Evrim

Riva ŞALHON Köşe Yazısı 0 yorum
10 Aralık 2014 Çarşamba

Okuyucu adlı filmi bilirsiniz. II. Dünya Savaşı sonrasında, SS ile bağlantısı tespit edilen Almanlar mahkemelerde yargılanarak cezalandırılıyordu. Filmin ana karakteri Hanna Schmidt de yargılanmaktaydı. Yargılanması sırasında, bir kamptan başka bir kampa transferinden sorumlu olduğu 800 kadının gece barınakta çıkan yangın sırasında kapısını açmayarak diri diri ölmesine neden olduğunu doğruluyor ve bunu yapan diğer arkadaşları ile başka çareleri olmadığını söylüyordu. Hatta mahkeme başkanına soruyordu “Kapıyı açsam hepsi sağa sola kaçacaktı tekrar bir araya getiremeyecektim. Siz olsanız ne yapardınız?” Ve ekliyor “Benim suçum ne? SS’te gardiyan olmak mı? Acaba Siemens’te kalsam daha mı iyiydi?” İki işi karşılaştırırken sadece maaş karşılaştırması yapıyordu.

Demek ki halkın iş tercihinde içerik önemli değil o dönemde: İnsan seçip fırına yollamanın paradan daha az önemi var. Aynı şekilde, II. Dünya Savaşı sırasında kampların yakınında kurulmuş büyük fabrikaların orada olup bitene kulağını ve gözünü kapayıp bedava iş gücü ile beslenmesi gibi. Inglehart’ın bir tespiti var bu konuda: ‘İnsan, göreceli olarak kıt olan şeylere en yüksek öznel değeri biçer.’ O dönemin değerleri para sıkıntısı çeken cahil bir kadın kadar fabrika sahiplerinin de kararlarını normal gibi gösteriyor. Ancak toplum değerleri bu hareketleri doğal bile karşılasa acaba yasalar bunu hoş görmek zorunda mıdır? O dönemde SS ile birlikte çalışmış herkesi cezalandırmak mümkün olamazdı; her ne kadar hepsi insanlık suçuna dâhil olduysa da. Bu yüzden mahkemeler, suçu kanıtlanmış belli bir kitleyi suçlu buldular: belki vicdanlarıyla barışmak belki de dünyaya örnek olmak adına. Almanya, günah keçilerinin cezalanması ile arındığını düşünmüş olabilir, ancak asıl arınma, toplumun değerlerinin evrim geçirmesi ile olacaktır.

Bir toplumun norm ve değerleri evrim geçirebilir. Ancak maalesef bunu sakinlikle ve kaostan uzak bir dönemde ele almak gerekir. Örneğin, 60’lı yıllarda Amerika’da zenci haklarını savunan 2 siyah 1 beyaz genç aktivist Mississippi’de öldürülmüştü. Katiller bulunmuştu. Hâlbuki bölgenin tamamı ırkçılıkla kavruluyordu. Mississippi eyalet yetkilileri zanlıları yargılamayı reddedince federal mahkeme kurulmuş, bu sayede bir avuç KKK’nin biraz ceza almaları sağlanmıştı. Ancak bu olay bölgenin yerleşmiş ırkçı yaklaşımını evrim sürecine soktu. Bir yasa ile ABD toprakları içinde, ırk, etnik köken, renk, din, cinsiyete göre her türlü ayrımcılık yasadışı hale geliyordu.

Sonuçta demek istediğim şu, yapıldığı kontekstte normal gibi görünen insanlık suçlarının tekrarlanmaması için, toplum değerlerinden bağımsız bir şekilde yasalar ile caydırıcı hale gelmesi gerekmekte. Ancak bu şekilde toplumun ‘değişmez’ sanılan değerleri evrim sürecine giriyor ve ileri doğru adımlar atılıyor.

Medyadan takip ettiğiniz gibi yaz aylarında 18 yaşında zenci bir çocuk ABD’de polis tarafından öldürüldü. Polis yargılanmadı. Zenci halk ayaklandı, protestolar düzenledi. Büyük ihtimalle polis haklıydı fakat güvenlik güçlerinde mevcut olan zenci önyargısı da yadsınamaz. İnancım şu ki, protestolar önyargılara dikkati çekmeye yarayacak. Belki kaos ortamı durulunca norm ve değerler evrime uğrayacak.

 

1 Yorum