Mauthusen’de Nazilerin öldürdüğü Türk Yahudiler anıldı

Avusturya’daki Mauthausen Kampının kurtarılışının 70. yıldönümü vesilesiyle 10 Mayıs Pazar günü düzenlenen ve farklı ülkelerden yaklaşık 22 bin kişinin katıldığı anma törenine Türkiye’nin Viyana Büyükelçiliği mensupları ile Türkiye Musevi Cemaati’ni temsilen Türkiye Hahambaşısı Haleva’nın danışmanlarından Mirey Çukurel de katıldı.

Dünya 0 yorum
20 Mayıs 2015 Çarşamba

Avusturya’nın Linz kenti yakınlarında yer alan Mauthausen-Gusen Kampının kurtarılışının 70. yıldönümü vesilesiyle 10 Mayıs Pazar günü düzenlenen ve farklı ülkelerden yaklaşık 22 bin kişinin izlediği anma törenine Viyana Büyükelçiliği mensupları ile Türkiye Musevi Cemaati’ni temsilen Türkiye Hahambaşısı İsak Haleva’nın danışmanlarından Mirey Çukurel katıldı.

Naziler tarafından ilk inşa edilen ve Müttefikler tarafından son kurtarılan kamplardan biri olan Mauthausen’da Naziler ve işbirlikçi Avusturyalılar tarafından öldürülen yaklaşık 130 bin kurban arasında Musevi Türkler de vardı. Türk kurbanların anısına kamp duvarında yer alan plakete Büyükelçilik Birinci Müsteşarı Emre Zeki Karagöl ve Mirey Çukurel birlikte çelenk koydular. Heyet daha sonra, çocuklarla birlikte Avusturya televizyonunda naklen yayımlanan geçit törenine katıldı.  Bu yıl, 2. Dünya Savaşı’nın bitmesi ve birçok toplama ve ölüm kampının kurtarılmasının 70. yıldönümü vesilesiyle Türkiye’de çeşitli etkinlikler düzenlendi ve yurtiçi ve dışı anma törenlerine katılım oldu.

Avusturya halkının 1938 yılında Nazilerle birleşmesinden sonra hemen beş ay içinde faaliyete geçen Mauthausen Kampı, Avusturya’daki 50’ye yakın Nazi kampından en büyüğü, aynı zamanda en büyük ölüm kamplarından biriydi. 1938 yılında Avusturya’da 192 bin olan Yahudi nüfusu dört yıl içinde 7 bin kişiye düşmüş, kaçamayanlar, Mauthausen gibi kamplarda toplu olarak katledilmişti.

 

 

Mirey Çukurel katıldığı anma töreni ile ilgili izlenimlerini Şalom’a aktardı

 

Mauthausen’e vardığımızda siyah takım elbiseli ülke heyetleri ve gösterişli ülke bayrakları arasında, çoğu hayatlarının son döneminde olan birkaç eski Nazi kurbanı, çizgili kamp üniformaları ve numaralarıyla soykırıma meydan okurcasına güçlükle yürüyorlardı. Heybetli kamp kapılarından gözetleme kulelerine kadar her yeri özenle korunmuş dev işkence abideleri arasında bu sefer kendi istekleriyle yürümek nasıl bir his olabilirdi ki... Büyükelçilik ekibiyle kampa vardığımızda suskun adımlarımızın yerini binlerce katılımcının uğultusu kaplamıştı. Ülkeler, örgütler ve tanıklar her bir köşede kendi anıtlarında tören düzenliyor, Yahudiler kadiş dualarını okurken dev menoranın altında zaman bir anda sonsuzluğa ulaşıyordu. Emre Bey’le tüm yurttaşlarımızın adına antisemitizme, soykırıma, insanlık suçlarına “Bir daha asla” derken çelengimizle bu haykırışımızı mühürlüyorduk.

Bir anıt taşının yanında soluklanırken birden kendimi binlerce kişiyle beraber barışı mırıldanırken buldum: “Shalom alechem malache ha-sharet malache elyon, mi-melech malche ha-melachim Ha-Kadosh Baruch Hu.Bo’achem le-shalom malache ha-shalom malache elyon,mi-melech malche ha-melachim Ha-Kadosh Baruch Hu (...)”

Barışın meleklerini Mauthausen Ölüm Kampında da çağırırken etrafıma baktığımda anladım ki yalnız değiliz. Yanımda ülkemiz, dünya ülkeleri, diğer azınlıklar ve ‘ötekileşmiş’ler hep bir ağızdan barışı sayıklıyorduk. Bir ölüm kampında birlik olabilen insanlığımız yaşam alanlarında da birlik olamaz mıydı? Yahudi olmanın, kadın olmanın, insan olmanın, zaman zaman var olmanın güç olduğu dünyamızda sadece biraz sağduyuyla yaşanabilecek güzellikler gözümün önünden geçip gidiyordu.

Ülkeler, bayraklar, pankartlar, plakalar, anıtlar, haykırışlar arasında soğuk taş

zeminde ülkemiz adına yutkunarak ilerlerken Avusturya başkanlığı ve tüm dünyanın huzurunda yüz binleri, milyonları anıyor, kendimizle, insanlığımızla yüzleşiyorduk.

Ülkemin, Yahudileri, ötekileştirilmişleri ve diğer nice kardeşini o gün orada yalnız bırakmadığını görmek, bir Türk Yahudi genci olarak ışığı hissetmek, nasıl tarif edilebilirdi ki...

“Tanrı, ‘Işık olsun’ diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa ‘gündüz’, karanlığa ‘gece’ adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu.”

Geçmişteki karanlıkların ardından doğan ışıklarımızın hiç sönmemesi dileğiyle.

Bir daha asla.

 

3 Yorum