Edirne’nin en büyük ayçiçeği

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
2 Nisan 2015 Perşembe

Çocukluğumun tatillerini hatırlıyorum. Yazın nemli olmayan sıcak günlerinde, Edirne’nin köylerindeki meşhur ayçiçek tarlalarında koşmuşluğum var. Hatta kocaman bir ayçiçeğini yüzüme yemişliğim de… Çekirdek izlerinin yanağımdan kaybolması günlerimi almıştı. O yüzden Edirne’nin simgesi benim için hep ayçiçek tarlaları olmuştur.

Ayçiçeklerin arasından umut doğar… Yine öyle oldu.

Yıllar yıllar önce solan, son tuğlasıyla hayatta kalmaya çalışan kocaman sarı bir Ayçiçek vardı. Can çekiştiği komadan uyandı, hayata döndü. Yeniden bir kültürün, köklü bir dinin mıknatısı olmak üzere, Büyük Edirne Sinagogu 2015 yılını kendisine milat yaptı. 

İnsan hayatında kaç kez sinagog açılışına denk gelir bilmiyorum. Üstelik söz konusu yer yeniden diriliyorsa… İnanç ve yaşattığı kültürü içinde taşıyan sinagog, yıllar sonra yapılan ilk duasıyla görkemli bir açılış yaptı. 

Cemaat Başkanı İshak İbrahimzadeh’nin yaptığı konuşmayı içtenlikle ve dakikalarca alkışlayanlar, bastırılmış vatandaşlık duygularını ellerini çırpa çırpa anlattı. Her zaman söze ihtiyaç yoktur. Orada olan herkes için, o gün Edirne’de sadece bir sinagog açılmadı. Aynı zamanda ‘biz buradayız, hep buradaydık, zaten buralıyız’ dendi. En azından ben bu duygunun altının çizildiğine inanıyorum.

Sonra Bülent Arınç’ın konuşması başladı. “Türkler ve Yahudiler tarih boyunca iyi ilişkiler içinde oldu” gibi içselleştirilmemiş vatandaşlık vurgusu yaptı. Türk vatandaşlarıyla dolan koca bir sinagoga, misafire dert anlatır gibi sesleniyordu. Ellerini bağlamış dinler görünen Edirne Valisi ise ara ara ellerini çözüp, Arınç’ın konuşmasından notlar alıyordu. Mesele daha garip bir hal aldı. Ben balkondan izlerken Arınç bu kez, “Müslümanla, Yahudi’nin eşit haklarına” dem vurdu. Ama söylemlerinin Abdülhamit zamanından kalma, bugünde geçer akçe olmadığını sanırım ona kimse söylemedi. Öyle olmadığından değil. Elbette eşit. Sadece, inanç gibi kişisel bir konuda hak tanımak yahut tanımamak gibi içeriklerin, bu yüzyılda hâlâ devletin meselesi olmasını insan içine sindiremiyor.

Hakları dinlerin yahut çoğunluğun değil, yasaların zaten belirlediğini kendime hatırlatıyorum. Osmanlı’nın vatandaşı yok saydığı, soyadını bile layık görmediği düzene yapılan her türlü güzellemeyi silgiyle silmek istiyorum. ‘Cumhuriyet’in kazandırdığı yasal haklardan konuşalım beyler’ demek geliyor içimden. Soydaşlık vurgusunu ve çoğunluğu toplumda ön planda tutan açıklamaları samimiyetten men ederek üstelik… Hepsini sormak istiyorum! Ama açılış heyecanıyla bütün sorularımı içime gömüyorum. Atmosfere kendimi kaptırıyorum. En son 1970’lerde bir düğün yapılmış sinagogda. Şimdi yenilenen haliyle ilk evlenen çiftin şanslı olacağını düşünüyorum. Hatta tarihe geçeceklerini belirtmekte fayda var. Onlara da belki derler; “tarihte Türkler ve Yahudiler iyi anlaştı” diye… Ya da onların Türk olduğunu hatırlarlar belki de ben yanılırım.

Vatandaşlık meselesi derin bir kuyu, bu yazıya ve günlere sığdırmak mümkün değil. Çünkü dönemler değiştikçe akım gibi içeriği de değişmiş. Sanmayın ki sadece dinle bağdaştırmışlar. Kendi içinde sistematik olmayan garip bir düğüm atılmış, vatandaşlığa.

2000’li yıllarda kabul görür bir vatandaş olmanız için bazı okullardan geçmeniz gerek. Mesela; Türkiye’nin doğal yollardan mezun verdiği, ‘Mağdur Dili ve Fakir Edebiyatı’ üzerine en azından lisans bile yapmadıysanız, Türk vatandaşlığı konusunda eksikleriniz var demektir. Bağıra bağıra, üzerimize oynamasınlar bak fena olur gibi söylemleriniz yoksa yine eksik kaldınız. Becerileriniz artık ne ürettiğinizle değil, kimi tanıdığınızla yarışıyorsa, vatandaşlığın hakkını veriyorsunuz demektir!

İnsan doğmadan önce ülkesini, dinini ve ailesini seçemiyor. Malum. Buna iyi ya da kötü diyemeyiz. Öyle olduğu için böyle diyebiliriz en fazla. Ancak seçemediklerimiz üzerinden yapılan tartışmalar toplumun hala nerelerde olduğunu gösterir.

Bizim gibi kendi içinde rekabete açık olmayan ve dinin bile devlet kontrolünde yaşandığı bir ülkede, bu kelimeleri hala yazıyor olmamın kime faydası var ondan da emin değilim.

Ama dediğim gibi ayçiçeklerin arasından her zaman umut doğar.