Yahudi misin?

Bu makale, İsrail Meclisi Knesset’in Yisrael Beytenu Partili üyesi ve meclisin ‘Antisemitizmle Mücadele’ / ‘Arap Topraklarındaki Yahudi Mültecilerin Haklarını Koruma’ komitelerinin başkanı Shimon Ohayon tarafından yazıldı. Jerusalem Post gazetesinde yayınlanan makaleyi Türkçeye Uzay Bulut çevirdi

Diğer
30 Ekim 2014 Perşembe

Uzun zamandır devam etmekte olan çatışmamızın sebeplerini eksiksiz bir şekilde gösteren anlar, nadir değildir. Özellikle de dünyanın farklı yerlerinde yaşayan birçok insan, bu meselenin esas olarak toprak, işgal ve yerleşimlerle ilgili olduğu gibi miskince bir varsayımı kabul etmekteler. Fakat bu varsayımın doğru olması için, İsrail’in Batı Şeria’yı 1967’de özgürleştirip, Yeşil Hat boyunca tek bir mahalle inşa etmeden ve hatta İsrail Devleti kurulmadan önce, hiçbir çatışmanın yaşanmamış olması gerekirdi.

Fakat tarih bilgisi olanlar, radikal İslamcılar tarafından Yahudi halkına yöneltilen ve kökenleri çok eskiye dayanan nefretin farkında olacaktır.

Dünya çapında gerçekleştirilen İsrail karşıtı gösterilerdeki en popüler çağrılardan birinin “Khayber khayber ya yahud, jaysh Muhammad saya’ūd! / Hayber’i hatırlayın, ey Yahudiler, şimdi Muhammed’in ordusu geliyor!” olması elbette ki bir tesadüf değil.

Soykırım çağrısı yapan bu ilahi, İslam altında işlenen muhtemelen ilk Yahudi katliamı olan Hayber’den bahsediyor. Bu katliam sonucunda Hayber’deki (bugünün Suudi Arabistan’ı) eski Yahudi toplumu, Muhammed ve ilk destekçileri tarafından neredeyse tamamen yok edilmişti. Hayatta kalanların ise topraklarına el konulmuş, baskıcı kanunlarla aşağılanmış ve cizye baç vergisini ödemek zorunda bırakılmıştı.

Yahudileri toplu olarak ve sonsuza dek aşağılık bir statüde tutmayı amaçlayan bu dayatmalar, Arap fethi ve Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın işgali esnasında kendilerini İslam yönetimi altında bulan Yahudilerin neredeyse bin beş yüz yıl boyunca maruz kalacağı standartları belirliyordu.

Bu süre içinde onlarca, hatta muhtemelen yüz binlerce Yahudi, Arap dünyası olarak bilinen coğrafyada,  Granada (bugünün İspanya’sı), Fes (bugünün Fas’ı), Cezayir (bugünün Cezayir’inin başkenti), Şam ve San’a’da (Yemen) katledildi. Tüm bunlar, modern politik Siyonizm’in ortaya çıkışından çok daha önce gerçekleşmişti.

İsrail topraklarının en eski Yahudi yerleşim birimi olan Hebron’da, 1929 yılında çoğu din okulu öğrencisi olan 67 Yahudi, kaçırılarak öldürülmüş, karınları deşilmiş ve yakılmıştı.

Bu tür saldırılar, İsrail’de Yahudi devletinin yeniden kurulmasından ve tek bir İsrail yerleşimi dahi inşa edilmesinden çok uzun zaman önce Arap dünyasında gerçekleşiyordu.

Kabul etmesi zor olsa da, bu çatışmanın kökenleri; Yahudi halkının eşitlik ve Arap işkencesinin boyunduruğundan kurtulma haklarının inkârına dayanmaktadır. İslamcı hassasiyete en büyük hakaret, kendi inançlarına göre ebediyen İslam’a tahsis edilmiş olan dar-ül İslam’ın kalbinde bir Yahudi egemenliğinin inşa edilmesiydi.

Geçmişte İsrail’e karşı savaşları körükleyen ve hâlâ dünyanın farklı yerlerinde yaşayan Yahudilere karşı nefreti körüklemeye devam eden de bu durumdur. Bu savaş, hiçbir zaman sadece İsrail’e karşı yürütülmemiştir; Yahudi halkına karşı yürütülmüş ve savaşın ana cephesi de Yahudi devletini hedef almıştır.

Bu gerçek, İsraillilere ve Siyonistlere karşı değil; bütün Yahudilere karşı din kaynaklı bir soykırım savaşı yapmayı arzulayan Hamas’ın tüzüğünün yedinci maddesinde olduğu kadar başka hiçbir yerde, daha açıkça, gururla ve alenen belirtilmemiştir.

Bu sebeple, Fransa’nın Toulouse kentinde öldürülen Yahudi çocuklar ya da Brüksel’deki Yahudi müzesinde öldürülen turistler, İsrail’deki Gush Etzion’da evlerindeki Şabat dini törenine gitmek için otostop çekmeye çalışırken kaçırılıp öldürülen öğrenciler kadar sık ve şiddetli bir şekilde hedef olmaktalar. Coğrafi olarak birbirinden uzak ama ideolojik olarak benzer olan bu cinayetlerin kökeni, aynı nefrettir.

Geçtiğimiz haftalarda, bir Arap şehri olan Qalansawe ve çevresinde, arabalarını kullanmakta olan şoförler durduruldu ve şu soruya maruz kaldılar: “Yahudi misin?” Şoförler, İbranice cevap verdiklerinde, arabaları çetelerin saldırısına uğradı ve ateşe verildi. Bu linç girişimleri; ideoloji, dindarlık ya da geçmiş deneyimlere bakmıyordu. Yahudi’yseniz eğer, hedefleriydiniz.

“Yahudi misin” gibi basit bir soru, milliyetçilik ya da herhangi bir ideoloji adına değil; katıksız nefret duygusuyla öldürmeye çalışanların yüzyıllardır süregelen kinini bir kez daha teyit ediyordu.

Kökleri Arap dünyasına dayanan Yahudiler, bu soruyu çok iyi bilirler. Mellahlarda (Avrupa’daki gettolara benzeyen etrafı duvarlarla çevrili Yahudi yerleşim birimleri) ve Yahudi mahallelerinde gerçekleştirilen saldırıların, ayaklanmaların ve linçlerin öncesinde sorulan soru çoğu kez buydu.

O zamanlar olduğu gibi, biz Yahudiler bugün de Siyonizm’imiz, ideolojimiz ya da herhangi bir intikam duygusundan ötürü hedef alınmıyoruz. Söz konusu olan soru, hem o kadar canlı hem de insanın aklından çıkmayan bir basitlikte ki çatışmamızın etrafını saran sözde entelektüelliği alaşağı ediyor ve kökeni çok öncelere dayanan bu kana susamışlığı hayata geçirmek için adeta potansiyel kurbanını tespit etmeyi amaçlıyor.

Elbette, bütün Araplar ya da Müslümanlar bu eylemlerle suçlanmamalılar. Yüzyıllar boyunca, birçok Arap ve Müslüman; Yahudilerle barış içinde bir arada var olmayı istemiş, hatta katliamlar sırasında Yahudilerin yardımına koşmuştur. Yine birçoğu, kendileri adına hareket ettiğini iddia edenlerin eylemlerine tenezzül dahi etmemiştir.

İslamcılığın ortaçağa ait, radikal yüzü, Nijerya’daki kız çocuklarının kaçırılması, Suriye’deki Hıristiyanların çarmıha gerilmesi ve İran’daki Bahailerin infazlarında görüldüğü üzere sadece Yahudileri hedef almıyor.

Fakat bizim çatışmamız, kimilerinde en yoğun kafa karışıklığı ve öfkeye sebep oluyor, muhtemelen Yahudi devletinin varlığının, İslamcılığın üstünlük kurma yönünün en büyük inkârı olduğu için. Yahudiler, egemen olmamalıydı; boyun eğdirilmesi, köleleştirilmesi ve azaltılması gereken ilk ve ölümcül düşmandı onlar.

Tarih boyunca saldırmak amacıyla Yahudileri tespit etmeye çalışanlar için, Qalansawe’de yaşanan en son zorbalık, son derece farklı. Bugün artık Yahudileri savunabilecek ve saldırganlara karşı koyacak egemen bir devletimiz, ordumuz ve emniyet teşkilatımız var.

Yine de bu olay, hepimiz için ama özellikle de ırkçılığı sadece Yahudilerin yaşadığı alanlarda görenler için bir ders olmalı. İsrail devletinin bu saldırıyı gerçekleştiren Arap vatandaşları, sadakat ve vatandaşlık konularında neden daha çok konuşmaya ihtiyacımız olduğunu bir kez daha gözler önüne serdiler.

Bu saldırganlar, hiçbir zaman tam olarak Yahudi egemenliğini kabul etmeyecekler fakat bu egemenliğin sağladığı imtiyazlardan her gün yararlanıyorlar.

Soracağımız soru “Arap ya da Müslüman mısın” değil, “Yahudi halkının ulus devleti olan İsrail devletine bağlı, kanunlara uyan bir vatandaş mısın?” olmalıdır. Kökeniniz ne olursa olsun, eğer cevabınız ve eylemleriniz olumsuz yöndeyse, bu soruya olumlu cevap verenlerle aynı imtiyazlardan yararlanmamalısınız demektir. Kişiler, temel yurttaşlık yükümlülüklerine uyma konusunda istekli değillerse eğer, vatandaşlığın getirdiği mükâfatları tartışma ve gerekirse geri almayı gözden geçirmenin vakti gelmiştir belki de.

Dokunulmaz olan haklardır; imtiyazlar değil. İmtiyazlar ise topluma sunduğunuz katkıyla orantılı olmalıdır.

Devletin bu soruları sorma vakti artık gelmiştir.

Kaynak:  http://www.jpost.com/Opinion/Op-Ed-Contributors/Are-you-a-Jew-361692