Prof. Auguste Comte Cesare Lombroso ve ‘Kökler’

Haziran 1492’de İspanyol  engizisyonundan kaçan Yahudilerden çok küçük bir grup, İtalya’nın Cenova Limanına ulaştı. Bunların arasında David İsraeli ve E. Lombroso da bulunmaktaydı. Lombrosolar yaşadıkları ülkeye tıp ve edebiyat konularında önemli katkılarda bulundular.

Yusuf BESALEL Perspektif
25 Kasım 2015 Çarşamba

Haziran 1492’de İspanyol  engizisyonundan kaçan Yahudilerden çok küçük bir grup, İtalya’nın Cenova Limanı’na ulaştı. Bunların arasında David İsraeli ve E. Lombroso da bulunmaktaydı.

256 yıl sonra 1748’de İsraeli’nin soyundan Beniamino D’İsraeli İngiltere’ye göç etti ve ünlü bir borsa bankeri oldu. Oğlu İsaac D’İsraeli (1766-1748) ünlü bir İngiliz yazarı oldu. Isaac D’İsraeli’nin ikinci oğlu Benjamin D’İsraeli (1804-1881) ise yazar, devlet bakanı ve Büyük Britanya İmparatorluğu Başbakanı (1874-1880) oldu.

Profesör Auguste Comte Cesare Lombroso (1836-1909) ise, 1492’de İtalya’ya gelen E. Lombroso’nun ecdadındandı. Cesare Lombroso, 1836’da Verona’da zengin ve liberal bir ailenin ferdi olarak dünyaya geldi. Padova’da, Viyana’da ve Paris’te Sorbon Üniversitesinde eğitim gördü. 1862’de Pavia’da psikiyatri profesörü, bilahare Pesaro’da akıl hastanesinin müdürü oldu. Daha sonra Torino’da psikiyatri profesörlüğü yaptı ve burada kriminoloji antropolojisi kürsüsünü yönetti.

Auguste Comte Lombroso’nun psikiyatri alanındaki çalışmaları

Auguste Comte Lombroso’nun zihinsel etkenleri biyolojik nedenlere bağlamada aşırı bir temayül gösterdiği gözlenir. Ancak kendisinden önce bu sahada çalışanları geniş ve sistematik uğraşıları ile geçmişti. Suç işleyen kitlenin suç işlemeyenlere göre daha fazla Şziksel, sinirsel ve beyinsel anomaliler sergilediğini ve bu anormallerin kısmen de irsi etkenlerden kaynaklandığını savunmuştu. Suç işleyen kişi özel bir vaka olup, akıl hastası ile vahşi insan arasında bir konumda bulunmaktaydı. C.Lombroso’nun savunduğu irsiyet kuramının bir diğer adı da atavizmdir. ‘Atavus’ adlı Latince kökünden kaynaklanan bu kelime ile C.Lombroso bazı yapısal özelliklerin yakın akrabalarda görülmemekle beraber uzak akrabalardan (örneğin bir büyük büyük babadan) kaynaklanabileceğini ifade etmek istemişti. C.Lombroso, akıl hastası ile suçlu arasındaki farkın, bir nitelik farkından ziyade bir kademe farkı olduğunu belirtir. Ayrıca her iki tipin de atavistik olduğunu savunur.

 C. Lombroso’nun kuramları başlangıçta Avrupa’da çok tepki ile karşılandı. Ancak daha sonraları bu kuramlar, suç işleyecek derecede akıl hastalığından muzdarip olanların tedavisi için bir araç işlevi görmüşlerdi. C.Lombroso’nun birçok eseri vardır. ‘Le Crime’, ‘Causes et Remede’(Suç Nedenleri ve Çaresi,1899), ‘L Uomo Di Genio’ (Dehanın  Adamı 1888), ‘Genio E Follia’ (Deha ve Cinnet 1877), ‘L Uomo /Bianco E’L Uomo Di Colone’ (Beyaz Adam ve Renkli Derili Adam, 1892), ‘The Old Crimes and Offences and The New Ones’ (Eski Suçlar ve Cürümler ve Yenileri, Torino 1902), ‘Nuovi Studi Sul Genio’ (Deha hakkında yeni araştırma, 2 Cilt, Palermo, Sicilya,1902), ‘L Antisemitismo E Le Scienze Moderne’ (Modernin Işığında Antisemitizm,1894), vb.

C.Lombroso’nun izinde giden ve suçluyu belirgin ve atavistik bir birey türü olarak tanımlayan kriminologlar, ‘Lombroso Ekolü’nü oluşturdular. Bu ekolün etkisinde kalanlar, Fransız Ceza Yasasında ıslah edici değişiklikler yaptılar. Keza 1870’de Cincinatti, ABD’de ve 1872’de Londra’da toplanan Uluslararası Cezaevleri Kongresi, mahkûmların tutuklanma süresince, onlara cefa çektirmektense, tabiatlarını onarıcı bir tutum izlemeye karar aldı. C.Lombroso aynı zamanda  bir vatanperverdi. Tıbbiyeyi bitirdikten sonra henüz 23 yaşındayken orduya katıldı ve İtalyan Birliğinin (Risorgimento) oluşturulması için uğraşı verdi. Bir tıp subayı olarak Kuzey İtalya silahlı kuvvetlerine katılarak Avusturya İmparatorluğuna karşı Solferino’da yapılan meşhur meydan muharebesinde bulundu. 24 Haziran 1859’da meydana gelen bu muharebe, III. Napolyon’un  gönderdiği Fransız Ordusunun da yardımıyla İtalya’nın lehine sonuçlandı.

1890 da C. Lombroso, Auguste Grand Comte Lombroso payesi ile onurlandırıldı. Bu payeyi kendisine İtalyan Kralı I. Umberto, İtalyan yönetimi ve ulusu adına, C. Lombroso’nun çok sevdiği memleketine yararları ve bilimsel katkıları nedeniyle sundu. Daha önceleri hiçbir İtalyan Yahudi kökenli yurttaşı, bu denli yüksek bir şerefe layık görülmemişti.

23 yaşından vefat ettiği 73 yaşına kadar geçen 50 yıllık tıp ve bilimle dolu hayatı boyunca, beşeri acıyı haŞşetmek için savunduğu bilimsel tezlerin  haricinde Cesare Lombroso, insan haklarının da savucusuydu.

1894’te Paris’te büyük bir adli skandal patlak verdi. Alfred Dreyfus adlı Yahudi asıllı Fransız ordusunda görevli Alsaslı bir yüzbaşı, ihanetle suçlandı ve Guyana’da dört yıl sürgün cezasına çarptırıldı. Ancak daha sonra suçsuzluğu anlaşıldı ve kendisine eski itibarı iade olundu. Bu kin ve art düşüncelerle dolu yargının etkisinde kalan ve ayrıca Çarlık Rusya’sındaki pogromlardan ve Avrupa’da gelişmekte olan antisemitizmden rahatsız olan Cesare Lombroso 1894’te ‘L Antisemitizmo E Le Scienze Moderne’ adlı eserini yazdı.

Gina Lombroso  ve ünlü eseri

 

Cesare Lombroso’nun kızı Gina Lombroso ise, edebiyat ve tıp doktorasına sahipti. Birçok eseri arasında bir şaheser olarak tanımlanan ‘L Anima Di Donna (Kadının Ruhu), ilk kez 1922’de Milano’da basıldı. Sonra Roma, Paris, Madrid, New York, Toronto, Viyana, Dresden, Sao Paolo’da neşredildi. Elimize geçen Montreal’de yapılan (1939) 13. baskıdan anlaşılabileceği üzere; her yaştan ve her sınıftan genç kadınların, öğrencilerin, müstakbel annelerin, büyükannelerin okuması gereken bu eserin, erkekler tarafından da kadınların duygularının, heyecanlarının, aşklarının ve fedakârlıklarının anlaşılabilmesi açısından okunması önerilir.

Gina Lombroso, tanınmış İtalyan tarihçisi ve sosyologu Guliemo Ferrero (1871-1943) ile evlendi. Gina Lombroso’nun erkek kardeşinin oğlu tıp doktoru Dr. Cesare Lombroso ise,1974’te Boston’da Çocuk Hastalıkları Tıbbi Merkezi Nöroloji servisi başkanı idi. Büyükbabası Auguste Comte Lombroso’nun ölümünün 65.yıldönümü olan bu tarihte babam Michael Lombroso, bu şahısla görüştü ve 30 Mart 1992 akşamı Dostluk Derneğinde Kökler adlı panelde yararlandığım ve o zamanlar derlenmiş olan bu bilgileri bana iletti. Michael Lombroso, Montreal’de 1996’da öldü. En büyük hobisi bu tür araştırmalar yapmak ve iletmekti. İddiasına göre de Boston’daki Dr. Cesare Lombroso ile kendisi arasında akrabalık bağları saptamış. Bu arada burada bir parantez açıp soyadımın neden babamınkinden değişik  olduğunu açıklamada yarar var. Ben çok küçük yaşta iken annemle babam anlaşamayarak  ayrılmışlar, daha sonra ebeveynlerimin iradesi ile beni yetiştiren  manevi babamın onur ve anısına, soyadım mahkeme kararı ile değiştirildi. Ancak ‘Kökler’ araştırmasına dâhil olduğum zaman, asıl soyadım gündeme gelmiş oldu.

 Kökler araştırmasının birçok ilginç sonucu vardı. Bunların bir tanesi de soyağaçlarının detaylı araştırılması neticesinde  karşılaşılan maruf kişilerle ilgilidir. Yukarıdaki örnekten ayrıca buna paralel olarak uluslararası nitelikte bir yorum da türetilebilir. İspanya’dan 1492 yılında ihraç edilen Sefarad Yahudileri, kabul edildikleri ülkelerde kendi kendilerine sağlanan hoşgörünün karşılığını da en olumlu bir şekilde verdiler.

Babam Michael Lombroso,1924’te Kırım’ın Kersch kentinden Türkiye’ye göç etmiş ve Museviliği 8. yüzyılda kabul etmiş Hazar Türkleri soyundandır. Irksal olarak saf bir Türk’tür. Bu konuda 1994’te Hayfa Üniversitesinde tezler ileri süren kuzeni Shmuel Lombroso gerekli kanıtları sağlayınca ‘Khan de Lombroso’ soyadını almaya hak kazandı.

Michael Lombroso ve yazılı alfabenin ünlü öyküsü

‘Kökler’ dizisinin  araştırmaları  kapsamında  temas  ettiğim  Comte  Auguste  Lombroso’nun ecdadından  Montreal’de  yaşamış  rahmetli babam  Michael Lombroso,1969’da derlediği yazılı alfabe hakkındaki  araştırmasının özetini  postalamıştı. Michael Lombroso 1982’de  Fenike alfabesi  ve İbrani alfabesi  ilintisi  hakkındaki araştırmasını Papalığa göndermiş  ve bir  takdir mektubu almıştı. MÖ1200’lerde  Fenikelilerin 22  harften oluşan  alfabeleri, Fenikeliler  tarafından ve Şlistin’de, Fenikeliler meşhur denizciler ve tacirler olarak  tanımlanmadan evvel  1000 sene kadar  süren bir  devre boyunca  kullanılmaktaydı. Fenikeliler, dilleri bakımından  İbranilere, Moavlılara  ve diğer Sami uluslarına, Nabatyalılara  ve Araplara, MÖ 3. yüzyıla dek sıkı bir şekilde benzerlik göstermekteydiler. Fenikelilerin yazılı alfabesi İbranilere MÖ 10 – MÖ 9. yüzyıllarda nakloldu. Bu yazılı alfabe, Yunanlılara Fenikeli denizciler tarafından MÖ 900’larda; Arami uluslara ise (eski Semitik  kabileler) Suriye ve Mezopotamya yörelerinde MÖ 11OO - MÖ 500 tarihleri arasında  nakloldu. Bu süreç zarfında  Arami alfabesi, orijinal Fenike  alfabesine göre  bazı değişikliklere uğradı. Babil sürgününden sonra, M Ö 500’lerde Judea’ya (Şlistin’e) dönen Yahudiler Arami dilini konuşuyor, Arami alfabesini kullanıyorlardı. MS 1. yüzyılda Arami Alfabesi, Hazreti İsa  ve öğrencileri tarafından da kullanılıyordu.

Dört İncil’i yazanlardan bir tanesi olan Aziz Mathew (İbranice’de Mattithyah veya Mattatias- Allahın hediyesi anlamında) gününün tahsilli insanlarındandı. Gümrük vergilerinin tahsildarlığı ile iştigal eden bir Yahudi iken, Hazreti İsa’ya  inancı nedeniyle 12 havariden birisi seçildi. Yeni Ahit’in  ilk kitabı Gospel (Yunanca Evangelion -İyi bağlantılar- kelimesinden tercüme), Aziz Matthew tarafından zamanının Yahudilerine  yönlendirilmiş ve Semitik Fenike harşerinden  türemiş  Aramice dilinde yazılmıştı. Görüldüğü gibi, Fenike alfabesinin gerek Batı, gerek  Doğu uluslarına ve medeniyetlerine olan katkısı çok büyük boyutlardaydı.

 Fenikeliler kimdi ve anavatanları neresiydi?

Fenikeliler, antik zamanın ve yazılı tarihin ilk devirlerinin ünlü denizcileri, kolonizasyoncuları, tacirleri ve eğitimcileriydiler. Ana vatanları Tayr ve Sidon (eski Fenike’nin başkenti) Krallığı idi. Bugünkü Lübnan ile bugünkü Suriye’nin bir kısmı, Akdeniz’le olan kıyılarını oluşturuyordu. Lübnanlılar, kısmen Fenikeli maruf atalarının soyundandı. Fenikeliler yaklaşık olarak MÖ 9. yüzyılda  alfabelerini yarı barbar Yunan kabilelerine de ilettiler. Yunanlılar alfabelerini değişikliğe uğratarak, kendi kullanımlarına (lisanslarına ve lehçelerine) daha uygun düşecek tarzda bazı harşerle oynadılar. Ondan sonra da bu alfabeyi MÖ 4. yüzyıl dolaylarında  Romalılara ilettiler. Bu tarihler, Yunan medeniyetinin ‘Altın Çağı’ olarak bilinir. Bu alfabe, o zamanların yarı barbar Romalılarını da uygarlaştırmakta kullanılmıştı. Romalılar ise, söz konusu harşeri zapt ettikleri ülkelerin uluslarına Yunan-Roma uygarlığı ile birlikte intikal ettirdiler. Bu uluslar ve alfabelerindeki  harf sayısı ise aşağıdaki gibidir; İtalyanlar (21 harf), Portekizliler (23 harf), Fransızlar (26 harf), Almanlar (26 harf), İngilizler (26 harf), İspanyollar (28 harf), Romenler, İskandinavlılar ve dünyanın diğer birçok ulusu…

Michael Lombroso, gönderdiği notlarda Yunan Alfabesi üzerinde de çok duruyor. Hint-Avrupa dillerine mensup bu lisanın başlarda dört lehçeden oluşan (Aşeyen Eolien, İonyen ve Büyük İskender’in istilasında konuşulan, Ön Asya, Suriye ve Mısır’a iletilen lehçeler), çok zengin bir sözlüğü ile nesir ve manzum alanda melodili bir lisan olan  Yunanca, Bizans İmparatorluğu boyunca  en geçerli kültür ve ilim lisanı olmuştu. Bu lisanın Alfabesi de, MÖ 900’da Fenikeli Cadmus tarafından Yunanlılara tanıtılmıştı.

Daha sonra Latin ve Kiril (Rus ve Bulgar) alfabeleri hakkında da ayrıntılar veren Lombroso’nun ifade ettiği gibi; “Batılı ve birçok doğulu ulus, Fenike alfabesinin 22 harŞnin 30 asır boyunca beşeriyetin uygarlığına olan katkısının bilincinde olmalıdırlar.”

Kaynakça: Michael Lombroso’nun arşivi