‘Ortadoğu barışı’, umut kelimesiyle birlikte anılan bir beklenti olmaktan çok uzakta. Ancak tüm klişelere karşın, bazı girişimler bu umudu canlı tutmayı başarıyor. Suyun paylaşım mecburiyetinin ülkeleri barışa mecbur edeceği fikri üzerine inşa edilen bir girişim Ortadoğu’da kavgalı ülkeleri bir araya getirmeyi amaçlıyor. Aşağıdaki makale, o girişimin Hintli başkanı - Sundeep Waslekar* - tarafından kaleme alındı. Hidro - diplomasi Ortadoğu’nun barışına giden anahtar olabilir mi?
Derleyen: Ceyhun Efe ÖÇ
Aralık 2009’da, Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim ile Şam’daki ofisinde bir İngiliz politikacının da bulunduğu bir toplantıda bir araya geldim. Muallim, bu görüşmede önümüze, İsrail ile Suriye arasındaki bir olası barış sürecine ilişkin kendi yol haritasını koydu. Muallim’in bu süreç için iki şartı vardı. Birincisi, Tiberya su yollarına erişimin garanti edilmesi. İkincisi de, Türkiye’nin bu barış sürecine garantör ülke olması… Muallim bize, çıkarları söz konusu olduğunda Şam hükümetinin ancak bir ülkeye güvenebileceğini söyledi. Bu ülke Erdoğan liderliğindeki Türkiye’ydi.
Strategic Foresight Group olarak, 2011 yılında yayınladığımız ‘Mavi Barış’ raporunda, Ortadoğu’da barış ve refah için suyun nasıl bir enstrüman olabileceğini gösteren çeşitli çözümler sunmuştuk. Bunlardan birinin çatısı, Muallim’in ortaya koyduğu o yol haritasından uyarlanmıştı.
Raporun yayınlanmasından bir ay kadar sonra Suriye’de iç savaşın ilk çatışmaları patlak verdi. Suriye iç savaşının birincil nedeni, devlet ve vatandaşları arasındaki sözleşmenin son derece yıpranmış olmasıydı. Ancak savaşla sonlanan bu yapısal yıkımın, en önemli tetikleyicilerinden biri de, çok sayıda çiftçi ailenin kuraklık nedeniyle Suriye’deki büyük ve hâlihazırda kalabalık olan kentlere göç etmek zorunda kalmış olmasıydı. Ya bölge ülkeleri arasında bu kuraklık göçlerini engelleyecek bir ortak su hareket planı olsaydı…
Sonrasında Şam rejiminin en çok güvendiği müttefiki bir anda en büyük düşmanı oldu. Dahası bugün Suriye iç savaşının, global çapta bir çatışmaya dönüşme tehdidiyle karşı karşıyayız. Oysa dünyanın başka bölgelerinde, liderler, su ve barış, su ve güvenlik ilişkisini kabullenmiş durumdalar. Örneğin, Hindistan ve Bangladeş arasındaki ilişkiler, Testa Nehri sularının paylaşılması görüşmeleriyle önemli ölçüde gelişti. Strategic Foresight Group olarak, 2013 yılında bu iki ülkenin iktidar ve muhalefet partisi heyetlerini, bir anlaşma çerçevesi oluşturmak için biraya getirdik. Güvenlik konusunda büyük tartışmaların yaşandığı ve halen devam eden toplantılardan, iki ülke arasında bin yıl sürecek bir su paylaşımı mekanizması dolayısıyla barış dönemi çıkması amaçlanıyor.
Eski Yugoslavya ülkeleri arasında da benzer bir süreç ilerledi. Daytona Barışı’nın imzalanmasının hemen akabinde Sava Nehri sularının yönetimi konusunda anlaşma zemini bulmak için toplantılar başladı. Su anlaşması için yapılan bu toplantılar o zamana dek savaş ve ölüm gören Balkanlar’a barışın ve hatta işbirliğinin kapısını açtı.
Her ne kadar kamuoyunun dikkatinden uzak olsa da su, savaş ve barış arasındaki ince denge, kendini dünyanın birçok bölgesinde gösteriyor. Strategic Foresight olarak biz, bu dengenin barış tarafına eğilmesi için iki adım attık. Birincisi, 219 nehir havzasını paylaşan 148 ülke için bir ‘Su İşbirliği Haritası’ oluşturduk. Bu harita, su işbirliği konusunda bir mekanizma kurmayı başarmış herhangi iki ülkenin bir başka sebepten savaşmadıklarını bize kanıtladı. İkinci olarak da İsviçre Hükümeti ile bir araya gelerek, Kasım 2015’te, ‘Su ve Barış için Küresel Üst Düzey Paneli’ni düzenledik. Slovenya’nın eski lideri Danilo Turk başkanlığındaki bu panelde, tüm kıtalardan ülke temsilcileri, su, barış ve güvenlik ekseninde konuşmak ve fikir alışverişi yapmak için ilk kez bir araya geldi. Toplantının amacı; ortak refah motivasyonu ile küresel çapta bir su paylaşımı çatısı oluşturmak, hidro-diplomasi mekanizmaları kurmak, tüm su havzalarında işbirliği fırsatlarını cesaretlendirmek ve en önemlisi dünya liderlerini ve üst düzey siyasetçileri suyun diyalog imkânlarından haberdar etmekti.
2017 yılına dek rapor haline getirilmesi ve Birleşmiş Milletler sistemine sunulması planlanan bu paneldeki başlıklar eğer bir hareket planına dönüşebilirse, ortak nehir havzalarında yaşayan ve 10 trilyon dolarlık bir yıllık üretim sağlayan 2,3 milyar insanın hayatı doğrudan etkilenecek. Yıllar geçip, su işbirlikleri yayıldıkça, sermaye hasıla katsayısı düşecek, askeri harcamalar azalacaktır. Bu da, yıllık, 200 miyar dolarlık bir barış temettüsü yaratacaktır.
Eğer panel küresel çapta bir yapı oluşturmayı başaramaz ise de bu kaosa neden olacaktır. Şu anda, Asya, Afrika ve Ortadoğu’daki su kaynakları, yıllık 320 milyar metreküp su kaybediyor. Bu toplam on Fırat Nehri’nin her yıl dünya üzerinden yok olmasına eşit. Eğer bu trend devam ederse, besin üretiminde sert düşüşler yaşanacak, uluslararası piyasalarda 200-300 milyon tonluk bir ek tohum talebi ortaya çıkacak, sonucunda da besin fiyatları eşi görülmemiş seviyelere ulaşacaktır. Yalnızca Nepal ve Nijerya’da değil Peru ve Paraguay’da da besin isyanları çıkacak. Dünyadaki hiçbir ülke yüksek besin fiyatlarının yarattığı yıkımdan kaçamayacak. Zorunlu göçler, terörizm, diktatörlükler ve belki de 2039 yılında bir Dünya Savaşı ile karşı karşıya kalacağız.
Panelin açılış konuşmasında, İsviçre Dışişleri Bakanı Didier Burkhalter, “Su sadece bir refah meselesi değil aynı zamanda bir güvenlik meselesidir de…” demişti. Suriye bunu Aralık 2009 yılında anlamıştı ancak harekete geçmedeki yetersizlik tüm Ortadoğu’yu bugün içinde bulunduğu duruma getirdi. Suriye’de yaşanan yıkım, dünyanın diğer bölgelerine taşınmadan dünyanın buna uyanmasının vakti geldi.
*Dr. Sundeep Waslekar, dört kıtada toplam 50 ülkede faaliyet gösteren Strategic Foresight Group isimli think tank’in başkanıdır.