. “Yentel, lütfen bana not defterini getir.Dolabın üzerindeki rafta duruyor.” 

Moşe küçük bir tabureye oturmuş, bir mum yakmış ve not defterini okumaya başlamış. “Uyuyan” konuk gayet uyanık, her bir sözcüğü duymaya çalışıyormuş.Meyhanecinin not defteri, yıl boyunca yaptığı hata ve ihlalleri içeren bir günlükmüş.Olay, tarihi, zamanı, hepsi özenle not edilmiş.“Günahları” gayet masummuş. Bir gün bir dedikodu sözü, bir başka gün uyuyakalarak duayı geciktirmek, günlük sadakasını vermeyi ihmal etmek... Moşe ilk birkaç sayfayı okuduğunda yüzü gözyaşları içindeymiş. Bir saatten uzun bir süre boyunca, defter bitinceye kadar okumuş ve ağlamış.  

Ardından “Yentel” diye seslenmiş yine, “bana ikinci not defterini getir.” 

İkinci defter de bir günlükmüş ve Moşe bu deftere yıl boyunca başına gelen bela ve talihsizlikleri kaydetmiş.Moşe’nin bir köylü çetesi tarafından dövüldüğü gün, çocuğunun kış ortasında hastalandığı gün, ailenin yakacak odun olmadığı için geceler boyu soğuktan donduğu günler, ineğin öldüğü gün, yeni bir inek alacak parayı biriktirinceye kadar sütsüz kalınan günler... 

Meyhaneci ikinci defteri okumayı da bitirdikten sonra gözlerini gökyüzüne kaldırmış ve şöyle demiş: “Görüyor musun, Göklerdeki Sevgili Babamız, Sana karşı günah işledim. Geçen yıl pişman oldum ve emirlerini yerine getirmeye söz verdim ama kötü eğilimime hep yenik düştüm.Ama geçen yıl sağlık ve bolluk için de Sana dua edip yalvardım.Öyle olacağı konusunda Sana güvendim.   

“Sevgili Babamız, bugün herkesin affettiği ve affedildiği Yom Kipur arifesi. Geçmişi geride bırakalım. Başıma gelen belaları, günahlarımın kefareti olarak kabul ediyorum. Sen de, büyük merhametinle aynısını yapacaksın.

Moşe iki not defterini eline almış, başının üzerine üç kere döndürmüş ve “Bu benim değiş tokuşum, bu benim yerime geçen, bu benim kaparam,” demiş, sonra defterleri ocağa atmış.Kor halindeki kömürler gözyaşlarıyla ıslanmış sayfaları kısa zamanda küle çevirmiş.  

 

***

Bu gece bir kişiyi daha affetmenizi istiyorum. Bu, affedilmesi en zor kişi olabilir: Kendiniz.  

Aramızdan pek çoğu yeterince iyi olmadığını düşünür. Başarısızız. Ulaşmamız gereken yere ulaşamadık. Çok fazla hata işledik. Hayatımızda saçma sapan şeyler yaptık. Ya da birinin benimle paylaştığı gibi: “Rabi, ben iyi bir Yahudi değilim. Sinagoga yalnızca Yom Kipur’da gidiyorum.” “Çocuklarımı Yahudi okuluna dahi yollamıyorum.” “Evim kaşer değil.” “Doğru dürüst bir Bar-Mitzva’m bile olmadı.”“Babam için hiç Kadiş okumadım.”  

Bu yüzden size bir öykü anlatmak istiyorum.Bu, sol kolunu korkunç bir trafik kazasında kaybettiği halde judo öğrenmek isteyen 12 yaşındaki bir oğlan çocuğunun öyküsü.

Çocuk, yaşlı bir Japon judo ustası ile derslere başlamış.Aslında başarılıymış ama üç aylık yoğun bir eğitimden sonra ustasının ona niye sadece bir hareket öğrettiğini anlayamıyormuş.

"Sensei," demiş çocuk sonunda.Başka hareketleri öğrenmem gerekmez mi?

"Bu, bildiğin tek hareket ama aynı zamanda bilmem gereken tek hareket,” diye cevap vermiş Sensei.

Çocuk bundan pek bir şey anlamasa da, öğretmenine inanmış ve antrenmanlara devam etmiş.

Çocuk hevesliymiş. Sol kolu olmadığı halde büyük motivasyon ve beceri gösteriyormuş ama öğretmen ona hâlâ tek bir hareket gösteriyormuş. 

Birkaç ay sonra Sensei çocuğu ilk turnuvaya sokmuş. Çocuk kendini de şaşırtarak ilk iki maçı kolaylıkla kazanmış. Başarısı karşısında hayret içinde, finallere gelmiş.

Karşısındaki rakip ondan daha büyük, daha güçlü ve daha deneyimliymiş.Bir süreliğine bocalamış.

Hakem çocuğun sakatlanmasından korkarak maça ara vermek istemiş ama Sensei müdahale etmiş:   

"Hayır," demiş, "Bırakın devam etsin."

 Maç tekrar başlar başlamaz rakip kritik bir hata yapmış ve gardını düşürmüş.Çocuk ise ustalıkla yaptığı tek hareketi yapıp rakibini yere yapıştırmış.Çocuk maçı ve turnuvayı kazanmış, şampiyon olmuştu.

Geri dönerlerken çocuk Sensai’ye sormuş: “Ben tek bir hareketle nasıl kazanabildim? 

Sensai cevap vermiş: "Judodaki en zor hareketlerden birini ustalıkla yapmayı öğrendin. Bu hareketin karşısında defans için yapılacak tek hareket, sol kolunu tutmaktır.” 

 

***

Bu öykü bana göre hayatta önemli bir ders içerir.Hepimizin bir eksiği var. Bazı insanların ne yazık ki sol kolları ya da bedenlerinde başka bir beceri uzuvları eksiktir.Ancak hepimizin fiziksel, psikolojik, duygusal ya da manevi bir eksiği var. “Oy, ben başarısızım” diye dolaşabiliriz.“Şu şu şu eksiğim var.”“Korkunç hatalar yaptım.”“Ben kötü bir Yahudiyim.” Oysa hakikat tam tersi: Judo öğrenen çocuk öyküsünde olduğu gibi,hayatımda benzersiz ve bu dünyadaki görevime özel olan bir “hareket” yaratmama olanak tanıyan, yaşantımdaki o eksikliğin kendisidir.

İnsanın başarısızlığa uğraması öylesine beklenen bir şeydir ki, Tanrı, takvime yıllık bir af günü koymuştur. Yom Kipur bize hiçbir zaman mükemmel olmamızın beklenmediğini öğretir.Tanrı bizi yaratmadan önce mükemmelliğe sahipti.Misyonumuzda başarısızlığa uğramak, bu misyonun bir parçasıdır. Yom Kipur, hayattaki amacımızın mükemmel olmak değil, kusurlarımızdan kurtulmak ve karanlığa ışık getirmek olduğunu hatırladığımız gündür.

Bu yüzden hayatın neresinde bulunursanız bulunun, bu gece size şöyle diyorum: Mükemmel olmadığınız için kendinizi affedin ve bu kusurun kendisinin, en önemli silahınız olduğunu anlayın. Çünkü zayıf yönleriniz ve kusurlarınız sayesindedir ki, büyüyecek, iyileşecek ve Yahudilik merdiveninde giderek daha yükseklere tırmanacaksınız.

Bu gece, yılın en kutsal gecesi, bir insan ve Yahudi olarak neler başarabileceğimi görebilmek için, sabah konuştuğumuz, arabada bırakılan çocuk Chaim Boymel’in büyükbabası Yisrael Lichter’den güç alıyorum.

Daha önce de söylediğim gibi sabaha yenilenmiş ve enerji dolu bir hayata başlayın.Başkalarından, yapmış olabilecekleriniz hatalar için özür dileyin, siz de başkalarının hatalarını affedin.T-nrı’yı affetmeye çalışın ve onunla barışın.En nihayet, kusurlu, zayıf ve korkak olduğunuz için kendinizi affedin.Şimdi öne doğru adım atın ve hayatınızı ileri götürecek “hareketi” yapın.   

Bana “Ben kötü bir Yahudiyim” demeyin.Siz kötü bir Yahudi değilsiniz.Büyümekte olan bir Yahudisiniz. Benim de, büyümeye devam eden bir Yahudi olmam için Tanrı’ya dua ediyorum. Hayat iyi ya da kötü olma meselesi değildir.“Hatalarınızdan büyümüş çıkıyor musunuz, yoksa hatalarınız sizi felç mi ediyor?” Bana şu şu nedenden ötürü iyi bir Yahudi olmadığınızı söyleyecek yerde, bu gece kendinize şunu sorun: Yahudiliğinizi büyütmek için ne yapacaksınız?  

Dolayısıyla bu Yom Kipur, Japon bir “Judo” hareketi değil, bir “Judeo” hareketi yapın: Hayatınıza yeni bir enerji ve ışık getirecek olan bir hareket. Örneğin bu gece Şabat mumları yakmaya, Tefilin takmaya, mutfağınıza kaşer saflığı getirmeye, kapılarınızdaki mezuza’ları kontrol etmeye başlama kararı verin. Verdiğiniz tsedaka miktarını artırmaya, başkalarını sevme ve onlara yardım etme konusunda büyüme, her gün ya da her hafta Tora çalışma, çocuklarınıza daha anlamlı bir Yahudi eğitimi verme, kişiyi manevi açıdan değiştiren mikve’yi kullanma kararı verin. Evinize kendiniz ve sevdikleriniz için, okumak ve incelemek için Tora ve Yahudilik kitapları götürmeye karar verin.

Ve sonra gerçek af dileme sürecine giriştiğimizde, Yaratan’ımız Aşem’e bu Yom Kipur, daha önce olmadığı kadar şöyle diyebileceğiz:

 שמע ישראל ה' אלוקנו ה' אחד

 Senin karşında duruyoruz Aşem, biz Yisrael halkı tam ve eksiksiz, Sana güveniyoruz Tanrımız.