Gökten gelen bereket ve kuşlar

“Yıkım O’nun değil; çocuklarının kusurudur.” Hz Musa’nın “Aazinu” şarkısı (Devarim-32:5)

Tufan ERBARIŞTIRAN Perspektif
4 Kasım 2015 Çarşamba

Mısır’dan Çıkış sürecinde, çölde yaşanılan susuzluk, gıdasızlık ve aşırı yorgunluk nedeniyle, Yahudiler (o dönemde İbraniler) bazen inançlarını sorgulama aşamasına gelmişti. Çok ciddi sorunlarla gerçekleşen çöl yolculuğunda, açlığın tavan yaptığı bir dönemde, bir kez daha büyük bir mucize gerçekleşti. Tanrı tarafından kendilerine ‘kuşlar’ (sülün ya da bıldırcın. İbranice, Selav), yiyecek olarak gönderildi. İlk bakışta bunun güzel bir olay olduğunu söyleyebiliriz. Ama gerçekte öyle midir? Bu salt bir mucize midir? Yoksa altında daha başka şeyler var mıdır?

 

“(Ertesi gün) Tanrı’nın yanından bir rüzgâr yola çıkıp denizden sülün (sürüleri) kopardı ve kampın üzerine yaydı. (Sülünler) Kampın çevresinde her yöne bir günlük mesafe kadar (yayılmış) ve toprağın yüzeyinden iki ama yükseklikte (uçuyorlardı). Halk kalktı; o günün tümü, tüm gece ve ertesi günün tümü boyunca sülünleri topladılar. En az (toplayan bile) on Homer topladı. Onları kampın çevresi boyunca yere serdiler. Et hâlâ dişlerinin arasındayken, henüz bitmemişken, Tanrı’nın öfkesi halka karşı alevlendi ve Tanrı halkı son derece büyük bir darbeyle vurdu.” (Bamidbar / 11:31-35)

Mısır’dan Çıkış sürecinde, çölde yaşanılan susuzluk, gıdasızlık ve aşırı yorgunluk nedeniyle, Yahudiler (o dönemde İbraniler) bazen inançlarını sorgulama aşamasına gelmişti. Kutsal topraklara giderken, yaşadıkları sıkıntılar, travmalar, savaşlar, acılar art arda sıralanınca, çoğunda ruhsal tepkimeler baş gösterdi. Böyle olunca da insanın günlük zaafları, sadece karnını doyurmak isteği ve daha birçok gündelik konu zihinsel algıda öne çıkıyordu. Yüzlerce yılın esaret altında geçmesi, sürekli aşağılanmak, aç bırakılmak ve ağır işlerde çalıştırılmak, Yahudileri canlarından bezdirmişti. Her şeye karşın, ideallerinden, umutlarından ve dinlerinden vazgeçmediler. Ancak Mısır’dan çıktıktan sonra işler biraz da olsa değişmeye başladı. İnsanın beşeri sorunları, - koşullara bağlı olarak - ruhsal ve düşünsel eksikliği, bedensel tatminsizliği onlara bazı hatalar yaptırdı…

Çok ciddi sorunlarla gerçekleşen çöl yolculuğunda, sürekli sorgulamalar, itirazlar, yakınmalar, kavgalar söz konusu oluyordu. Açlığın tavan yaptığı bir dönemde, bir kez daha büyük bir mucize gerçekleşti. Tanrı tarafından kendilerine ‘kuşlar’ (sülün ya da bıldırcın. İbranice, Selav),  yiyecek olarak gönderildi. İlk bakışta bunun güzel bir olay olduğunu söyleyebiliriz. Ama gerçekte öyle midir? Bu salt bir mucize midir? Yoksa altında daha başka şeyler var mıdır? Çölün sıcaklığı, çeşitli sorunlar ve bıkkınlık veren yolculuk onları derinden etkilemişti. Sonuçta Yahudiler bir kez daha günlük zaaflarına yenik düştüler. Üstelik “Tanrı çölde sofra kurabilecek mi?… Acaba ekmek de verebilecek mi? Halkı’na et hazırlayabilecek mi?” (Gözlem Yayıncılık, Bamidbar, sayfa 217) diye gereksiz, yanlış ve günah içeren bir düşüncede/eylemde oldular. İnsanın doğasında olan aç gözlülük, sadece kendini düşünme egosu, bedensel ihtiyaçların öne çıkması gibi duygular, halkı bencil ve tutarsız yapmaya yetmişti. “Halkı şikâyete kışkırtanlar ölmüşler, ulusun geri kalanı ise bir ay boyunca kuşları yemiştir.” (Gözlem Yayıncılık, Bamidbar, s. 216) Sonunda olanlar oldu ve Tanrı kendi halkını cezalandırdı. Bu aşırı tüketim arzusu, hele Tanrı’yı sınama isteği, o dönemde işin bitiş noktasıydı artık.  Bu bölümde ‘kuş’  figürü ya da sülün/bıldırcın birkaç açıdan incelenebilir. Ancak kuşun özgürlüğü çağrıştırdığını, uçmanın ve gökyüzünde süzülmenin, hatta barışı sembolize eden görüntüsünü biliyoruz. Ayrıca o gün, Yahudilere kuşların yiyecek olarak gönderilmesi de söz konusudur. İşte tüm bunlar, insanın aç gözlülüğünün önüne geçememiştir…

Tevrat’ta kuş figürü

Tevrat’ta kuş figürü bir kez daha karşımıza çıkar. Benzer bir olay nedeniyle, Tanrı’nın gazabı ve sözleri büyüktür, anlamlıdır ve etkileyicidir.

“Leşin gökyüzünün tüm kuşlarına ve yeryüzünün hayvanlarına yem olacak ve (onları, kovalamak üzere) korkutan olmayacak.” (Devarim - 28: 26)

Devarim’in ‘lanet’ bölümünde, buna benzer ifadeler ve sözler epeyce vardır. Kuş figürü, Tanrı’nın doğrudan insana iki yönlü bir yaptırımıdır. Kuşları nasıl kullandığımız, onlara bakış açımız, kendi bedensel zaaflarımız ve dinsel inancımız üzerine çok değerli bir açılımdır. Kuş sadece bir figür değildir, Tevrat’taki anlatım itibariyle çok daha fazlasıdır.

İnsan-doğa çatışkısı

Sinema tarihinde, birçoğumuzun izlediği bir filim vardır: Alfred Hitchcock’un 1963 yılında yaptığı ünlü ‘Kuşlar’ filmi. Başrollerini Tippi Hedren ve Rod Taylor’un oynadığı film, o dönemde ileri teknoloji kullanılarak çekilmişti. Herkesin masum, sevecen olarak gördüğü kuşlar (değişik kuş figürleri: Kargalar, martılar, kuşlar…) bir anda ortalığı perişan ediyordu. Filmde temel konu, insan-doğa çatışkısı üzerine kurulmuştu. Doğanın katledilmesi, hayvan katliamı, kuşların sadece para için alınıp satılacak birer meta olarak görülmesi sonucunda böyle bir kuş fırtınası başlıyordu. İnsanın temel yapısı, göz algısı ile başlayan zihinsel algısı sonucunda, onun vahşiliği arka planda sezdiriliyordu. Çevreye ve doğaya zarar verme, salt kendini düşünme, diğer canlılara olumsuz yaklaşımı sonucunda haliyle doğa bir karşı refleks gösteriyordu. Tevrat’taki olayda ise, kuş figürü önce yenecek bir et olarak verilirken, halkın et ve sütü birlikte yeme isteği, dişlerin arasındaki et parçacıkları, aşırı tüketim ile dinsel inancını bir kenara bırakmak cahilliği, orada birçoklarına pahalıya patlamıştır. İnsan-kuş (Tanrı’nın lütfu = yiyecek + özgürlük) birlikteliği, basit bir açlık sorunu olmaktan çıkmıştır. 10 Homer (her kişi ortalama 450 kg et toplamıştır) büyük miktarda bir ölçüdür. Anlaşılması gereken, Tanrı’nın verdiği nimetleri doğru, ölçülü, dinsel kurallara uygun, ihtiyaç kadar kullanılmasıdır. Halk bunu yapmadığı gibi, sadece bedensel açlığını düşünen, Mısır’dan çıkıp özgürlüğe ve kendi inancına giden yolda önemli denilebilecek bir sapma yaşamıştır. İşte bu sapma, insanın dünyevi zevklere, gelip geçici tokluğa, bencilliğine yönelik bir göstergedir. 

‘Kuşlar’ filmindeki o ünlü sahneyi anımsayınız. Oradaki topluluğa acımasızca saldıran, onların gözlerini oymaya çalışan, ölümcül darbelerle bir tür intikam duygusu yaşatan o sahnede doğa ve kuş birlikteliği ile insanın aç gözlülüğü, şımarıklığı, aymazlığı, doğayı katletme hatası üzerine kapsamlı bir final vardır. Kuşlar kendi konumlarından çıkmış, daha farklı bir amaçla seyircinin karşısındadır. Kuşlar sert gaga darbeleriyle insanları öldürmektedir. Söz konusu sahneler gerçekten de etkileyici, düşündürücü ve bellekte kalıcıdır. Tevrat’taki her olayın (kişinin, sözcüğün), yaşamın her evresinde karşımıza çıktığını bu tür yazılarımızla anlatmaya çalışıyoruz. Tevrat’ta yazılı olanlar, güzel sanatlarda, günlük yaşamda, bilim ve edebiyatta sıkça karşımıza çıkmaktadır. Tevrat’taki bu olayda, insanın kendi iç benliğine olan doyumsuzluğu, sorumsuzluğu, kısa devreli bir Tanrı unutkanlığını yaratmıştır. Sinema filminde kuşlar doğrudan insanlara saldırmış, hepsine olabildiğince zarar vermiştir. Kuşların arka planında, doğanın katledilmesiyle ilgili bir yaptırım olduğunu düşünebiliriz. Tevrat’ta ise, bu olay doğrudan Tanrı’nın isteği ile gerçekleşmiştir. “…. Tanrı’nın öfkesi halka karşı alevlendi ve Tanrı halkı son derece büyük bir darbeyle vurdu.” Filmde doğanın tepkisel davranışı sonucu kuşlar doğrudan insanlara saldırmıştır. Tevrat’ta ise, bu olay ilahi bir atmosfer içinde gerçekleşmiştir. Aynı kuş figürleri, bu kez, farklı bir yetkinlik sonucu, insanlara ceza olarak dönmüştür. Demek ki doğadaki her figür, her canlı, her hayvan bir yerden sonra kullanılma amacından sapılırsa, -Tanrı’nın isteğiyle- insana yönelik ölümcül bir yapıya bürünmektedir. İnsan doymayı bilmeli, elindekini paylaşmalı, Tanrı inancından sapmamalıdır.

Şimdi öncelikle-Tevrat’ta- kuşların (bıldırcın-sülün) geldiği sahneyi gözlerinizde canlandırın, ardından kuş sesleri içeren bir müziğin tınısını duymaya çalışın. Düşük frekanslı ses dalgaları içeren kuş, rüzgâr ve su, özellikle uyku esnasındaki insanın beyin dalgalarına yakın dalgalar ürettiğinden insanı dinlendiren bir etkisi vardır. Günümüzde birçok psikolog, insanın yoğun çalışma temposundan dolayı, kuş ve su sesini dinlemelerini önermektedir. Tevrat’taki açık anlatımda, kuş seslerinin duyulduğundan söz edilmez. İnsanların kuşları öldürmeleri, onları sadece yemek için kullanmaları, bir de onlarca kilo toplamaları sonunda Tanrı’yı kızdırır.

Duffield’in kuş tablolarının yorumu

İngiliz natürmort ressam Wiilam Duffield’in kuşlar üzerine harika tabloları vardır. Her biri birer sanat eseri olan bu tablolarda, kuşların çeşitli açılardan görüntüleri/çizimleri söz konusudur. Kuşlar alabildiğine canlı renklerle, değişik ortamlarda resmedilmiştir. Kuş figürleri sanatsal bir estetik içermektedir. Sözgelimi, yazımıza aldığımız bu resme biraz yoğunlaşalım istiyoruz.

Resimde ustalıkla çizilmiş iki kuş figürü vardır. İki kuş birbirine ters sayılabilecek bir görüntüde cansız yatmaktadır. Bedenlerinde kan izi, yara ya da herhangi bir ölümcül görüntü yoktur. Sanki birdenbire ölmüşlerdir. Kuşların canlı renklerle resmedilmesi, onların ne kadar sevimli olduklarını, insana olan yakınlıklarını sergilemektedir. Aynı tabloda, sepet içinde yumurtalar vardır. Büyük olasılıkla bu yumurtalar, ölü kuşların kendi yumurtaları olmalıdır. Tablodaki bu sanatsal görüntüde, ölüm – yaşam arasındaki temel bağlantıyı, işte bu yumurtalar simgelemektedir. İki kuşun cansız bedeni ile kendi yumurtaları arasındaki dolaylı ilişki, bize Tevrat’taki aynı olayı bir kez daha anımsatmaktadır. Kuşların (sembolik olarak kuşkusuz…) yeniden doğması, kendi nesillerinin üremesi, çoğalmaları bu yumurtalar sayesinde olacaktır. Doğanın üretkenliği, bazen Tanrı’nın isteğiyle fraklı bir boyuta geçebilmektedir. Resimdeki sürahi ‘su’ imgesini çağrıştırmaktadır. Doğaya ve insana yaşam için en gerekli birkaç malzemeden biri sudur. Çölde yaşanılan susuzluk, aşırı sıcak duygusu ‘su’ imgesi ile çağrışım yapmaktadır. İki cansız kuşun arasındaki çiçek ise, doğanın bereketini, güzelliğini vermektedir. Bu temel konu, tüm canlılara yaşam suyu veren bir görüntüye sahiptir. Tablodaki iki kuş figürü, sürahi, sepetteki yumurtalar, kuşların arasındaki çiçekler, tam anlamıyla insan = doğa + hayvan (aslında diğer canlılar diyebiliriz…) birlikteliğinin simgesidir.

İnsanın dürtüleri, bedensel istekleri ve ruhsal tepkimeleri çoğu kez onu yanlış yönlendirir. Toplum içinde sivrilmek, öne çıkmak, daha çok kazanmak ve tüketmek, sadece kendi yaptıklarını beğenmek dinsel inancıyla örtüşmez. O bundan böyle dünyevi zaafların, zevklerin peşine takılmıştır artık. Tablodaki görüntüye bir kez daha yoğunlaşalım.

Yaşamın döngüselliği, başlangıç ve sonun aynı yere gelmesi, nihayetinde temel bir öğretidir. Tablodaki ana tema şudur: Yaşam salt bir dünyevi süreç değildir. Sepetteki yumurtalar, cansız kuşlar bize bunu çağrıştırmaktadır. Ancak önemli olan, bu sürecin iyi, doğru ve dinsel açıdan uygun konumda kullanılmasıdır. Tevrat’taki lanet, doğrudan insana yönelik yapılmıştır. İşte bu nedenle, insan olarak kendimize bir ayna tutmalıyız.

Yazımızı Hz. Musa’nın söylediği ‘Aazinu’ şarkısından bir bölümle bitirelim. (Devarim-32: 14, 15)

“Sığır kreması ve davar sütü,

(Ve besili) Kuzuların içyağıyla

Başan’da yetişmiş koçlar ve tekeler,

(Ve) Böbrek (gibi) buğdayın en iyisiyle,

Üzümün kanını leziz şarap (halinde) içiyordun!

Ama Yeşurun şişmanladı ve tekmeledi,

Şişmanladın, kalınlaştın, yağ bağladın.

Onu yapan Tanrı’yı terk etti

Kurtuluşunun Kayası’na nankörlük etti.”