Nedim Saban’dan yeni Zübük Profilo´da

Türk edebiyatının klasiklerinden, Aziz Nesin’in toplumun bozuk düzenini hicveden başyapıtı Zübük, Nedim Saban tarafından uyarlanarak Tiyatrokare tarafından sahneye taşındı. 2015’te, Aziz Nesin’in doğumunun 100. yılının kutlanacağı bir dönemde sahnelenecek oyun bir müzikal olacak. Zübük, 27 Kasım’da seyirci ile ilk kez buluşacak. Nedim Saban ile, çok partili dönem sonrasında bozulan Türk siyasetini sahtekar Zübük üzerinden eleştiren Aziz Nesin’i ve anti-kahraman Zübük’ü konuştuk.

TUNA SAYLAĞ Sanat
19 Kasım 2014 Çarşamba

Çok partili dönem sonrasında bozulan Türk siyaset yapısını düzenbaz ve sahtekâr Zübük üzerinden eleştiren Aziz Nesin, 53 yıl sonra romanının hâlâ tazeliğini koruduğunu görse şaşırır mıydı, yoksa hiçbir şeyin değişmediğini görmenin acısıyla dudaklarına buruk bir gülümseme mi yerleştirirdi? Milletçe içimizdeki zübüklükten kurtulamadığımız müddetçe sanırım bu kitap bir ibret abidesi olarak uzun yıllar okunmaya devam edecektir.

Yalan Dünya dizisinde ‘Yönetmen Tufan’ karakteriyle izlediğimiz Tuna Orhan’ın dışında oyunda, Halim Ercan, Hakan Akın, Bahar Yanılmaz, Deniz Değirmenci,  Ercü Turan, Hilmi Özçelik, Evren Erler, Serdar Aydın, Ena Alpar, Emrah Düzkaya ve Selim Tezin gibi önemli isimler rol alıyor.

Zübük’ü sahnelemeye nasıl karar verdin?

Televizyonda filmini seyrettim ve çok ilginç geldi. İnceledikten sonra nerdeyse Don Kişot kadar kitsch bir karakter olduğunu gördüm. Karakterin adı romanın da ötesine geçerek, ‘Zübüklük’ dilimize giren bir deyim haline gelmiş. Türk edebiyatının klasikleri arasına giren bu eseri sahneleme kararım, Aziz Nesin’in doğumunun 100.yılına da denk gelince çok sevindim. Roman adaptasyonları oldukça yorucu; neredeyse bütün yazımı bu işle geçirdim. Benim için de iyi bir ev ödevi oldu, uzun zamandır Zübük’le yatıp Zübük’le kalkıyorum. Hikâyenin içine girdikçe inanılmaz bir karakter kurgusu olduğunu keşfettim; sadece Zübük değil, onun zübükleştirdiği insanların da öyküsü çok ilginç. Anlatılan köy halkının içinde şu anki profilimize çok yakın kahramanlar da mevcut.

 

Bize biraz Zübük’ü anlatır mısın, nasıl bir kişilik?

Zübük çok ilginç bir kişilik; aslında çalmıyor ama halkın öylesine bir enerjisini topluyor ki, insanların içinden ona para, hediye veya rüşvet vermesi, onu yüceltmesi geliyor.  Hiç kötülük yapmadan birdenbire kötü oluyor.  Bu aslında toplumun yarattığı bir fobi, bir korku. Ve yaptıklarını öylesine şirince gerçekleştiriyor ki, ona kızamıyor bilakis sempati duyuyorsunuz. Bir zaman geliyor halk kendi yarattığı bu anti-kahramanla başa çıkamıyor ve onu başından uzaklaştırmak için Ankara’ya milletvekili olarak yolluyor.

Zübükleşme kavramı siyaseten ne anlama geliyor diye sorsam…

Siyaseten ilkesizlik, döneklik anlamına geliyor. Türkiye’de örneklerini yaşadık. İnsanların sürekli taraf değiştirmeleri ve çıkarlarına göre birtakım kavramları farklı anlayıp değerlendirmeleri olarak da nitelendirebiliriz.  Bu sadece politikacılar için değil, iş adamları, medya mensupları için de geçerli. Mesela oyundaki medya patronunu Kör Nuri ya da sınıf atlama derdindeki terzi bunlara birer örnek. Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz ve kirlenmişlikten hep birlikte nasibimizi alıyoruz. Milliyetçilik, din ya da memleket sömürüsü yapanların birtakım kavramları kullanarak insanların kafalarını karıştırıp bunalttıkları, ama bilinçli-bilinçsiz hepimizin bir ucundan tutarak “Ya işime de geliyor” dediğimiz, çıkarımız için her şeyi mubah gördüğümüz durumları anlatıyor zübükleşme… Bu bağlamda geçen ya da bu yüzyılda yaşanan her şeyden bizler de sorumluyuz, hiç birimiz masum değiliz. Görmezden geliyorsak o da bir günah!

Kitapta anlatılan hikâye, atmosfer günümüzde sanki hâlâ geçerliliğini korur gibi;  yıllar geçmiş ama düzen hep aynı düzen…

Kesinlikle; Aziz Nesin’in müthiş bir öngörüsü var dönemle ilgili. Zübük aslında Demokrat Parti zamanında gerçekten yaşamış bir milletvekili ama her devirde, mesela bizim oyunumuz 2016 buçuk yılında geçiyor, her meslekten olabilecek bir tipleme.  Ülkelerde iktidarlar değişirken düzen ve piyonları hep aynı kalıyor. Bu piyonlar aramızda yaşayan, sevdiğimiz, yükselişlerine destek verdiğimiz kişiler. İnsanlar hep mazlum oldukları aşk, din, devlet, ırk gibi kavramlar yüzünden bölünüp, bir taraftan da bu zaafları yüzünden kullanılıyorlar. Zübük politik bir hiciv. Türk tiyatrosunda bu tür, Deve Kuşu Kabare’den sonra ne yazık ki kalmadı. Bir ülkede politik hiciv yoksa oranın toplumu enerjisini boşaltamıyor, katarsis (arınma) olamıyor.

 

Aziz Nesin’in gözlem gücünü nasıl değerlendirirsin, Nesin nasıl bir yazar?

Çocukluğumda Aziz Nesin’i çok okudum, o zamanlar bana hoş ve kolay öyküler gibi geliyordu.  Şimdi ise sadeliğine hayranım. Son derece sade bir kurguyla hikâyesini anlatıyor, hiçbir karmaşıklığa yer vermiyor, bu çok önemli.  Nesin, yarattığı karakterler vasıtasıyla bir dünya kuruyor ve bu dünyayı okura da kabul ettirip, bir de bunun mizahını yapıyor, ki genelde var olan dünyanın mizahi yapılır. Müthiş akıllı bir insan ayrıca. Bir şey söylerken aynı cümle içerisinde tam tersini de ifade edebiliyor. Bu da bazen tiyatroda mantık atlamalarına sebep olabiliyor. Oyundan bir örnek verecek olursam mesela bir karakter diğerine “Senin ne kötülüğünü gördük de, seni belediye başkanı yapalım” diyor. Bu müthiş bir ironi. Yazar, kendi dünyasının tersinlemesini (etkiyi artırmak için tersini söyleyerek biri ya da bir olayla alay etme) yapıyor, bu da çok hoş. Her şeyden öte inanılmaz karakterleri var. Yan roller bile çok renkli. Nesin müthiş bir karakter analisti, portre yazarı ve sofistike bir bakış açısı var. Bu anlamda onu biraz Tolstoy’a benzetiyorum.

Oyuncu seçimini nasıl yaptın?

Cast’ta, enerjiye çok inanıyorum. Tuna Orhan’la şans eseri bir arkadaş grubunda tanıştık. Görür görmez işte “Zübük bu” dedim. ‘Yükselen küçük adam’ı çok iyi canlandıracağına inandım. Müzisyen olması da beni etkiledi. Yan kadro için de tiyatro yapmak isteyen, işi seven, disiplinli oyuncularla bir araya geldik.

Devletin sanatla maçına ne diyorsun?

Devletin sanatla ilgili bir politikası olması lazım ama bu politika 50 yıldır kurulamadı Türkiye’de. Baktığın zaman partilerin kültür-sanatla ilgili söyleyecekleri bir çift lafları yok. Oysa Atatürk’ün onlara verdiği bir görev var. Sanatın uzun vadede geleceğe çok önemli bir ışık tuttuğunu ve cahilliği önlediği bilinciyle operayı, konservatuarı kurmuş Atatürk. Okul kuru bilgi verir. Sanat ise sentez yeteneğini geliştirip bir bakış açısı oluşturur. Sanatsız kalan bir millettin hayat damarlarından biri kopar ya gerçekten de son otuz yıldır durumumuz aynen böyle. Oynayacak salon bulamıyoruz, turneye gidilebilecek şehir sayısı çok azaldı. Salonu kiralasak bile sansür var. Oyunun metni, oyuncuların kimlik bilgileri isteniyor. Oyuncu adeta ‘persona non grata’. Ayrıca resimden, müzikten, karikatürden bir korku var. Ancak her halükarda sanat, halkın içinden bir şekilde ortaya çıkacaktır. Ötelenmesi ya da yasaklanması mümkün değil, bu yüzden devletin sanatla barışması gerek. Bir yandan da düzenin kendi sanatçısını yetiştirmek için büyük bir çaba ve maddi katkı içinde olduğunu da görüyoruz. Ama bu emek bir sonuç vermiyor çünkü tiyatro ister istemez kendiyle bile muhalif bir sanat. Kötüyü göstermeden iyinin değeri anlaşılmaz. Yani tezatla sentezi kurabilmekse amaç, bu sağlanamıyor. Oysa tiyatro toplumun ortak dili. Hiç tiyatroya gitmemiş biri bile tiyatronun olduğu bir ortamda farklı bir dil kurabiliyor. Mesela Twitter’da bir metafor ya da bir mizahi bir söylem varsa bu toplumun teatral kültüründen kaynaklanan bir özellik.