Küllerinden doğan sinagog

Devletin desteğiyle, Cumhuriyet tarihinde ilk kez küllerinden doğan yeni bir sinagog açılıyordu 26 Mart 2015’te, mabedin kapılarını tamamen kapattıktan tam 32 yıl sonra... Neydi o hepimizi ele geçiren coşku öyle! Nasıl açıklanabilirdi ki bu masum uzun alkışlarla gelen ‘sessiz’ isyan hissiyatı?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı 0 yorum
2 Nisan 2015 Perşembe

Bazen hayat üzerinize gelir, çıkış yolu bulamazsınız, mütemadiyen debelenip durursunuz hayatta kalma refleksinizi kullanarak. İyice inancınızı yitirirsiniz, çekip gitmek, herkesten ırak, sıfırdan başlamak isterseniz her şeye. Sonra birden bir mucize gerçekleşir. Hayatın adaletli vicdanı devreye girer, biraz soluklanırsınız böylelikle. Sonra hayat yine akmaya devam eder, belki yeni bir nefes darlığına kadar, belki de farklı bir yolun sonuna kadar.

26 Mart 2015 günü, bu satırların yazarına ve de çok sayıda Türk Yahudi’sine böylesi bir soluklanmanın verildiği gün olarak tarihe geçecekti. Kapılarını ibadete kapattığı 1983 yılından tam 32 sene sonra Şema, Kadiş ve Yahudiliğin bilumum simge dualarının ulvi seslerinin duvarlarında yankılandığı Edirne Büyük Sinagogu’nun tekrar açıldığı istisnai günden bahsediyorum. Çok özel bir gündü. Topu topu, koca memlekette yaşayan 17 bin Yahudi’nin bin kadarı yollara düşüp o tarihi güne tanıklık etmek istemişlerdi…

Tarihe kısaca dönelim ve bakalım:

1934’ün haziran ayının birkaç günü içinde Edirne’deki Yahudilerin neredeyse tamamı, “Yahudiler Trakya’yı Filistin’e eş yapma davasındadırlar” sonuç cümlesi çıkarılan resmi bir raporun yayınlanmasından sonra bölgede gelişen şiddetli eylemler ve yağma hareketleri neticesinde İstanbul’a göçeceklerdi. 20 binin üzerinde olan nüfus neredeyse 48 saat içinde sıfırlanacaktı. Bu denli canlı ve dinamik bir topluma hizmet veren Edirne Sinagogu da bir daha o kalabalığı göremeyecekti. Çok az bir cemaatle ayakta kalmaya çalışan sinagog 1969’da son hazanlarının İsrail’e göç etmesi ile birlikte 1983’e kadar durumu bir şekilde idare edecekti. Sonrası ise, hafızalarımıza kazınan, harabeye dönmüş yıkık dökük bir fotoğraftan öteye gidemeyecekti.

Devletin desteğiyle, Cumhuriyet tarihinde ilk kez küllerinden doğan yeni bir sinagog açılıyordu sonuç olarak, 26 Mart 2015’te, mabedin kapılarını tamamen kapattıktan tam 32 yıl sonra…

Neydi o hepimizi ele geçiren coşku öyle! Nasıl açıklanabilirdi ki? Cevabı ise gün gibi açıktı aslında. Memleketteki ötekileştirmeden, ayrımcılıktan, basındaki her gün daha da koyulaşan antisemitizmden bitap düşmüştük zira. Karanlık tünelde ilerleyen, gözleri umutsuzca o tünelin sonundaki aydınlığı gözetleyen Yahudilere dönüşmüştük keza. Ama hayat mucizelerle doluydu nitekim. Türk Musevi Cemaati Başkanı İshak İbrahimzadeh, “Bizi düşman ve vatan haini şeklinde gösteren söylemler karşısında her seferinde kendimizi bu vatanın sadık ve faydalı vatandaşları olduğumuz açıklamaları yapmak zorunda hissetmişiz. Bu çıkmazdan ilerlenememiş, içimize kapanmışız. Toplum olarak geleceğe olan umudumuzu yitirmişiz. İşte bugün Edirne Sinagogu’nun açılışı bu söylemlere, ayrışmalara devletimizin vermiş olduğu en iyi cevaptır, bizim içim milattır” dediğinde bine yakın kişinin dakikalarca kendisini ayakta alkışlaması, bu umutsuzluğun, bu içine kapanmışlığın yarattığı basıncın aniden dışarıya çıkmasaydı. ‘Sessiz’ isyan bayrağıydı adeta. Haklıydılar, zira sıkılmışlardı her Allah’ın günü aşağılanmaktan, ötekileştirilmekten, hayattaki olumsuzlukların arkasında sürekli Yahudi’yi gören hastalıklı ama arkası hiç kesilmeyen ruh halinden. İlk fırsatta patlamışlardı, masum alkışlarıyla. Zira sinagoga girer girmez ayakta alkışladıkları ve saygı duydukları Başbakan Yardımcısı oradaydı. Tabii ki, bir süre önce, sonradan özür dilese de kendilerini İsrail ile özdeşleştirip sinagogu ibadete yasaklayacağını söyleyen Edirne Valisi de orada bulunuyordu.

Hele hele, Bülent Arınç, “Bu memlekette bir Müslüman’ın ne kadar hakkı varsa, bir Yahudi’nin, bir Hıristiyan’ın da o kadar hakkı vardır” sözünü ettiğinde, ‘isyandaki’ yüzlerce kişi aynı coşkuyla ayakta alkışlıyordu kendisini.

Rüyada gibiydiler. Son yılların burukluğu ve üzüntüsü diyalektik yasa gereği yerini coşkulu sevince dönüşüyordu.

Çok beklentileri vardı. Lakin en azından güvendikleri dağların bile içselleştirdiği ‘Türkler ve Yahudiler’ ayırımının artık yapılmamasını diliyorlardı…

Sinagogun, o olağanüstü tarihi günden sonra cemaatsizlikten kapalı kalacağı gerçeği ise bir başka yara olmaya devam edecekti ama.

Tören çıkışında komşu bina sakinlerine, “Bu görkemli binayı size teslim ediyoruz, bakabilir misiniz?” diye sorduğumda verilen cevap ömre bedeldi: “Gözünüz arkada kalmasın, biz buradayız…”

Yeniden sağlıklı solumaya başlamıştım.

Zira, umut bu topraklardaki yoksulun galiba tek ekmeğiydi…

 

1 Yorum