Sokaktaki Türk Yahudisi ne ister?

Sokaktaki bir Türk Yahudisine, “Hayatında hiç kaybetmek istemediğin en önemli üç varlığını say” dersem, ne cevap verir?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
6 Ocak 2016 Çarşamba

Daha önceleri söylediğimi tekrarlıyorum: Sokaktaki bir Türk Yahudisinden, hayatında hiç kaybetmek istemediği en önemli üç varlığını saymasını isterseniz, ilk önce kendisinin ve ailesinin sağlığını, sonra parasını, en sonunda da Türkiye –İsrail ilişkilerinin iyi olmasını sayacaktır.

Oysaki Türk Yahudisi yaklaşık yedi yıldır üzgün, Türk Yahudisi İsrail’in kuruluşundan beri öyle veya böyle genelde hep iyi olan iki ülke ilişkilerinin, tarihinde hiç olmadığı kadar bozuk olmasından muzdarip.

Türkiye İsrail’i, kurulduğu 1948 ‘den bir kaç ay sonra tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştu. İki ülke,1956 Süveyş Kanalı krizi, 1967 Altı Gün Savaşı ve İsrail’in 1980’de Kudüs’ü tamamen ilhak etmesi dönemleri dışında hep iyi ilişkiler içinde olmuşlardı.

AK Parti hükümetlerinin ilk yıllarında da ikili ilişkiler parlak günler yaşamış, 2007’de dönemin İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’in TBMM’deki tarihi konuşması ilişkileri zirve noktasına taşımıştı.

Diğer bir deyişle, 2008’e kadar her şey sokaktaki Türk Yahudisinin üçüncü dileği yönünde gitmişti.

Bu tarihlerde, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, Suriye – İsrail arasında arabuluculuk görevini yaptığı esnada İsrail, Gazze Savaşı’nı başlatınca Türkiye – İsrail ilişkileri baş aşağı gitmeye başlayacaktı. Sonra, ‘one minute’ meselesi ve ardından 2010’da Mavi Marmara olayı, ilişkilerin tarihi çizgisini bambaşka bir rotaya oturtacaktı. Mavi Marmara gemisinin, İsrail’in göstereceği tepkinin bilinmesine rağmen bölgeye gönderilmesine izin verilmesi ve ardından İsrail ordusunun akıl almaz hataları, dokuz Türk vatandaşın öldürülmesi gibi büyük trajedinin hazırlayıcıları olacaktı.

Hatırlardadır, Türk Yahudisi sokağa çıkamaz hale gelecek, olup bitenlerden sanki onlar da sorumluymuşlarcasına hakaret ve tehdit dolu zorlu günler geçireceklerdi.

İki ülke arasındaki ilişkiler 2013’te İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Mavi Marmara özründen sonra bile düzelemeyecekti. Zira yenilenen Gazze savaşının sivil ve çocuk kayıpları ile bunların Türkiye’de yansıtılma biçiminin de yarattığı muazzam İsrail karşıtlığı tarihinin yeni bir tepe noktasına ulaşacaktı.

İlişkilerdeki tek olumlu gösterge, bu kadar çarpıcı olumsuz gelişmelere rağmen karşılıklı artan ticaret olacaktı. İsrailli turist ise korkusundan çok sevdiği ve istisnasız hepsinin dilinden düşürmediği ‘güzelim Antalya’ya bile gelemez olacaktı.

Lakin, hayat kendi belli belirsiz kanunları içinde evrimleşiyordu bir şekilde. 2015’in son günlerine doğru bir mucize gerçekleşecek, Türk ve İsrailli yetkililer İsviçre’de buluşarak, yedi yıllık hasarı tamir edecek görüşmelere başlayacaklardı; hatta birkaç gün içinde bir hayli yol alındığı da dillere düşecekti.

Sokaktaki Türk Yahudisi kendine gelecek, geleceğe umutla ve sevinçle bakmaya başlayacaktı.

Ve şimdi, ülkesinin ve gönül bağının olduğu diğer ülkenin, dostluklarını tekrar hayata geçirmelerini bekliyor, sabırsızlıkla.

Ancak, işler o kadar da kolay değil. Özür şartı yerine getirildi, tazminat meselesi de bir şekilde çözülecek ama Gazze ambargosu konusunun her iki ülke kamuoyunu da tatmin edici bir sonuca nasıl ulaşacağı henüz tam olarak bilinmiyor. Ambargonun, Türkiye’nin görüşleri doğrultusunda tamamen kaldırılmasının mümkün olmadığını Türkiye iyi biliyor artık. Zaten güncel söylemlerde, ‘ambargonun hafifletilmesi’ ibaresi kullanılıyor. Bunun koşulları için görüşmeler devam ediyor veya devam edecek.

İkinci bir nokta ise, Türkiye’deki hatırı sayılır ağırlıktaki İsrail karşıtlığı ile giderek bununla harmanlanan Yahudi karşıtlığına sahip kamuoyunun, böylesi bir anlaşmaya nasıl rıza göstereceği. Diğer taraftan Gazze konusunda taviz vermek istemeyen ve ambargonun hafifletilmesine bile karşı olan iktidardaki İsrail sağı ve geniş kamuoyunun, anlaşmaya nasıl olur vereceği de bir başka muamma konusu.

Türkiye’nin, Rusya krizi sonrasında oluşan Rusya – Suriye – İran üçgenine karşı böylesi bir dostluk hamlesine ihtiyacı olduğunu, diğer taraftan, İsrail’in de gaz rezervleri için Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu hükümetler, bürokratlar anlayacak da, kamuoyları nasıl anlayacak?

Özellikle Türk kamuoyu ve medyasındaki kimi sert İsrail / Yahudi karşıtlığının çözülmesi nasıl ve ne şartlarda gerçekleşecek, pek bilinmiyor.

Sonunda ideoloji mi yoksa ülkelerin çıkarlarına uygun pragmatizm mi kazanacak, hep birlikte göreceğiz.

Sokaktaki Türk Yahudisi de umutla dostluğu bekleyecek.