Bizim en büyük çaresizliğimiz

1 Kasım seçimleri kimilerini depresyona sürüklemiş durumda. Lakin onlar Anadolu’nun tarihi gerçeklerini ıskalıyorlar. Ama benim asıl derdim başka. Bizim en büyük çaresizliğimize antibiyotik yok.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
11 Kasım 2015 Çarşamba

7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde bir araştırma şirketinin yöneticisi Türkiye’nin muhafazakârlık resmini çizerken ilginç bir hikâyesini anlatmıştı. Muhafazakâr ve kendi halinde dindar biri olan babası bu kez gördüğü olumsuzluklardan dolayı iktidar partisine oy vermeyi düşünmediğini belirttiğinde oğlu, bu durumda tek iktidar seçeneği olan sosyal demokratlara oy vereceğini sanır. Babası ise bu fikre külliyen karşı çıkarken, bugün son seçim sonuçlarından sonra adeta hayata küsmüş olanlara altın bilgi teşkil edebilecek, iktidar alternatifi partiye oy vermeme gerekçesini şu sözlerle açıklamıştı: “Ben şimdi onlara oy versem, bir gün sonra bile yine beni aralarına almazlar. Beni dışlayanlara neden vereyim ki...?”

Evet, özellikle 1940’ların elitist iktidar anlayışı Anadolu’nun 700 yıllık muhafazakâr topraklarında yaşayan yoksul ve yerel halkı yapılan devrimlerin içine doğru dürüst yerleştiremedi. Ve bugün, 1 Kasım seçimlerinden sonra ‘depresyona’ girdiklerini ileri sürenler bu tarihi ve sosyolojik gerçeği ıskalamaya devam ediyor. Sonuçta, onlarca yıldır bir anlamda dışlanmış olan Anadolu’nun muhafazakâr köylüsü ve şehirlisi o elitist düzenin bugünkü temsilcilerine çoğunlukla sırtını dönmeye devam ediyor, ülkedeki her türlü olumsuzluklara rağmen. Bir tür Anadolu devrimidir veya karşı devrimidir söz konusu olan. Türkiye Cumhuriyet tarihine baktığımızda askeri ve ara dönemlerin dışında sosyal demokratların hiç bir zaman salt çoğunlukla iktidara gelemediği biliniyor. Bugün de değişen bir şey yok sonuç olarak.

1 Kasım seçim sonuçlarının tabii ki irdelenmesi gereken birçok başka nedenleri mevcut. Bunları herkes yazıp çiziyor. Ancak yapılan analizler yüzeyseldir ve temel noktayı görmezden geldiği müddetçe bilimsel anlamda eksik kalacaklardır. Unutmayalım, Türkiye toprakları yüzyıllardır muhafazakâr ve dindar iklimin coğrafyasıdır. Böylesi bir sosyolojideki bir halkın, üstelik elitisit algısını değiştiremeyen bir sosyal demokrat partiye iktidarı sunması pek mümkün görünmüyor, kısa ve orta vadede. Nokta.

Ancak seçim sonuçları bir yana, bizi asıl düşündürtmesi gereken, toplumun iyiden iyiye kutuplaşması ve bir zamanlar iyi, kötü var olan toplumsal ahengin iyice kaybolması olmalı. Neredeyse kaos ve huzursuzluk üzerine bina edilen bir toprakta yaşıyoruz. Bireylerin birbirlerine karşı güveni, itimadı en aza düşmüş durumda. Kuralsızlık yaşam alanlarımızın her bir noktasında tavan yapmış durumda. Eline gücü geçiren fütursuzca zayıfı ezmeye çalışıyor. Çok sesliliğe tahammül en aza inmiş durumda. Demokratik değerlerden uzaklaşma artma eğilimi göstermekte.

Böylesi bir toplumsal iklim ilelebet sürebilir mi? Sonsuza değin parçalanamayacağımıza göre politikacıların o çok sevdikleri, ‘birlik ve beraberlik’ içindeki yaşama ne zaman geri döneceğiz? Bilen var mı? Bildiğimiz tek gerçek; siyasi, toplumsal ve kültürel fayların derinliğinin, normalleşmenin kısa zamanda olamayacağını haber ediyor olması.

Bunlar bir yana, bu kaos ortamında birden bire hortlayan kör terörün kararttığı hayatları unuttuk bile. Utanıyorum.

Suruç’ta aniden yitip giden 34 genç canı ne çabuk da unuttuk. Kim bilir her birinin ne hüzün hikâyeleri vardı. Ya, Şanlıurfa’da uykularında şehit edilen polislerimizin aileleri nasıl yaşıyorlar acaba bugün?

İki seçim arası şehit edilen güvenlik güçlerinin sayısının 167 olduğunu ve her birinin kendi hikâyesi olduğunu nasıl da unuttuk öyle. Sisli puslu dağ yollarında unutulmaz fotoğrafı ile hafızlarımıza kazınan ve Tunceli’de şehit düşen binbaşıyı da unuttuk. Aynaya bakacak halimiz kalmamalı aslında.

Ankara’daki Türkiye Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör olayı da hafızalarımızdan silindi. Yüzden fazla sivilin katledildiği olayı, dokuz yaşındaki çocuğun feci ölümünü ve onlarca gencecik insanımızın birdenbire yok olmalarını da unuttuk. Bir o kadar hüzün hikâyesini, geride kalan yakınlarının onarılmaz acılarını, isyanlarını, sessiz çığlıklarını, karşılıksız kalan çaresizliklerini de, hepsini bir çırpıda unuttuk bile.

Evet, belki bir gün sosyal demokratlar iktidara gelecek, depresyon ve travmatik anlar geçirenler ayağa kalkacak. Lâkin kör terörden yitip giden yüzlerce, hatta binlerce insanımız geri gelmeyecek. Üstelik ateş düştüğü yeri yakacak. Mağdurların sessiz yalnızlıkları evrenin sonsuzluğunda kaybolup gidecek. Hayat ise devam edecek.

Benim asıl derdim bu işte.

Bizim en büyük çaresizliğimiz bu.

İnsanlığın en görkemli trajedisi bu.