Neden ben?

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
8 Temmuz 2015 Çarşamba

Kişisel deneyimlerimi zaman zaman sizlerle paylaşıyorum sevgili okurlar. Bunun iki nedeni var. Birincisi, bu kadar senedir aramızda bir bağ oluştuğunu tahmin ediyorum ve sizleri ailem gibi görüyorum da ondan. İkincisi ise size örnek olmak değilse bile, zorluklarla ne derece baş ettiğimi  paylaşmak istemem.

Aynı zamanda eşimin çocukluk arkadaşı olan okurum yazar Roz Kohen, Facebook’da beni çok etkileyen bir yorum yaptı: “Yazıların hepimize güç veriyor.”

Sevgili Tilda Levi ise “Bu hayatta tutunacak her şey sende var: Sevgi, güç ve inanç” diye yazdı.

Bu tür yorumlar bana çabalarımın boşa gitmediğini gösteriyor ve destek veriyor. Aranızdan hiç tanımadığım kişilerden mesajlar alıyorum ve çok etkileniyorum. Hiç tanımadığım derken, haksızlık ettiğimin farkındayım.  Aslında birbirimizi yazılar vasıtasıyla tanıyoruz.

Hepimiz bir amaç için buradayız. Kişi doğmadan önce fiziksel olmayan ebedi ruhu, bir ‘ruhlar âlemi’nde yaşar. Orada olmaktan ötürü mutludur. Ruha özgü şeyler yapar; örneğin Tanrı’nın tinsel ışığının parlaklığının keyfini çıkarır. Giden ruhlar da aynı âlemdedir. Ben, eşim Hayim’in en sevdiği etkinlik olan Tora çalıştığına inanıyorum. Anneciğim henüz kendisinden önce ebediyete intikal eden yakınlarıyla hasret gidermekle meşgul.

Asıl acıyı çeken bizleriz. Bu durumda sormamız gerekir. Neden ben? Neden bu zorluklardan geçiyorum? Neden en sevdiklerimin hasretini çekiyorum? Neden onları cansız görmek zorunda kaldım?

Kişinin ölürken çektiği acıları neye benzetirim biliyor musunuz? Hiç uyutulmamış birine gastroskopi yapılmasını seyrettiniz mi? Zavallı debelenir, hortumu ağzından çekmeye çalışır ve siz, onun çok ıstırap çektiğine inanırsınız. İşlem bitince sorarsınız, çok mu zordu? Size hayretle bakar. “Zor mu, yook, ben bir şey hissetmedim ki!” Sanıyorum ölüm de öyle. O ana tanık olan, gitmekte olanın büyük acılardan geçtiğini sanır ama bittiğinde o artık hiçbir şey hatırlamıyordur. Ölüme yakın deneyim yaşamış olanların anlattıklarını mutlaka okumuşsunuzdur. Hepsi o parlak ışıktan, müthiş mutluluk ve ferahlıktan söz eden ama ölüm acısını anlatmazlar. Geçenlerde Rabi Blech’in bir kitabını sizler için çevirdim: “Tanrı iyi, dünya niye kötü?” Ölüme yakın deneyimlerden orada da söz ediliyor ve şu sonuca varılıyordu: Bir anlığına ölüp de bu dünyaya geri dönenler, ölümden bir daha asla korkmuyormuş.

Ruhumuzun tikun’unu gerçekleştirmeye ihtiyacı var. Kendini ‘onarması’ gerekiyor. Dünyaya tikun için yeniden gelen ruh, neyi düzelteceğini bilmiyor ama sürekli mesajlar alıyor. Bu mesajlar onun ruhani gelişimiyle ilgili. Kişinin başına gelen olaylar gelişigüzel değil. Olay ve vermek istediği mesaj arasında büyük bir bağlantı var. Hayattaki görevimiz ne peki? O bağlantıyı keşfetmek ve bu sayede büyümek.   İşte bu yüzden başımıza anlam veremediğimiz bir olay, özellikle bir kayıp geldiğinde, kendimize şu soruyu sormalıyız: Neden? Bu olay tinsel büyümem için bir mesaj mı içeriyor?

Bu kaybın ille de ölüm gibi trajik olması şart değil. Mensup olduğunuz bir derneğin armasını taşıyan bir kupa düşünün. Bu kupa size pek gurur veriyor. Derken bir gün yere düşüp tuzla buz oluyor. Neden diye düşünüyorsunuz. Çünkü gereğinden fazla değer yüklediniz. O kupa derneği temsil ediyor, sizi değil. Neye böbürleniyorsunuz? Yitti gitti işte.

Mesajı yok sayarsanız ne olur peki? Silinip kaybolacak mı? Aksine, daha da kuvvetlenecek. Talmud şöyle açıklar. Önce kişinin evinde uyarıcı işaretle ortaya çıkacaktır (Tora’da tsaraat olarak geçer). Bunu görmezden gelirse, işaretler giysilerinde belirecektir. Mesaj yine de alınmazsa, lekeler kişinin vücudunu kaplayacaktır. Bu lekeler bir nedenden ötürü var ve bu nedenle yüzleşmek gerekiyor.

Her sınav kişinin kendi koşullarına ve hayattaki konumuna göre tasarlanmıştır.  Amaç bizi gaflet uykusundan uyandırmak ve dünyaya gelme nedenimizi bize hatırlatmaktır: Ruhumuz buraya bir şeyleri düzeltmeye geldi.  Evet, sınav bazen çok zorlu olabilir ama sonrasında daha kuvvetli, daha bilge ve daha merhametli, duyarlı, anlayışlı bir insana dönüşmemizi sağlayacaktır.

Yine Facebook’ta çok güzel özlü bir söze denk geldim: “Başını dik tut. Tanrı en zor savaşları, en güçlü askerlerine yaptırır.”

Çabalıyorum sevgili okurlar. Aşem hepimize güç versin, amen.