Teslimiyet

Provokatif ünlü Fransız yazarın son romanı Fransa’da büyük deprem yarattı. Avrupalıları korkuları ve endişeleri ile yüzleştiren roman, bakın 2022’den sonra neler yaşanacağını öngörmüş…

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
21 Ocak 2015 Çarşamba

Fransa’nın özellikle Aydınlanma Çağı ile birlikte her daim Avrupa’nın en entelektüel, bireyin ruhunun derinliklerine ilişkin önemli bulguları olan filozoflara sahip ve aydınlanmanın en önemli kazanımlarından olan laikliğin bayrağını en önde taşıyan ülkesi olduğunu kimse inkâr edemez.

Ve aynı Fransa bu ay dünyanın merkezinde yerini alıyordu yeniden. Ülke Charlie Hebdo katliamı ile kutsala saygı ve ifade özgürlüğünün sınırları gibi çok hassas meselelerin dünyada tartışılmasına vesile olurken bu olay ile doğrudan bağlantısı olmasa da katliamın arka plan içeriği bağlamında ilginç bir başka ‘olay’ daha yaşıyordu.

Fransa’daki siyasi kesimleri, entelektüelleri ve hatta sokaktaki Fransız’ı bile tartışmanın içine çeken bir romanın yayınlanması ile başlayan söz düelloları bizde pek duyulmasa da Fransa’dan başka neredeyse ABD dâhil tüm Batı dünyasını meşgul ediyor. Zira söz konusu roman, tarihin bu sürecinde özgür bireyin korkuları ve endişeleri ile yüzleşmesine neden olan bir eser olarak kasıp kavuruyor entelektüel dünyayı.

Bu depremi yaratan, Fransa’nın ünlü ve her daim provokatif düşünceleri ve romanları ile gündemde kalan, kâh marjinalliğin, aşırılığın sınırlarında dolaşan, kâh pornografinin, ırkçılığın kucağında oturan, Aydınlanma ruhunun ve 1968 gençlik hareketlerinin, Batı insanının ruhsal çöküşünü hazırlayan en büyük darbelerden olduğunu iddia edecek kadar atipik bir aydın, Michel Houellebecq’in ta kendisi. Geçmişte, ‘Temel Parçacıklar’ adlı romanıyla Batı dünyasını sallayan yazar, Fransa’nın demokratik seçimler yoluyla İslami iktidara geçmesini anlatan ‘Soumission’-‘Teslimiyet’ adlı romanı ile çok şeyler söyleyip, gerçekten kendisinin ne düşündüğünü tam anlatmak istemeyen bir yakın gelecek senaryosu çiziyor.

Yıl 2022’dir. Fransa’da başkanlık seçimleri vardır. Romanın kahramanı, edebiyat profesörü François, yazarın karakterlerinin tipolojisine uygun olarak dağınık ve rastgele bir cinsellik hayatına yapışan, mikrodalga fırın yemekleri ile karnını doyuran ve Fransızların ‘ennui’ dedikleri o meşhur ‘iç sıkıntısı’ ile yaşayan biridir.

Seçimlerden sürpriz bir şekilde ilk turda sol ve sağ partiler elenince geriye ırkçı Le Pen’in partisi ile bir Tunuslu bakkalın Fransa doğumlu oğlu olan Muhammed Bin Abbas’ın ‘Müslüman Kardeşlik’ partisi kalır ve sonunda merkez sağ ve solun desteğini alan İslamcı parti ülkenin tarihinde bir ilke imza atar ve iktidara gelir. Kısa süren bir karışıklık döneminden sonra Abbas’ın ılımlı liderliğinde ülke normale döner. François da kaçtığı bir başka ülkeden Fransa’ya dönmeye karar verir. Lakin ülke, eski ülke değildir artık.

Çok daha fazla kadın kapanmıştır. Çok eşlilik yasal hale getirilmiştir. Fransa, Kuzey Afrika’daki Müslüman ülkeleri Avrupa Birliği’ne alma projesine girişmiştir. Suudi Arabistan petrodolarlarını muazzam bir şekilde Fransa’ya akıtmaktadır. Üniversite hocalarının maaşlarına büyük zamlar yapılmıştır. Sorbonne Üniversitesi’nin yeni adı ‘Sorbonne İslam Üniversitesi’ olmuştur.

François rahata kavuşmak için Müslümanlığa geçer ve eskiye oranla çok daha rahat koşullara sahip olur. Üstelik çok eşlilik sayesinde düzenli cinsel hayata sahip olur. Daha fazla para kazanmaya başlar.

Houellebecq beklentilerin aksine bu ‘devrim’in Fransa’yı bir iç savaşa sürüklemekten ziyade iç barışa ulaştırdığını da anlatır.

Lakin provokatif yazarın bu noktada hiciv mi yaptığı yoksa gerçekten inandığını mı söylediği konusunda herkes ikiye ayrılmış durumda; zira onun geçmişte İslam için ne kadar olumsuz bir söyleme sahip olduğunu ve İslamofobi’nin en güçlü yaratıcısı olduğunu yakın tarih çok açık olarak yazar.

Houellebecq, sonuç ne olursa olsun, Avrupa’nın, özellikle Fransızların gizli kolektif korkularının kâbusa dönüşmesinin ülkede aşırı sağın güçlenmesine neden olacağı fikrinden hareketle Le Pen’e muhteşem bir hediye sunmakla suçlanıyor bugünlerde.

Lakin kendisi, “Ben bir vizyon sundum, Aydınlanma felsefesinin çökmesinden sonra ahlaken çöküşe geçen toplumun dini arayış vizyonudur romanda anlattıklarım” diyor.

Houellebecq’in ne demek istediği anlaşılamıyor. Nihilizmle hiciv arasında gidip gelen roman hiçbir kesimi memnun etmiş değil. Lakin gürültüsü çok fazla.

Provokatif bir yazarın kimseye yaranamaması işte böyle bir şey.

 

3 Yorum