Sahibini terkeden silah

Bir gün çatışma ortasında aniden beni, elinden bırakıp yere yığıldığında öldüğünü anladım. İlk defa o zaman yüzünü görebilmiştim. Teni sanki hiç güneş görmemiş gibi beyazdı. Gözleri açıktı, öldüğünde. Sevdiği kıza döneceğine söz vermişti...

Bahar FEYZAN Köşe Yazısı
12 Ağustos 2015 Çarşamba

Gövdesi tok, namlusu keskin olur silahın ama en acı kurşun görünmeyeninden çıkarmış. Şarjörüme on altı, namlumu da sayarsam tam on yedi mermi tükürürdüm. Dışımı ilk cilalayan, beni demirin oğlu diye severdi. Kahramanı olacaktım sonra karanlık bir odada pazarlandım. İyi bir şey miydi emin değildim ama kutum aralandığında, beni tutan elin askeri üniformasını gördüm. Operasyona çıkacaklarmış. Daha ona alışmadan yaka paça beline taktı, beni. Sevmemiştim ilk sahibimi. Hiç konuşmazdı benimle. Kurşunlarımı kime atıyordum öğrenemezdim. Zaten çok konuştuklarına da tanık olmuyordum. Karakolun çatlak duvarları arasında boğucu bir sıcak vardı. Bazen içlerinden birinin çıkıp beni yanlışlıkla da olsa buzdolabına koymasını dilerdim. Çalıştığında toz saçan vantilatörün sesini saymazsam, odada daimi kasvetli bir hava vardı. O zamanlar yan yana atış yaptığım başka bir silah daha vardı. Emekliliğine gün saydığını söylerdi. Devlet malı olmasa çoktan emekli olurmuş. Mermilerini öksürerek atar çoğunlukla hedefe isabet ettiremezdi. Sahibi, onu ağaç gövdesine vurarak düzeltmeye çalıştığında iyice yorulurdu. Yıllara hayal kurarak dayandığını anlatmıştı. O da kendisinden önce emekli olan yaşlı bir silahtan öğrenmiş. En büyük hayali büyük bir müzede yer almaktı. Ev köşelerinde çocukların eline oyuncak olmaktan korktuğunu söylerdi. Hayallerinin gerçekleşmesine az bir zaman kala, onu tutan el çatışmada vuruldu. Aynı operasyondaydık, aslında gelen kurşunu haber vermiştim ama ihtiyarın artık kulakları duymuyordu. Kendisini savunamadı. Sahibiyle beraber uçurumdan yuvarlandı. Onu bulduklarında parçalara ayrıldığını duydum. Sonu hüzünlüydü. Askeriyenin çöp deposuna kaldırılacağını öğrendiğimde geleceğim için endişeliydim… Ama benim kaderimde elden ele gezmek varmış. Bir hafta sonra olduğumuz yeri basan birileri tarafından ele geçirildim. Adamın büyük elleri, kıllı parmakları vardı fakat gariptir, benimle konuşuyordu. Kendisini gerilla olarak tanıştırdı. Ne olursa olsun eğer eli bir çocuğun ölümüne sebep olursa dönüp onu vurmamı istedi, benden. Sonra her gece yatağında ağlama seslerini duyuyordum… İki yılı beraber geçirdikten sonra askerler tarafından yakalandı. Böylece bana el konuldu. Zaten görür görmez tanıdılar beni. Bu kez başka bir askere teslim edildim. Uzun boylu çatık kaşlıydı. Buralarda sıradan bir özellik olduğunu düşünürdüm. Kaşları çatmak bir nevi durumu kontrol altına almak demekmiş sonradan öğrendim. Beni inceleyip üzerimdeki tozları üfledi. Nefesi karanfil kokuyordu. Az sonra ağzının kenarına bir karanfil daha attı. Arkasından yüzbaşı karanfil diye seslendiklerini duyuyordum. Her gün önce beni beline takar ardından uzun bacağını jipe atardı. Sonunda hak ettiğim yerde olduğum için seviniyordum. Birkaç hafta sonra O da aynı şeyi söyledi. Eğer eli bir çocuğun canına kast ederse dönüp onu vurmamı tembihlemişti…

Yılları arkamızda bırakmıştık... Ama o lanet gün ani bir baskın oldu. Çatışma büyüktü. Yine geride ben kalmıştım. Bu sahibim de ölüydü. Beni bulanlarla yine dağlara çıkmıştım. Yeni sahibimin yüzündeki atkı rüzgârdan aralandığında gözlerine bakardım. Korkutan sert bakışları vardı. Derin derin nefes alırdı, buz gibi elleriyle tutardı, beni. Belinde garip bir soğukluk hissettiğimde kullanılacağımı anlıyordum. Soğuk ellerini hiç sevmemiştim. Bana ilk sahibimi hatırlatıyordu.

Bir gün çatışma ortasında aniden beni, elinden bırakıp yere yığıldığında öldüğünü anladım. İlk defa o zaman yüzünü görebilmiştim. Teni sanki hiç güneş görmemiş gibi beyazdı. Gözleri açıktı, öldüğünde.

Sevdiği kıza döneceğine söz vermişti. “Beni affet” son sözüydü. Müzeye konamadan ölen ihtiyar silahı hatırlatmıştı, bana. Onun kadar ani ve zamansızdı ölümü.

O andan sonra tanımaya bile çalışmadığım, elden ele dolaştığım birkaç sahibim daha oldu. Evlerine girdim, onların gösterdiği yerleri vurdum. Bazen vurulanların tarafına dönüp vurduklarımla yan yana geldim. Bazen de tam tersi vurduğum tarafa isabet ettim. Ama her vurduğumu beni tutan ellerden daha iyi tanıdım.

Nasıl tanımam? Parçalarımı içlerinde bıraktım.

Yıllar geçerken sonunda ben de eskimiştim. Ama itiraf etmeliyim ben kimseyi öldürmek istemedim. Son çatışmada artık daha fazla dayanamayacağımı biliyordum. Bütün ağırlığımla sahibimin elinden düşüp kaçtım.

Korkunç bir geceydi... Gıcırtılarımı duyuyordum ve kurşunlarımdan utandım! İçimden çıkan merminin, ufak bir çocuğa doğru yaklaştığını görünce son anda kurşuna bağırdım, yalvardım. Sahiplerim beni duyamazdı. Zaten hiç dinledikleri vaki değildi. Sadece içimden kopan parçalarla bütündüm. Öyle de oldu. Son anda ağaca doğru saplandı kurşun… Daha kimse ne olduğunu anlayamadan, geceyi fırsat bilip kendimi yuvarlayarak oradan uzaklaştım. Parçalarımın, bir çocuğun içine gireceğine parça parça olmaya razıydım. Yaşlı ihtiyar gibi kendimi dağdan aşağı bıraktım.

Beni bırakamayan ellerden uzakta, sahibini bırakıp kaçan bir silahtım… Belki bir gün tüm silahlar çekip gider diye, önce ben atladım.