Üç küçük domuzcuk

Sami AJİ Köşe Yazısı
21 Ekim 2015 Çarşamba

Başlıktaki resmi görünce hepinizin gülümsemeye başladığınızı görür gibiyim. Çocukluğunuzun önemli çizgi romanını zevkle okuduğunuza eminim.

Bugünlerde, bendeniz torunlarımla birlikte hem onların maceralarını okuyor, hem internetten çizgi filmlerini izliyorum.

Bu hayvancıkların yenilebildiğini ilk duyduğumda çok üzülmüştüm. Kendimi çizgi romandaki kötü kurt gibi görmeye başladım. Ama sonradan bizim ailede domuz yenmediğini de öğrenince biraz rahatladım. O kadar ki, niye yenmediğini sormadım bile.

Okul yıllarımda, Mısır medeniyetini öğrenmeye başladığımız zaman tesadüf eseri, domuzun Eski Mısır’da yaygın bir şekilde üretilmekle birlikte bazı yörelerde hiç yenmediğini öğrendim.

Sonraları ve Mısır’a gidip bir hafta kadar kaldıktan sonra bu hayvanın,  Firavunlar döneminde, tarımdan tutun, sağlık sektörüne kadar geniş bir alanda kullanıldığına dair belgelere rastladım. Hatta domuzun bazı tanrısal güçlere sahip olduğuna dair inançlar da vardı.

O dönemlerden günümüze binlerce yıl geçti.

 Bilhassa 20. yüzyılın sonundan itibaren bu hayvan üzerinde daha geniş araştırmalar yapılmaya başlayınca, domuz ile insan arasındaki benzerliklerden sıkça bahsedilmeye başlandı.

Ardından çeşitli deneyler yapılarak özellikle tıp alanında domuzun çeşitli organlarından istifade edilmeye başlandı.

İlk olarak, kalp cerrahisinde aort kapakçıklarının değiştirilmesinde ve ‘heparin’ adlı, kan pıhtılaştırılmasını önleyen ilacın üretiminde, yaygın bir kullanım alanı ortaya çıktı.

2012 yılında ‘Nature’ adlı dergide on yıl süren bir araştırmanın sonuçları yayınlandı. Buna göre, hem evcil domuzun hem de yaban domuzunun anatomik yapıları ve sosyal yaşamları bakımından, insanlarla, tahminimizden çok daha fazla benzerlikler taşıyor.

Dilerseniz sosyal davranışlarından kısaca bahsedeyim:

Tahminlerimizin aksine, domuzlar yaşadıkları alanları temiz ve pis olarak kesin çizgilerle ayırırlar. Mekânları bir nevi yemek odası ve tuvalet şeklinde belirlemişlerdir.

Tıpkı insanlar gibi, çeşitli dürtülerle, zor durumda kaldıklarını hissettikleri anda çevreyi de tahrip edebilirler.

Liverpool Üniversitesinde yapılan bir tecrübede, domuzlara ayna testi uygulanmış. Hayret verici bir şekilde domuzların kendilerini tanıyabildikleri  (buna ‘self awareness’ deniyor) gözlenmiş. Ayrıca ayna vasıtasıyla kendilerine gösterilen bir gıda kabının yerini bulabildikleri de tespit edilmiş. Bu becerileri gösterebilen hayvanlar çok nadirdir.  

Pennsylvania Üniversitesinde yapılan bir deneyi de aktarayım (Sıkı durun, çok şaşıracaksınız):

Bir domuzun önüne (lütfen dikkat) bir video oyunu konmuş. Joystick’i ağzına alan domuz, ekranda dolaşan topu aynen kaidelere uygun olarak mavi alana sokmayı başarmış. (Neredeyse domuzlar çağa ayak uydurdular diyeceğimiz geliyor.)

Şimdi de tıp alanına dönelim. İlim adamları, domuzun, insanlarda sık rastlanan, diyabet, aşırı şişmanlık (obezite), Parkinson, Alzheimer gibi hastalıklara yakalandıklarını tespit etmişler.

Dolayısıyla bu tip benzeri hastalıkların teşhis ve tedavilerinin geliştirilmesi yönünde yapılacak araştırmalarda, domuzdan ‘ideal bir model’ olarak yararlanılacaktır.

Ancak en çarpıcı gelişme şöyle bir başlıkla veriliyor:

“Domuz, insanın geleceğini kurtarabilir mi?” 

Fransız araştırmacı Catherine Remy’nin kaleme aldığı bir inceleme yazısında, genetik mühendislik teknikleri kullanılarak yeni bir tür domuz(*) yaratıldığını ve bu hayvandan alınacak organların, kolaylıkla insanlara nakil edilebileceğini belirtiliyor. Diğer bir deyimle domuz, adeta insanın bir nevi yedek parça deposu haline getirilecek.   

Ülkemizde de gıda maksatlı domuz üretimi birkaç çiftlikle sınırlanmıştı. Ayrıca, insan ve domuz arasındaki anatomik benzerliklerinden kriminoloji alanında yararlanmak üzere, doğu Anadolu’da kurulan bir çiftlik kurulmuştu. Bazı ölümlerin nasıl meydana geldiği veya bir cinayet olayında maktulün ne kadar süre önce öldüğünü anlamaya yönelik araştırmalar burada yürütülmekte.

Yukarıda söylediklerime bakarsak, domuz etini yiyerek belki de geleceğimizi tükettiğimiz kanısına kapılabilirsiniz. Ama gerçek bu değil.

Domuzlar çok üretkendirler ve bir batında 12 yavru doğurabilirler. Dolayısıyla, miktar bakımından bir sorun olmadığı gibi, tüm yürütülen tıbbi çalışmalara paralel olarak domuz etinin kalitesinin de arttırılması da öngörülmektedir. Böylece ve özellikle batılı ülkelerde çok daha ucuz protein kaynakları da vatandaşlarına sunulacaktır.

Eh… Artık karar sizin. Çizgi romandaki büyük kötü kurt mu, yoksa domuzcukların arkadaşı, sempatik yavrukurt mu olmak istersiniz?

Gelin, biz 4000 yıllık geleneğimizi sürdürmeye devam edelim.

 

 (*) bu yaratığa GAL-KO domuzu deniyor.