Mini Festivalin Keşifleri

Festivalde öne çıkan bazı filmlerle Filmekimi defterini kapatıyoruz

Viktor APALAÇİ Sanat
22 Ekim 2014 Çarşamba

Film festivallerinin cazibesi etkinlik boyunca yapılan keşiflerden geliyor. Sinema sanatında henüz sivrilmemiş istidatları keşfetmek festivalin önceliklerinden biri. Bu keşiflere bir örnek, Norveç’in kar ve buzla kaplı coğrafyasından gelen ‘Buz, Kar ve İntikam’ polisiyesi. Filmekiminin belki de en başarılı duygusal filminde, Ned Benson ‘Aşkın Halleri’ ile benzersiz bir aşk öyküsü anlattı. İsveç tiyatro klasiği ‘Miss Julie’nin Liv Ullmann yorumu, 29 yaşındaki Amerikalı yönetmen Damien Chazelle’in psikolojik gerilimi ‘Whiplash’ı, Clint Eastwood ustanın müzikal denemesi ‘Jersey Boys’u, Ferrara’nın Dominique Strauss-Kahn skandalına odaklanan ‘New York’a Hoşgeldiniz’i Filmekimi’nin akılda kalacak diğer yapıtlarıydı

Film festivalleri, uluslararası yarışmalarda öne çıkan filmleri, sinema sanatının önde gelen yaratıcılarının son eserlerini izleyicilerle buluşturan bir platform.

Film festivallerinin cazibesi etkinlik boyunca yapılan keşiflerden geliyor. Sinema sanatında henüz sivrilmemiş istidatları keşfetmek festivalin önceliklerinden biri.

Fimekimi programındaki 43 filmden 32’si önümüzdeki haftalarda(aylarda) vizyona girecek. Sonbaharın mini festivali Filmekimi, her yıl olduğu gibi bizlere yeni keşiflerin kapılarını açtı. Çoğu festivalde bir keşfin peşine düşerken birkaç keçiboynuzunu sıkıntı içinde kemirmek zorunda kalırsınız.

Bu yıl böyle olmadı. İzlediğim filmlerin çoğu kaliteli yapımlardı.

Keşiflere bir örnek, Portekiz’deki bir festivalde, yönetmeni Hans Petter Moland’a En İyi Yönetmen Ödülü’nü getiren ‘Buz, Kar ve İntikam/ In Order Of Disappearance’ polisiyesi.

Norveç’in kar ve buzla kaplı coğrafyasında geçen polisiye konusuyla film müthiş bir kan davası öyküsü anlatıyor. Norveç dağlarında kar küreyici süren Nils (mükemmel bir Stellan Skarsgard) Yılın Vatandaşı ödülünü kazandığı gün, uyuşturucu Mafyası, oğlunu günahsız yere öldürür. Cinayetin faillerini bulmaya ant içen Nils, Norveçli vegan gangster Kont ile Sırp Mafya babası (Bruno Ganz) arasında savaş çıkartır.

İsveçli gazeteci Stieg Larsson’un 41 ülkede yayınlanan Milenyum üçlemesinin ilk ayağı ‘Ejderha Dövmeli Kız’ ülkesinde ve Hollywood’da sinemaya uyarlanmıştı. Yine komşu bir ülkeden Norveç’ten gelen, benzer konulu, Kim Fupz Aakerson’un romanından alınma ‘Buz, Kar ve İntikam’ İskandinavya’nın dondurucu soğuğunda kanımızı donduran bir öykü anlatırken, bizlere ‘Kuzey Avrupalılar bu türde çok başarılı oluyorlar’ dedirtiyor.

KEŞİFLERDEN BİR DEMET

Ned Benson’un 2013’te çektiği ikili film ‘Him’ ve ‘Her’, evli bir çiftin bozulan ilişkisine kadının ve adamın bakış açılarından ayrı ayrı bakıyordu. İki farklı bakış açısını bir araya getiren ve bu iki filmin tek bir filme kurgulanmış hali olan ‘Aşkın Halleri/The Disappearance of Eleanor Rigby: Them’ ise birlikteliklere getirdiği benzersiz bakışla, Cannes’da bu yıl büyük övgü topladı.

Mayıs ayında ‘Belirli Bir Bakış’ yan etkinliğinde gösterilen bu filmin üç seansının birine gitmek kısmet olmamıştı.

Vuslat sonbahara, Filmekimi’ne kaldı. Festivalin belki de bu en başarılı duygusal filminde, genç senaryo yazarı-yönetmen Benson(37) benzersiz bir aşk öyküsünü, zengin yan karakter takviyeli mükemmel analizler ve sürükleyici bir mizansen eşliğinde anlatıyor.

Kızıl saçlı güzel Jessica Chastain’in günümüz Hollywood’unun en yetenekli karakter aktrislerinden biri olduğunu kanıtlayan filmin İsabelle Huppert, James Mc Avoy, William Hurt ve Viola Davis’den oluşan mükemmel bir oyuncu kadrosu var.

Çocuklarının beklenmedik kaybıyla evlilikleri sarsılan üniversite öğrencisi Eleanor ile lokantacı Connor, birbirlerine anlayış göstermeye ve eski sevgilerini yeniden yakalamaya çalışacaklardır.

Efsanevi bir aktörlük kariyerine görkemli bir yönetmenlik kariyeri ilave eden Clint Eastwood günümüzün en başarılı sinemacıları arasında gösteriliyor. Oscar ödüllü yönetmen son filmi ‘Jersey Boys’ müzikali ile türler arasında sınır tanımadığını ilan ediyor.

Efsane rock’n’roll grubu Frankie Valli ve Four Seasons’ın 1951’den 1990 yılına dek izleyen yükseliş öyküsü, ‘Jersey Boys’ müzikalini beyaz perdeye uyarlayan Eastwood, albümleri 100 milyon satan efsanevi grubun klasik hit şarkılarıyla sinemaseverleri büyülüyor.

Dönemin atmosferini yansıtan sepia renkli mat görüntüleriyle, kahramanların kameraya dönerek yaptıkları monologlarıyla, Eastwood bir mizansen ustası olduğunu bir kez daha doğruluyor. ‘Jersey Boys’ Filmekimi’nin en keyifli filmiydi.

Çingene azınlıkların sinemadaki en güçlü temsilcisi, Cezayir doğumlu Fransız yönetmen Tony Gatlif son filmi ‘Geronimo’ ile festivallerin sadık bir gediklisi olduğunu kanıtlıyor.

Romeo ve Jülyet, Batı Yakasının Hikâyesi ve Kanlı Düğün’den esinlenen senaryosunda, zorla evlendirilmek istenen Türk kökenli Nil ile İspanyol Çingene’si Lucky’nin kaçış öyküsünü anlatan Tony Gatlif, yüksek enerjili dans, Flamenko, Türk müziği ve hip hopla dolu, çağdaş bir trajedi sunuyor.

Gatlif’in Türk müzikseverlere de bir hediyesi var: ‘Geronimo’da İbrahim Tatlıses’in iki türküsü var.

BİR İSVEÇ TİYATRO KLASİĞİ

Sinema sanatının en büyük yaratıcılarından İsveçli İngmar Bergman’ın filmleriyle ünlenen Norveçli Liv Ullmann başarısını kamera arkasında da sürdüren bir sanatçı.

Ullmann’ın filmi, İsviçreli August Strindberg’in 1888 tarihli, dünya tiyatro klasikleri arasında gösterilen ölümsüz oyunu ‘Miss Julie/Fröken Julie’nin sinemaya uyarlama zincirine son halka olarak katılıyor.

Başta Broadway olmak üzere dünyanın dört bir tarafında sahneye koyulan ‘Miss Julie’nin en ünlü sinematografik adaptasyonlarının en ünlüsü, 1951 Cannes Film Festivali’nin Büyük Ödülü’nü kazanan Alf Sjoberg’in filmiydi.

Tiyatro ve sinema sanatının en ünlü kadın oyuncuların rüyasını süsleyen, İrlanda asıllı İngiliz aristokrat Bayan Julie’yi, Ullmann’ın filminde Jessica Chastain, müthiş bir performans eşliğinde canlandırıyor.

Babasının kâhyasını kendisini baştan çıkarmaya ikna eden Bayan Julie’nin karşısında oynayan Colin Farrel kariyerinin en başarılı performanslarından birini çıkarıyor.

Aristokrat bir kadınla uşağı arasındaki ‘aşağıdakiler-yukarıdakiler’ cinsinden tek gecelik aşk hikâyesini anlatan, 1890’ların bir yaz gecesinden gelme, yıldızlarla dolu bu dönem filmi, Samantha Morton adlı kıymeti az bilinen bir aktrisi gündeme getiriyor.

Altın Küre ödülü sahibi bu müstesna İngiliz oyuncu, malikânenin aşçısı, kâhya John’un sevgilisi Kathleen’i canlandırıyor.

Sahibesinin kendisine kur yapmasını, işini kaybetmemek için geçiştiren John, sabaha kadar dans edilip içki içilen bir gecede, karşılıklı tiksinme ve arzuyla, birbirlerini ezip hükmetmeye çalışırken, birbirlerinin olurlar.

Birbirlerinin kanına girip birbirlerini etkilemeye çalışmalarının ardından seks olayı ile roller değişir. Sabahın umut mu, umutsuzluk mu getireceğinden emin olmadan, tek çıkışlarını bir Yunan trajedisinin feci sonunda bulurlar. Ullmann’ın mizanseni müthiş etkileyici.

 

FİLMEKİMİ’NİN AKILDA KALANLARI

Filmekimi’nin en keyifli keşiflerinden biri, 29 yaşındaki Amerikalı yönetmen Damien Chazelle’in ‘Whiplash’ıydı. Senaristlikten gelme, henüz ikinci uzun metrajlı filmini yapan genç yönetmen, Sundance Bağımsız Film Festivali’nde ödül kazanan, Cannes’da ‘Yönetmenlerin 15 Günü’ bölümünde övgü toplayan filminde, acımasız bir caz ustasıyla genç baterist öğrencisi arasındaki gerilimli ilişkiyi ele alıyor.

Bir polisiye filmi atmosferi içinde anlatılan, adrenalini hiç azalmayan bu psikolojik gerilimin kahramanı Manhattan’da zorlu bir konservatuarda okuyan, daha 19 yaşındaki davulcu Andrew, babası gibi başarısızlığa uğramaktan korkan, büyük bir müzisyen olma hedefiyle elleri kanayıncaya kadar egzersiz yapıyor. Sertliğiyle nam salmış caz ustası Fletcher’den ders almaya başlayınca, kusursuzluğa erişmek için insanlığını bile kaybetmeyi göze alıyor.

Fletcher rolünde Hollywood’un eski tüfeklerinden J. K. Simmons kariyerinin en başarılı performansını çıkarıyor.

Adını ilk kez duyduğum İtalyan yönetmen Paolo Virzi(50) ‘İnsan Sermayesi/Il Capital Umano’ ile ülkesini Filmekimi’nde başarıyla temsil ediyor.

İtalya’da Como Gölü’nde karlı karanlık bir gecede bir arabanın bir bisikletliye çarpıp ölümüne sebep olmasıyla başlayan film üç bakış açısıyla anlatılıyor. Farklı sosyal sınıflara mensup kalabalık kahramanlarıyla günümüz İtalya’sını toplumsal açıdan eleştiren film, çağımızda arzu, para hırsı ve insana verilen gerçek değeri ortaya koyan incelikli bir dram, stilize bir sınıf eleştirisi.

Filmekimi’nde iki filmi gösterilen tek yönetmen olan Abel Ferrera ‘Pasolini’de, kendi arabasıyla ezilip katledilen ünlü yönetmenin cinayet dosyasını, 40 yıl aradan sonra açıyor.

Ferrera New York’a Hoşgeldiniz/Welcome to N.Y.’ta, 2011’de bir otelde bir kadına tecavüz ve saldırı suçlarıyla yargılanan Dominique Strauss-Kahn’ın bütün dünyada izlenen mahkeme sürecinden esinleniyor.

2012 Fransa başkanlık seçimi adayları arasında yüzde altmışlık tahminde önde olan, elinden her gün milyarlarca dolar geçen, ülkelerin ekonomik kaderlerini elinde tutan D.S.K. aynı zamanda karşı koyamadığı açlığın pençesinde seks bağımlısı bir adamdı.

Filmdeki adıyla Bay Devereaux’nun N.York’taki bir otelde seks partileri ve orjilerle başlayan film bir oda hizmetçisine yaptığı saldırıdan sonra tutuklanmasını ve önlenemez düşüşünün hikâyesini anlatıyor.

Kendi gibi Yahudi ama son derece zengin bir aileden gelme Anne Sinclaire’in (Jacqueline Bisset) parası ve becerisi sayesinde hapis cezasından kurtulan Deveraux, 20 yıllık karısını zenginliği için aşağılayacak kadar ilkesiz, kayıp bir adam.

Fransızlar Strauss-Kahn’ın yerine seçilen François Hollande’ı öpüp başlarına koysunlar. Fransa tarihinin bu ilk Yahudi Cumhurbaşkanı’nın başlarına ne tür belalar getirebileceğini Abel Ferrara’nın filmini izledikten sonra dehşetle görecekler. Senaryo yazılımına da katılan Ferrara ne denli usta bir öykü anlatıcısı olduğunu kanıtlıyor.