Abi Deniz Bitti Galiba?

Derinlik göstergesi tehlikeli derecede sığ suların yaklaştığını göstermektedir. Güneş ufuktan battıkça karşıdan gelmekte olan fırtına bulutlarının rengi turuncudan koyu laciverte dönüştükçe Kaptan’ın içini bir sıkıntı basmaktadır. Uzun süredir yönetmekte olduğu transatlantik yolcu gemisi belki de doluluk oranının en yüksek, ortalama yolcu başı fiyatın en fazla olduğu seyahatlerinden birindedir.

Metin BONFİL Köşe Yazısı
11 Mart 2015 Çarşamba

Derinlik göstergesi tehlikeli derecede sığ suların yaklaştığını göstermektedir. Güneş ufuktan battıkça karşıdan gelmekte olan fırtına bulutlarının rengi turuncudan koyu laciverte dönüştükçe Kaptan’ın içini bir sıkıntı basmaktadır. Uzun süredir yönetmekte olduğu transatlantik yolcu gemisi belki de doluluk oranının en yüksek, ortalama yolcu başı fiyatın en fazla olduğu seyahatlerinden birindedir. Gemideki yolcuların seyahatten beklentilerinin ne kadar yüksek olduğunu bilmektedir. Diğer yandan, Başmakinist yakıtın bitmekte olduğu bir an önce sağlam bir limana bağlanmanın iyi olacağını söylemektedir. Uzun süredir durmadan çalışıyor olmalarından dolayı, enerji sağlayan güç birimlerinin ise randımanı düşmektedir. Lojistik müdürü, kısa süre sonra gemideki yolcuların şampanya taleplerini artık karşılayamayacağını, navigasyon sorumlusu ise karşıdan gelen fırtınanın şiddetine dikkat çekerek rotayı değiştirmek gerektiğini belirtmektedir.

Kaptan, gümbür gümbür gelmekte olan fırtınada alabora olmadan, içerideki yolcuları paniklettirmeden ve aç bırakmadan, gemiyi bu sığ sularda karaya oturtmadan, uzayan rotaya rağmen yakıtı bitirmeden, bölgede avlanan gözü dönmüş silahlı korsanların eline düşmeden, bu emaneti selametle bir limana ulaştırması gerektiğinin farkındadır. Soğukkanlılığını kaybetmemeye çalışsa da, artan stresi her geçen gün yakın çevresindekiler tarafından daha fazla hissedilmektedir.

Türkiye ekonomisini yönetmekle sorumlu olsaydım, herhalde bu kaptan gibi stres olurdum. 

Geçtiğimiz on senede, Türkiye ekonomisinin yumuşak karnı diyebileceğimiz kronik cari açık, kronik tasarruf eksiği, inatçı bir enflasyon ve inatçı bir işsizlik sorunlarında maalesef bir iyileşme gözlenmemektedir. 2001 krizinin yarattığı olağanüstü kötü koşullardan sonra gelen politik istikrar dönemi ve Türkiye’nin Batı ile entegre olma yolunda verdiği olumlu görüntü, o gün için ekonominin büyümesi için gereken dış kaynakları seferber etmeye yeterli idi. Ancak, 2009 yılındaki küresel krize rağmen Türkiye’nin dış açık vererek iç tüketime dayalı büyüme modelinde önemli bir değişiklik olmadı.

2005 senesinde yeniden canlanan ve dışarıdan sermaye girişini hızlandıran Avrupa Birliği entegrasyon süreci artık heyecanını kaybetmiştir. Kaybetmemiş olsaydı dahi eskisi gibi etkili fon akımlarının devamına katalizör olabileceği de şüphelidir zaten.

2001 yılındaki yüzde 70 seviyesinden 2005’te yüzde 7’ye düşen ancak ondan sonraki on sene bu oranın altına kalıcı olarak inemeyen enflasyon, son devalüasyonlarla yükselme eğilimine girebilecektir. Oysa son altı senedir küresel enflasyon tarihsel değerlerinin çok altında seyretmektedir.

2005’te yüzde 9,5 olan işsizlik oranı, on sene sonra halen yüzde 10 seviyesinde; 2005’te yüzde 17 olan genç işsizlik oranı da on sene sonra halen yüzde 18 seviyesindedir. OECD ülkelerine göre ülkemizde genç nüfus oranının ve çalışmayan kadın oranının daha yüksek olduğu düşünülür ise, Türkiye’nin nüfusunun büyük bir kısmının halen üretken olmadığı gerçeği, inatçı bir şekilde önümüze dikilmektedir.  Buna mukabil, sosyal haklar ve sağlık alanında sağlanan reformlar sayesinde çok daha geniş kitlelere hizmet getirmenin maliyeti çığ gibi büyümeye devam etmektedir.

2004 senesinde yüzde 65 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, on sene sonra yine yüzde 65 seviyesindedir. Türkiye’nin son on senedeki kümülatif dış ticaret açığı toplam 715 milyar dolar, kümülatif cari açık toplamı da 430 milyar dolar olmuştur.  Türkiye’nin büyümesi için gereken cansuyu yabancıların tasarruflarını çekerek sağlanmaktadır. Buna mukabil, Türkiye OECD ülkeleri arasında en düşük tasarruf oranına sahip ülke olmaya devam etmektedir.

Büyük şehirlere göçü teşvik eden politikalar, bir yanda konut, araba, dayanıklı tüketim malları ve tüketime yönelik olağanüstü bir talep patlaması yaratmış, diğer yanda da ulaşım, sağlık vb. altyapı yatırımlarında ciddi artışlara sebep olmuştur. Ne var ki, artık şehirlerin daha fazla büyüyebilme ve hane halkının daha fazla borçlanabilme kapasitelerinin sınırlarına yaklaşılmaktadır.

Diğer bir ifade ile geçmiş on senede Türkiye’ye yatırım ve harcama amaçlı açılan ‘kredi’lerin gelecek on senede de aynen sürdürülebileceği garanti değildir. İşte bu nedenle Türkiye ekonomisini tarif ederken ‘kırılganlık’ tanımı ziyadesiyle kullanılır olmuştur.

Avrupa’nın krizi, doların rekor yükselişi, artan toplumsal gerilim, IŞİD mışid derken dikkatli olmak lazım. Deniz bu, sağı solu belli olmaz…