Anılarımdaki Pesah

Küçüklüğümüzdeki bayramlar bugünkünden çok farklıydı. İstanbul Yahudilerinin hepsi şehrin aynı bölgelerinde yaşarlardı. Öyle ki, bayram sevinci, heyecanı ve telaşı bu yörelerde hissedilirdi. Satıcılar dahi, bayram hazırlığına başlarlar, çiçekçiler bir gün önceden çeşit çeşit çiçeklerini hazırlarlardı.

Dora NİYEGO Köşe Yazısı
25 Mart 2015 Çarşamba

Hepinizin bildiği gibi, üç hafta sonra, iki gece boyunca tüm aile fertleri ile bir araya gelerek Pesah bayramını kutlayacağız. Birkaç güne kadar, matsa, matsa unu, yumurta ve ceviz satın alarak hazırlıklara başlayacağız. Bayramdan iki üç gün önce de, tüm alışverişleri bitirip, biz kadınlar bayram yemeklerini pişirmeye başlayacağız.

Küçüklüğümüzdeki bayramlar bugünkünden çok farklıydı. İstanbul Yahudilerinin hepsi şehrin aynı bölgelerinde yaşarlardı. Öyle ki, bayram sevinci, heyecanı ve telaşı bu yörelerde hissedilirdi. Satıcılar dahi, bayram hazırlığına başlarlar, çiçekçiler bir gün önceden çeşit çeşit çiçeklerini hazırlarlardı. Purim biter bitmez, her evde Pesah hazırlıkları başlardı. Tabii herkes bir arada yaşadığı için bayram kurallarını sıkı sıkıya uygulamalıydı. Zira eksik bir şey yapan hemen fark edilir ve herkes tarafından ayıplanırdı.

Temizlikler bitince, tüm alışverişler yapılır, hanımlar bayram yemeklerini pişirmeye başlarlardı: Dulse blanko (beyaz tatlı), masapan (badem ezmesi), Pesah kekleri, katı yumurtalar, burmuelos, ıspanak börekleri, pırasa köfteleri, domates biber ve kabak dolmaları, kıymalı patlıcan sarması, fırında kuzu ve tavuklu fırında patates. Bu işler bayağı zaman alırdı. Tabii bayram günü, kadınlar yorgunluktan bitap vaziyete düşmüş olurlardı.

Bayramın ilk gecesi, tüm aile fertleri ailenin en yaşlısının evinde toplanırlardı. Herkes elinde bir buket çiçekle gelirdi. O ev çiçeklerle dolup taşar, bayram havası hissedilirdi. Erkekler sinagogdan dönünce, her birimiz masadaki yerimizi alır, aile büyüğü de Hagada’yı okumaya başlardı. Masada dedemizin sesinden başka çıt çıkmazdı. Hepimiz merakla dedemizi dinlerdik. Her yıl Hagada’yı dinlediğimizden, artık herkes sözlerin çoğunu ezbere bilir ve duaya zaman zaman hep birlikte iştirak ederdik.

Her iki dakikada bir eller yıkanmalıydı. En son el yıkamada, herkes başka yöne bakmalıydı. Dedem suyu dökerken şu sözleri tekrarlardı: ‘Dan, sefardan, kinim, arov’. Annelerimiz biz çocuklara, ‘O tarafa bakmayın’ derdi. Tabii biz çaktırmadan, göz ucuyla o yöne bakar, dedemin bardaktan tencereye ne döktüğünü görmeye çalışırdık.

Küçüklüğümüzden beri, Pesah’ın Mısır’dan çıkışını simgelediğini ve bir milletin bağımsızlık hikâyesi olduğunu bilirdik. Her yıl, binlerce yıl önce geçen bu bağımsızlık bayramını kutlarız. Hagada’da okuduğumuz gibi, her nesilde, her Yahudi, sanki Mısır’dan çıkan ve özgürlüğe kavuşan kendisi imiş gibi bu olayı tekrarlamak zorundadır.

Her yıl, kabarmaya vakit bulamayan hamursuz ekmeğini, sirkeye ve harose’ye batırılmış ekşi yeşillikleri yer, atalarımızın yaşadıkları acıları hatırlamaya çalışırız. Korban Pesah’ın (soğuk et parçası) yanına, doğurganlığı ve dolayısı ile ümidi sembolize eden yumurtayı koyarız. Dört şarap bardağı bağımsızlığı sembolize eder. Matsayı ve marulu yerken, çocuklara Tanrı’nın bizi Mısır’dan çıkarmak için yaptığı mucizeleri anlatır ve lezzetli yemekleri yerken de, kendimizi, o  esaret günlerinin aksine, tam bir ‘beyefendi’ gibi hissederiz.

Yıllar önce, yemeğin ardından, , ‘Kavretiko’ ve ‘Kuelo es el Uno’ gibi Pesah şarkılarını, hep bir ağızdan, neşe ile söylerdik.

Küçüklüğümün bu Pesah anıları gözlerimin önünden hiç silinmez. Bugün de, kadınlarımız, gelecek nesillere zengin mirasımızı aktarmak için,  aynı hazırlıkları yapmaya çalışıyorlar, ama tabii teknolojinin yardımı ve eski sıkı kuralların hafifletilmiş hali ile.