Ateşpare Füruzan

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
29 Nisan 2015 Çarşamba

Ziyan ettik çocukları hep beraber. Bu sözü, köşesine bu konu hakkında yazan biri olarak değil, bir öğretmen olarak söylüyorum. Öyle bir hale geldi ki müfredat, YGS denen sınav, o kadar içinden çıkılmaz ezberleri içerir ve gerektirir oldu ki yavaş yavaş ziyan ettik onları.

Ben neredeyse lise birinci sınıftan beri, öğretmen olmak, edebiyat okumak istedim. Çocuklar, doğru konuşan, yazan ama en önemlisi de doğru düşünen insanlar olsun istediğim için. Bunu çok istediğim için… Ayrıca edebiyatın o tatlı, düşlerle ve gerçeklerle harmanlanmış dünyasında kendime şahane köşeler buldum okuyacak, dinlenecek, yazacak…

Türk Edebiyatının tarihi devirlerinde yüzlerce edebiyatçı ve hepsinin onlarca eseri var. Pek çoğunu okumuş, bazılarını sadece duymuş, bazılarını hiç bilmiyor olabilirsiniz. Bizim gibi edebiyat okuyanlar, sizin gibi edebiyatın ilmini yapmaya meraklı olmayanlara oranla elbette daha çok bilirler. Hatta gerekli gereksiz ne varsa bilmeye mecburdurlar çünkü onlar sadece öğretmen olarak değil, aynı zamanda Türkolog olarak mezun olurlar fakülteden. Bu kadar çok isim ve eseri ezbere bilmek zorundadırlar.

Ama inanın şimdi öğrencilerin ezberi hepimizden, hatta bizden bile daha fazla. Akıllarını oynatmış gibiler ve ne yazık ki bunu yapmak zorundalar. Bu işe kendilerince çareler, öğrenme kolaylıkları arayıp bulmak zorundalar. Çünkü iyi bir okula girmek zorundalar.

Bütün bu zorunluluklar, ülkenin içinde bulunduğu neredeyse her durum gibi onları da köşeye sıkıştırdı yine. Bu hafta derslerimden birinde, çocuklar öncelikle önemli eserlere bakmanız daha doğru olur, Bunların tamamını aklınızda tutamazsınız, dedim.

O sırada Muallim Naci ve eserlerinden söz ediyorduk. Bu edebiyatçı, Tanzimat 2. Dönem’de etkin olmuş bir sanatçıdır. Recaizade Mahmut Ekrem’le, kafiye göz için mi yoksa kulak için mi olmalıdır, konusunda tartışmalar yaşamış, onun Zemzeme eserine cevaben Demdeme’yi kaleme almıştır. Önemli noktası burası…  Biz fakültedeyken bütün eserlerini bilmek ve sınavlarda ezbere yazmak zorundaydık. Ama bu çocuklar için ne gerek var, öyle değil mi? Değil işte!

Akıllarında kolay kalsın diye bir hikâye uydurmuşlar. Bakın nasıl:

Muallim, eski kafalı bir adam (eski edebiyatı savunuyor) olduğu için, karısının tavırlarından memnun değil. Önünden güzel bir kadın geçerken ona Ateşpare Füruzan ( eserlerinin adları ) diye sesleniyor. Eşi de onun bu yaptığına üzülüyor. Deme öyle (Demdeme adlı eseri) diyor. Muallim de sinirlenerek elini kaldırıyor ve ‘İstilahat-ı Edebiyye’, diye bağırıyor. (Bu da eser adı.)

Düşünebiliyor musunuz sıkıntıyı ve çaresizliği?

Edebiyat denen deryada yüzmek ve bu yüzmeden zevk almak varken kıyısında boğuluyorlar.

Bu satırları yazmasını bir öğrencimden rica ettim. Çünkü ben bu hikâyeyi aklımda tutamadım dersin sonuna kadar. Sonra da, hocam madem bunu yazacaksınız, yazınızın adı Ateşpare Füruzan olsun, dediler.

Anlayacağınız bu yazıyı beraber yazdık onlarla.

İşin daha acısı, piyasada bu hikâyelerden oluşmuş ders çalışma kitapları var şu sıralar… Yani birileri oturmuş, bunlara hikâye yazmış, bu sistemle çalışan hızlandırılmış kurslar bile var.

Onlara kolay yoldan eser, yazar ezberletsinler diye para veriyorsunuz, çocuklarınız sınavda çıkan soruları, bu yolla doğru yapıp istedikleri okula giriyorlar, sonra da bunun adına hepimiz başarı diyoruz.

Yazık değil mi? Hayatta neyi böyle öğrendik, öğrettik? Sınavda öğrencileri zorlamak istiyorlarsa okuduğunu anlama bölümüne daha çok ağırlık vermeliler. Adam gibi, nitelikli, ölçen, tartışmalara kapalı sorular hazırlayan komisyonlar kurmalılar.

Bu iş, Ateşpare Füruzan’la olmaz. Derhal köklü bir değişiklik yapmak zorundalar, yoksa korkarım her şey iyice sarpa saracak. Bir tane bile şiir bilmeyen ve edebiyattan zerre kadar zevk almayan nesiller yetişecek.