AK Parti’nin zaferi ile sonuçlanan yeni dönemin, pek çok etnik kökeni, farklı inanç gruplarını, pek çok rengi bir arada barındıran ülkemizde her türlü ayırımcılığın, nefret söyleminin yargıya taşınacağı, barış ve birliğin tesis edileceği bir dönem olmasını umalım.
1 Kasım seçimleri, anketlerin de öngöremediği sürpriz bir sonuç ve AK Parti’nin zaferi ile sonuçlandı. Koalisyon ile tek parti hükümeti arasında bir referandum niteliğine bürünen seçimde, seçmen oyunu 7 Haziran sonrası yaşanan belirsizlikler nedeniyle istikrardan yana kullandı. HDP’nin baraja takılmaması ve mecliste temsil edilecek olması demokrasinin geleceği açısından sevindirici.
Umarım seçim sonrasında, ‘bakalım bu hafta hangi olağandışı haberlerle karşılaşacağız’ demeyeceğimiz, televizyonu açtığımızda şehit ve ölüm haberleri ile sarsılmayacağımız, özgürlük alanlarının genişletileceği, uzun süredir özlem ile beklediğimiz yeni bir dönem başlayacaktır.
Umarım bu yeni dönem, tarihte yaşanan bazı acı olaylara rağmen hala pek çok etnik kökeni, farklı inanç gruplarını, pek çok rengi bir arada barındıran Türkiye’de her türlü ayırımcılığın, nefret söyleminin en ağır cezalar ile yargılanacağı, halklar arasında barış ve birliğin tesis edileceği bir dönem olacaktır.
Seçim sonuçları hayırlı olsun.
***
Ortadoğu’da, Suriye ve Irak’ın içinde bulunduğu durum, IŞİD tehdidinin Türkiye’yi de etki alanına almaya başlaması, Batı’nın karşı karşıya olduğu sığınmacılar sorunu İsrail-Filistin çatışmasını bu ara dünya gündeminin dışına itti. Bu doğrultuda, ülkemizde İsrail karşıtı söylemlerde belirgin bir azalma yaşandı.
Yine de, 29 Ekim tarihli bazı yayın organlarının ilk sayfalarında; “HDP, Yahudi Lobisi ile görüştü” başlığı altında, “HDP’den istifa eden avukat Mir Sadrettin Karahan’ın yaptığı basın toplantısında, HDP’nin bir süre önce gerçekleştirdiği Amerika ziyaretinde İsrail’in en önemli finans lobisi İftira ve Karalamaya Karşı Mücadele Birliği ile görüştüğü ve bu görüşmeden sonra DAEŞ’in eylemler yapmaya başladığı” haberine yer verildi.
Ayırımcılık ve antisemitizm ile mücadeleyi amaçlayan, kısaltılmış adı ADL olan Amerikan Yahudi Örgütünün bu türden bir komplo teorisinin parçası haline getirilmesi, bir finans lobisi olarak gösterilmeye çalışılması yönündeki çaba akıllara durgunluk veriyor.
İsrail’de son ara sadece Filistinliler değil, İsrail vatandaşı Araplar tarafından da gerçekleştirilen bıçaklı saldırılar sonucu çocuk-yaşlı, sivil-asker pek çok can kaybı yaşandı. Saldırıların nereden geleceği bilinmediğinden İsrail halkı kalabalık yerlere gitmekten kaçınıyor, kimi de korunma amacıyla, cebinde bıçak veya makas ile sokağa çıkıyor. Bu sevimsiz ortamda ne yazık ki her Arap potansiyel suçlu konumunda… Üçüncü bir İntifadanın başladığından bile söz ediliyor. Bu kez terör eylemleri doğrudan Hamas’ın inisiyatifi ile değil kişisel girişimlerden kaynaklanıyor.
Bir taraftan Doğu ile Batı Kudüs arasında duvar örülmeye başlanırken, diğer yandan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da kentin bu bölümünde yaşayan İsrailli Arapların vatandaşlıklarının iptal edilebileceği açıklamasında bulundu. Bilindiği gibi Doğu Kudüs’te 300 binden fazla Filistinli yaşamakta.
Görüşlerine başvurulan Kudüslü Filistinliler, İsrail vatandaşı olduklarını, bu statüyü korumayı istediklerini, Batı Kudüs’e geçişlerinin yasaklanması durumunda yaşamlarını sürdürmelerinin, iş bulmalarının, geçimlerini sağlamalarının mümkün olmayacağını belirtiyorlar. Bıçaklama olayları hakkındaki görüşleri sorulduğunda ise bunu çocukların ve gençlerin gerçekleştirdiklerini, onlara söz dinletemediklerini dile getirdiler.
Her ne kadar İsrail, Tapınak Tepesi’nde gerginliğin azaltılması ve Müslümanlar için kutsal olan bölgede Yahudilerin ibadetinin önlenmesi için ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, bölgenin 24 saat kameralar ile izlenmesi önerisini kabul ettiyse de, gerçek bir barışa ulaşılmadan çatışmaların tamamen önünün alınamayacağı ortada. Mescid-i Aksa her zaman Filistinli liderler tarafından halkı ayaklanmaya teşvik için önemli bir vesile oluşturmayı sürdürecektir.
Doğu Kudüs’ün duvarlarla Batı’sından ayrılması, bölünmez olduğu savunulan tarihi kentin fiilen ikiye ayrılması anlamına geleceği gibi, vatandaşlıklarının geri alınması da kentte azınlık konumunda olan İsrailli Arapları daha da yoksullaştıracak, radikal akımların etki alanlarını artıracaktır.
Şahin olarak tanıdığımız Ariel Şaron’un geçmişte Mısır egemenliği altında bulunan Gazze’den tek yanlı çekilmesini tüm barış yanlıları umut ve sevinç ile karşılamıştı. Ancak sonraki gelişmelerden ve bölgenin Hamas hâkimiyetine girmesinden alınması gereken dersler olmalı.