Kötülük

Kötülüğe taktım kafayı yine ve yeniden. Ülkemde ve dünyada tanık olduklarım her gün gardımı biraz daha düşürüyor. Ve o ölümcül soruyu mütemadiyen sormadan edemiyorum: “Bu kötülüğü içimize kim soktu?”

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
4 Mart 2015 Çarşamba

9-10 yaşlarındaydım. Rahmetli babamın yaz tatili için bana ilk bisikletimi hediye ettiğinde dünyalar benim olmuştu. Bisiklet özgürlük demekti zira. Rüzgâra karşı bayır aşağı ‘uçmak’ demekti bisiklet. Lakin bisiklete sahip olduğum ikinci gün ise çocukluk anılarımın hiç unutamadıklarımdan olan üzücü bir olaya maruz kalmıştım. O yaz tanıştığım bir yaşıtım bisikletimi gördüğünde adeta deliye dönmüş ve nedensiz olarak ilk önce bana tekme atmış, daha sonra bisikletimi de defalarca tekmelemiş ve yerlerde sürüklemişti. Hayatımın ilk büyük şokunu yaşıyordum. Saf çocukluğum evresinde ilk kötülüğe maruz kalmıştım zira. Dünyanın kuruluşundan beri var olan kötülüğün, kötücül davranışın özgürlüğüne kavuştuğunu sanan çocuksu hayallerime ilk darbe vurmasına tanık oluyordum. Bu kötülüğün anlaşılır nedeni belki bulunabilirdi ama kıskançlığın şiddete dönüşmesindeki insani sorunsalı çözmek mümkün değildi, günümüzde bile.

Bugün dünyada olsun, ülkemde olsun tanık olduğumuz cehennem ateşine kardeş olan kötülüğün bunca gelişmeye, onca eğitime, aydınlanma ve ilerleme çağlarına rağmen gücünden hiç eksilmemesi her türlü varoluşsal mantık kıstaslarını hiçe saymakta. İster yaradılış, ister evrim teorisine inanalım; her ikisinin de kötülüğe yol açan kodlar içerdiğine ve bunu yenmek için insanoğlunun yeterli donanıma sahip olmadığına hayretle tanık oluyoruz.

Bir terör örgütünün, salt ideolojisine tutunmak adına dünyanın en eski tarihi bölgesindeki kadim kültürlere ait heykelleri baltayla paramparça etmesini elimiz kolumuz bağlı seyrediyoruz, giderek körleşiyoruz da. Bu kötülüğün hesabı verilmeyecek mi peki?

Elias Canetti’nin ölümsüz ‘Körleşme’si işte bu makûs talihimize gönderme yapar. Bir insanın gerçeklikten ne kadar kopabileceği, insanoğlunun da de bu gerçeklik ve mutlak kötülük karşısında nasıl körleştiğini anlatır ünlü yazar.

Kötülük kavramı karşısında yüzyıllardır filozoflar ve teologlar kafa patlatmasına rağmen hiç bir ortak noktada buluşamadılar. Mesele, ‘her şeyi yaratan ve iyiliğimiz için uğraşan Tanrı’ noktasında sorgulandığı için farklı savlar hep sıcak tartışmalar arasında sıkışmış kalmış durumda. Leibniz’in, ‘dünyamızın mümkün dünyaların en iyisi olduğu’ tezine, Tanrı’yı savunduğu gerekçesiyle başta Rousseau olmak üzere birçok filozof destek verirken özellikle tarihin en büyük yıkımlarından birine neden olan 1755 Lizbon depreminden sonra Voltaire ve Hume, Leibniz’i kıyasıya eleştirmiş, bu doğal kötülük sonrasında dünyanın mümkün dünyaların en kötüsü olduğunu savlamışlardı. Adorno da, insanın insana yapabileceği en büyük kötülük olan Holokost’tan sonra artık şiir yazmanın barbarlık olacağını söylemişti. Zira kötülük, tarihi zirvesine ulaşmıştı…

Ünlü yazarımız Yaşar Kemal’in ölümünden sonra şöyle bir tweet görmüştüm kuşların dünyasında. “Madem herkes Yaşar Kemal okudu, bu ülkenin insanları niye bu kadar kötü?” Ülkem de kötülükten nasibini alıyordu nitekim. Yaşadığımız günler, insan tarafından yaratılan ama insanlığın en büyük düşmanı olan kötülüğün örnekleriyle tarihe geçiyordu. Sokakta, medyada, siyasette, her yerde nefret, öfke, bencillikten kaynaklanan ve refleks olarak türeyen çeşit çeşit kötülük örneklerine tanık oluyoruz. Ve gittikçe duyarsızlaşıyor ve körleşiyoruz. Bir futbol antrenörünün, sahada ve tribünlerde olanları gördüğünde şu saptaması hep hafızamda: “İnsanımızın en büyük sorunu diğer insanların canlarını acıtmayı çok sevmeleri.” Belki de ömür boyu sakat kalacak şekilde yerde kıvranan rakip futbolcuya seyircinin topluca ‘oh olsun’ tezahüratını hangi ahlaki normlarla açıklayabiliriz? Veya sokakta vurulan bir gencin acılı annesini, kimi sözleri yüzünden toplulukların yuhalamasını hangi insani gerekçelerle tartışabiliriz?

Veya sırtını iktidarın gücüne dayayıp muhalif gazetecileri kedinin fareyi sıkıştırması gibi manen ezmeye çalışmayı hangi insani dürtüyle açıklayabileceğiz?...

İçinde bulunduğumuz yıllar, dünya coğrafyasının her köşesinde, kötülüğün her türlü türevinin yeniden yoğun olarak insanın karşısına çıktığına tanık olduğumuz günleri yaşatıyor insana. Bu büyük tehdit karşısında yapabileceklerimiz ise bir hayli sınırlı görünüyor nedense.

Zira, Yaşar Kemal’in dediği gibi muhtemelen, “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler…”

Geriye kimlerin kaldığını, varın siz söyleyin.

2 Yorum