Demokles’in Kılıcı

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
9 Eylül 2015 Çarşamba

'Kafamda Bir Tuhaflık’ adlı Orhan Pamuk romanını okudum. Pamuk, kolay okunan, bir dönemi enine boyuna aktaran klasik bir roman yazmış. Bir bozacının yaşam öyküsüyle birlikte 1960’lardan günümüze İstanbul’un yaşadığı değişimi anlatmış. Anlattığı öykü köyden gelerek İstanbul’un bugününü oluşturan kişilerle ilgili olduğu için tam kendisi ile özdeşleştiremese de, alt yapıda işlediği konular sakil kalmıyor. Gerek düğün salonu kültürünü, gerek Beyoğlu’nda seks filmleri zamanını, badanayla duvarlara slogan yazma, afiş asma zamanlarını, çığırarak seyyar satıcılık adetlerini, kendi dergâhını işleten din âlimini, evlere temizliğe giden kadınların yaşadığı çelişkiyi, gerek de elektrik sayacını okumaya gelip telle bağlayan memurları, hepimizin hatırladığı detaylarla veriyor. Aşk hikâyeleri de içerdiğinden okuması çok keyifli.

Roman, JJ Rousseau’ya ait bir cümle ile başlıyor: “Bir parça araziyi ilk çeviren ve ‘Bu, bana aittir!’ deyip buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk kişi, sivil toplumun gerçek kurucusudur.”

Gerçekten de romanda anlatılan bir düzenek var ki okurken şu anda dönüşümüne bakakaldığımız İstanbul’un aslında nasıl parsellendiği, tapulandığı, imar afları ile nasıl yasal hale geldiğini acıyla kavrıyorsunuz.

Arsa çevirmek deniyormuş sisteme. Boş araziye sınır belirleyici bir - iki taş koyan, tek oda ev diken, iki de söğüt ağacı diken girişken kişi hemen muhtara gidip ufak bir para verip bu evi ve ağaçları kendi diktiğine dair bir kağıt alırmış. Bu kağıtların resmi bir hükmü olmadığı halde zaman içinde siyasi aflar sayesinde hepsi meşru hale geldi. İstanbul’un bütün boş tepeleri, bir gecede ailesinin eşinin dostunun yardımı ile dört duvar çekip hemen içine girip yaşamaya başlayabilen atılımcılar tarafından sahiplenildi. Kapanın elinde kaldı.

Çok atılım yapanlar birçok arsa çevirdi, sonra hepsi yasallaştı. Gecekondu yasallaşmasının en büyük yanlışı buralara belediye hizmetlerinin getirilmesidir. Buyurun gasp ettiniz, o zaman size elektrik, su, telefon ve kanalizasyon verelim. Hem de çağdaş devlet niteliğinde. Seçmene hoş görünmek için yapılan bu aflar, kaçak yapılaşmaya bir dur demek için bir başlangıç olarak lanse edildi. Seksenlerde “Tapu bedelini ödeyin arsa sizin olsun” dendi, ama insanlar bedava oturmaya alıştıkları için, tapu bedelini bile ödemek istemediler. Hangi partinin imar bağışlaması vadettiği siyasi tercihlerin belirlenmesine etki etti. Hazine, işgal ettikleri arsanın resmi satış belgesini vererek yıllarca arsa çevirenleri ödüllendirildi. Ancak imar aflarının kaçak yapılaşmayı çözmediği aksine teşvik ettiği artık kanıtlandı.

Kısaca demek istediğim şu: Trafikte polisle göz göze gelene kadar sapma şeridine girmeyip ana yolu tıkayan, vergi affı gelmeden vergi vermeyen ve nasılsa bir gün elime tapuyu verecekler mantığı ile arsa çevirenler arasında aslında hiç fark yok. Sistemi nasıl alt edebilirim, turnayı nasıl gözünden vururum çeşitlemesi bunlar. Ve hatta ‘tüh ben nasıl bunu düşünemedim’ diye insanı doğru davrandığına pişman eden durumlar. Daha yüzlerce sayılabilir. Gönül ister ki sistem sadece usulen davrananları ödüllendirsin…