Reca’nın hatıra ve sevgi dolu mutfağı

Bodrum’da sahibi olduğu bir restoranla başlayan mutfak macerasını renkli bir kitapla sürdüren Reca Deşilton hayat hikâyesini anlattı. Kitabını kendi anıları ve fotoğraflarıyla süsleyen Deşilton, geleneksel Sefarad mutfağını da tanıtıyor.

Lili BARDAVİT Yaşam
24 Haziran 2015 Çarşamba

Bir kadın... Güzel, alımlı, sarı uzun lüleleri beline doğru uzanan hoş bir kadın...

Bakmayı bilen, dili bal, yüreği yerinde durmayan bir kadın...

İki çocuğu da var ama bekâr ve henüz genç, hem de çok.

38 yaşında, hayatının baharında, duygularının en doruk noktasında âşık olmuş. 

Çılgın her kadın gibi ne yapmış? 

Kendisine uzanan eli tutmuş, “gel” diyen sesi duymuş ve uzun bir ömür yolculuğuna çıkmış. 

Önce şehrinden ayrılmış, sonra hayatından.

Çocukları bebek yaşta olmadığından “o ses” daha bir davetkâr çıkmış.

Ve kadın önce İzmir’e taşınmış, derken Bodrum’a...

21 yıl aynı yastığa baş konmuş, beraber omuz omuza anılar birikmiş, kalp kalbe tüm maddi manevi zorluklar beraber aşılmış. Her yıl aynı bahçede, aynı çiçeklerin önünde resimler çekilmiş. Bir gün güneş açmış, bir gün yağmur yağmış. Ama ikisini ne güneş kavurabilmiş ne yağmur ıslatabilmiş. 

Dünyaları her daim toz pembe olmamış ancak Bodrum’un begonvilleri manzaraları olmuş, hayatları lavanta kokmuş. Sofralar kurulmuş, arkadaşlarla, kadehlerle, mezelerle, şarkılarla...

Herkes “hadi” demiş kadına, sihirli parmaklar hızlanmış, göz kararı pişen her yemeğin tadı damaklara, kadının adı dillere dolanmış.

Restoran açılmış, kadın pişirmiş, Bodrum yemiş. 

Aşkını katınca aşına, ah o yemekler ne de güzel olmuş.

Bir defter almış adam, yaz demiş kadına “damağında kalan her tadı yaz” demiş. “Bir gün kitap çıkaracaksın, bunları yaz artık, bizim hayalimiz olsun.”

Yazmış kadın, notlar almış, dünya mutfağını araştırmış, öğrenmiş, uygulamış...

Kızının düğününe bile ev sahipliği yapmış, yüzlerce kişiyi yedirmiş, içirmiş, hazırladığı menülerle başka gelinlere ilham olmuş. 

Derken...

Kör olası çöpçüler bir şeyleri süpürmüşler, neyi tam anlayamadım. 

Giden adam mı olmuş, kadın mı çözemedim, daha doğrusu çözmek istemedim. Hikâyenin bu bölümü kalbimi ağrıtıyor. Çünkü çekip giden bütün adamlara kılım. Aşkından ölüp biten, kadınını sırtında seve seve taşıyıp yorulunca hop aşağı bırakıp yoluna devam eden adama kılım. Sebep her neyse ne, kadınından vazgeçen her adama kılım. 

Ondan didikleyemedim. 

Biten aşklara çok üzüldüğüm ve gözlerim dolduğu için de soramadım. 

Her bitiş bir başlangıçtır onu da bir kez daha anladım. 

Ve küllerinden yeniden doğan, tüm üzüntülerini mutluluğa çeviren ve başarılarının zirvesinde tam hayal ettiği kitabı o adamsız çıkaran kadına sordum. 

5 yaşından 12 yaşına kadar İsrail’de yaşayan, aşka aşık, torunlarının bir tanesi, evlatlarının kıymetlisi, hayatına dokunduğu her insanı güzelleştiren bu kadına sordum. “Bu kitap nasıl çıktı anlat” dedim. 

Kim mi bu kadın? Bu kadın Reca Deşilton.

 

 Lili Bardavit ve Reca Deşilton

Sevgili Reca, harika yemekler yaptığını ve zamanında Bodrum’da bir restoranın olduğunu biliyorum ama mutfak hikâyen nerede başladı onu bilmiyorum işte, biraz anlatır mısın? 

Çok üretken, çok takdir ettiğim 90 yaşında bir annem var. Hâlâ aktif olarak dikiş diker, parasını kazanır, mesleğini sürdürür. Müthiş bir kadın. Küçüklüğümden beri annem o kadar yoğundu ki, mutfakla ilk 5 yaşında tanışmış oldum. Dünya tatlısı, İzmirli bir anneannem vardı. Minyon, kalkık burunlu, minicik elleri olan bir kadındı. Ne kadar Yahudi yemeği varsa pişirirdi. Hep onu izlerdim. Derken 12 yaşında İsrail’den dönüş yaptığımızda St. Benoit Lisesine başladım. Annem işten eve döndüğünde sofrayı hazır bulurdu. İlk menüm, köfte, makarna, patates tabii. Yalnız olduğum için evin her işini yapardım. Elimde bir kâğıt, üstünde direktifler, çamaşır makinesini çalıştırırdım. 

Yemek yapmayı da hep çok severdim. 

 Her yemek yapmayı çok seven kitap yazamıyor ama...

Evet, tabii ki. Mutfakla ilgili bir meslek yapmak aklımda yoktu. 

 Kim girdi kanına?

Bodrum girdi kanıma. 25 yıl evvel bir adama âşık oldum, tam 21 yıl sürdü... Aşka elimi uzattım, peşinden gittim. Bodrum ve İzmir arası bir hayatımız oldu. 

 Aşk kadını olduğunu biliyordum Reca ama zor kararmış, nasıl göze aldın?

Her şeyi geride bırakıp, hayatımı değiştirdim. Hiç kolay olmadı ama kalp işte... Çocuklarım büyümüştü, eğitimleri devam ediyordu ve tabii benimle gelmek istemediler, oysa çok istemiştim gelmelerini... Derken hayat arkadaşımla bir balık çiftliğimiz oldu ancak bundan gelir sağlayabilmemiz için 18 ay beklememiz gerekiyordu.

 Peki, bu arada ne yiyip, ne içiyorsunuz, nasıl geçiniyorsunuz?

Ben hiç bir zaman maddiyata çok önem veren bir insan olmadım. Sabırla bekledim. Yeter ki etrafımda pozitif ve gülen insanlar olsun. Herkesin durumu da benden iyi olsun, hiç önemli değil ve olmadı da. 

 Pollyannacılık mı bu biraz?

Olabilir… Etrafımda küs kim varsa, barıştırırım. Sorun yaşayanları dinlerim, anlarım... Sadece haksızlığa tahammülüm yok; orada masaya yumruğumu koyuyorum, ağzıma geleni söylüyorum. 

 Bodrum diyorduk, restoran, balık diyorduk, ne oldu anlat?

1991 yılında Küdür Yarımadasında çok şeker bir fok ailesi yaşardı. Çekirdek aile; anne-baba-bebek fok. Ne olduysa 97 yılında bizim çiftliğe gelip bütün ağları yırttılar. Tabii çelik ağ gersek bunlar olmazdı ama maddi imkânsızlıklar vardı yine, yaptıramamıştık. 

 Hepsini yediler mi? 

Görülmeye değer bir manzaraydı… Yemekle kalmadılar, bir de elleriyle oynamaya başladılar. Binlerce çipurayı kalkan balığına çevirdiler. 

 Sonra ne oldu, kapattınız mı çiftliği?

Mekânımız 49 yıllığına kiralanmış deniz üstünde bir yerdi. İyi bir çevremiz de vardı; hep büyükelçiler, tanınmış simalar gelir giderdi. Arkadaşlarım beni çok teşvik ettiler. Mezelerim yavaş yavaş nam saldı. Fısıltı gazetesi başladı yürümeye. Derken bizim çiftlik bildiğin tanınmış bir restoran oldu. “Hiç işim olmaz, müşteri filan uğraşamam” derken kendimi bir anda İspanya, İtalya ve Yunanistan’daki workshoplarda buldum. 

 Süpermiş, ama sanırım sen yıllardır pişirdiklerini yemiyorsun, bu fizik nasıl böyle genç kız gibi kalmış?

Pek aram yoktur yemekle, zaten mutfakta çok yemek pişirenler kokudan rahatsız olur, yemez. 

 Keşke bende aşçı olsaydım, belki iştahım kesilirdi biraz. Bu zayıflık furyası ve bitmeyen rejimler için ne diyorsun? Bu kadar güzel dünya mutfakları var, ne yapalım yani, yemeyelim mi?

Her yaz mutfakta çalışarak 9 kilo verir, kışın alırdım. Nisan ayında rejime başlardım ama beceremezdim. Rahmetli anneannemin öğüdünü yaşam formülü belledim: “Her şeyi ye ama çay tabağında ye” derdi. Kısaca porsiyonlarımızı küçültelim, bir de yürüyüş yaptık mı yeterlidir. Zaten artık herkes çok bilinçli, kızartma pek yenmiyor, pilatesler yapılıyor, çocuklarını bilinçli besliyorlar. Ben dayanamıyorum sabote ediyorum arada. Kızım kızacak şimdi, torunum Mila’ya çikolata verdim geçen gün. Çikolata sevmeyen çocuk olur mu? Çocuk tadını bile bilmiyor, annesi hiç vermemiş. Bir iştahla yedi ki... 

 Her anneanne gibi yani… Peki, Sefarad mutfağı hakkında konuşursak, nedir olmazsa olmazı?

Fritadaz. Hiç bir kültürde olmayan, yufkasız, unsuz bir börektir bu. Bir de almodrete, pırasa köftesi. 

Yazın bir slow-food yemek festivalindeydim, Sefarad yemekleri pişirip dünyadan gelen misafirlerimize ikram ettim. İngiliz Yahudi’si olan bir beyefendiyle tanıştım. “Almodretenin tarihçesini bilir misin?” dedi ve anlattı. Engizisyon zamanı Yahudilerin almodreteyi çok tüketmelerinden tanındığını söyledi yarı mizahi bir şekilde. Kaşer mutfağını da çok sağlıklı buluyorum çünkü et ve süt beraber çok bakteri üretiyorlar, restoran işlettiğim için bizzat şahit oldum. Ancak keşke kasabımız, etlerimiz bu kadar pahalı olmasa. Birçok insan maddi sorunlar yaşıyor, biraz fiyatları indirseler bütün Yahudiler bu sağlıklı beslenme tipine yönelse ne güzel olur. Hepimizin bütçesine uygun olmasını her zaman öneriyorum ve umuyorum. 

 Bu kitapta bulunan tarifleri nerede biriktirdin? Bu zamana kadar gönderilmeyen mektupların neredeydi?

Anıları kalbimde biriktirdim, yemek tariflerini de bir defterde. Hayat arkadaşım bir defter almıştı bana bir gün, “Damağında kalan her tadı yaz” dedi. Beraber yedik, beraber biriktirdik. Kitap çıkarma hayalini de beraber kurduk. Kısmet işte, yollarımız ayrıldı, 21 yıla perde çektik ama hayalim devam etti, kitap çıktı. 

 Hüzünlü ama bu...

Olsun yapacak bir şey yok, hayat böyle işte, yolumuza devam ediyoruz, hem de daha güçlü bir şekilde. 

 Neden kadınlar hep böyle güçlü olmak zorunda? 

Bizim yaratılışımızda var sanırım. Olmayacak bir şey yoktur, yaşayarak gördüm. Bu ayrılığı yaşayıp İstanbul’a döndükten sonra da duruşumla ve tavrımla çok daha takdir edilen, sevilen bir Reca oldum. Her yaş grubundan arkadaşlarım vardır, kıymetli dost meclislerinde saygı duyulan bir ismim var. Tüm sevdiklerim bana destek, her konuda. Daha ne isteyebilirim ki? 

 Bu kitabı en çok kime armağan ediyorsun Reca? 

Torunlarına âşık bir büyükanneyim. Bu kitap benim torunlarıma hediyemdir. Nasıl bir büyükanneleri varmış, büyüdükçe okusunlar, pişirsinler, damağımda kalan tatlar onların da evlerine girsin istiyorum. 

Sadece yemek tarifleri yok kitabımda, anılarım var, yaşanmışlıklarım var, sevdiklerim, arkamda kapı gibi duran evlatlarım, ailem, torunlarım, damadım, gelinim var. Hepsi de iyi ki var, hepsini çok seviyorum. Çocuklarım beni finanse etmeseydi, bana destek olmasaydı hayallerimi gerçekleştiremezdim. Okyanus Yayınları ve çocuklarım sayesinde kitabım can buldu, kitapçı raflarında yerini aldı. Benden mutlusu olamaz...

Ancak benim için çok önemli olan, kız kardeşim dediğim ve geçtiğimiz yaz kaybettiğim sevgili Zelda Tarablus’a da değinmeden geçemeyeceğim. Hayatta olmasını ve bu kitabı çıkardığımı görmesini çok isterdim. En yakınımdı; onsuzluğa alışamıyorum. Hep dalga geçerdi benimle, “Ne kitabı hadi oradan” diye şakalaşırdık. Kitap çıktığında onun adına imzalayıp Şalom Gazetesi’ne gönderdim. Bir yanım mutluyken bir yanım acıdı. Onu hasretle anıyorum ve bu kitap tabii ki ona da armağanım olsun diyorum. 

 Başka hayaller var mı sırada? 

Aslında şanslıyım bu konuda. Üç hayalim vardı; ilki Arjantin’e gitmekti, ama maliyeti çok yüksek olduğu için ancak bir hayaldi. Bodrum dosyası kapandıktan ve temelli İstanbul’a dönüş yaptıktan sonra kızımın orada yaşayan bir kız arkadaşı bana uçak bileti gönderdi ve kendimi Arjantin’de buldum. İmkânsız diye bir şey yokmuş anladım. İkinci hayalim kitap çıkarmak ve notlarımı paylaşmaktı. O da oldu. Şimdi TV programı hayalim var; sohbet edebileceğimiz, zamanda püf noktalarını paylaşacağım bir program olmasını isterim. Allah’ın izniyle o da olacak. 

Bence de olacak, olsun. Azmeden dervişin neler başarabildiğini yine görüyoruz. Ellerine, kalbine, diline sağlık, fikrini sevdiğim güzel kadın. Sen hayal et, gerçek olsun. 

Uçuşan lüle lüle sarı saçlarınla, tatlı dilin, çılgın kalbinle hayat yolun her daim uzun, neşeli ve lezzetli olsun. 

Aşk sana hep dokunsun, çünkü aşk sadece onu yaşamaya cesareti olanlara yanaşır, perdenin arkasından bakanlara teğet geçer. 

Hayat seni gül gül güldürsün. O güzel ellerin dert görmesin. Şimdi bana müsaade, bademli Fransız pastamı yapmaya gidiyorum.