Hayat tarzı olarak yalınlık

Riva ŞALHON Köşe Yazısı
9 Mart 2016 Çarşamba

Flaubert’in bir sözünü okudum bugün. ‘Yaşam tarzında düzenli ve sıkıcı olanlar, işinde vahşi ve özgün olabilirler.’ Sıkıcı diyerek burun kıvırdığımız çoğu insan, kendilerini günlük yaşam kararlarından arındırarak basit kalıplara sadık kalan kişiler. Bu sayede mental enerji havuzlarını asıl yapmak istediklerine yoğunlaştırabiliyorlar. Zira hepimizin karar almaya yöneltebileceği enerji aslında kısıtlı. Giyinirken karmakarışık bir gardıroptan renk ve tema uydurmak bile enerji alan bir şey.

Tabii ki hemen aklıma 2011’e kadar her gün aynı siyah boğazlı ve kot pantolon giyen Steve Jobs geldi. Böylece karar mekanizmalarını severek yaptığı işine ve ileriye dönük buluşlara yönlendirmesini mantıklı buldum. Ve sonra etrafımdakileri de inceleyerek basit hayat kararları veren insan türünün davranış biçimlerini incelemeye karar verdim. Örneğin, sürekli yeni mekân arayışına geçip orada mutluluğu yakalamak yerine benimsediği iki üç yere sürekli gidenler. Giysi dolabı aynı tür basit tercihler ve benzer renklerden oluşanlar. Elde kumanda program zaplamaktansa, sevdiği takıma mesai harcayanlar. İlk ortak özellikleri her şeyi yazmaları. Hayatlarında süregelen ve yapılması gereken her şeyi not alarak çalışıyorlar. Ve bunların içinden kendi yaratıcılığına gerek duymayan maddeleri mekanik hale getiriyorlar. Fazla uyaranla ve yanlış yalan yüzeysel bilgi ile baş etmek konusunda da tutarlılar. Seçenekleri aza indirgeyip değer verdiklerini derinlemesine düşünerek fikir oluşturuyorlar. İlk aklımıza gelen düşünce, ortamın düşünmemizi istediği. Onlar onu aşıp bir seviye derinde kendi düşüncelerine sahip olabiliyorlar.

Bu girişi yapmamın sebebi, deha olmasak da yalınlık sayesinde hayatımızın daha derin olmasına çalışabileceğimize olan inancım. Amerika’da hayatı 100 parça eşyaya indirgemeyi bir oyuna çeviren kişi gündemdeydi. Dave Bruno, aşırı tüketim yerine elimizdekileri azaltmamız gerektiğini savunanların başını çekti.

Yalınlık, tüketime dayalı mutluluk arayışını ve kendimizi başkalarıyla karşılaştırma ihtiyacını azaltıyor. Kredi kullanıp hayatı tüketimle çeşnilendirme ve sonra borç altında kıvranma riskini azaltıyor.

Çoğu insan, (ben dâhil) sosyal statü şartnamesi olarak önümüze sunulan ürünlerden almak zorunda kaldığını itiraf etmek istemez. Bunun başkaları tarafından yapıldığını sanıp kendini hariç tutar. Ancak itiraf etmek gerekir ki çoğu satın almamız aslında sosyal statü belirleme amaçlı oluyor. Bunu bilen markalar da sürekli tarz belirleyici reklamlarla tüketiciyi kamçılıyor. Ve her şeyin doğal olarak bütçelere uygun taklitleri ve muadilleri etrafa yayılıyor.

Derinlemesine ve tutkulu sevmeye yetecek kadar önem vereceğimiz yalın mutlulukların yerini tüketimle dolduruyoruz. Örneğin, kayak kaymayı çok da sevmeyen kişinin gidip daha da iyi ısıtıcılı parlak renkli takımlar alması gibi… Ait olmaya çalıştığı sosyal çevreyi onların seveceğini düşündüğü tarz bir davette ağırlaması gibi…  Herkes kendi kişiliğini ön plana çıkaran yalınlıkta davranıp etraftaki özenmelerden arınmaya çalışsa, hem daha mutlu hem daha özgün hem de daha sevimli olacak.

Yalınlık bir hayat şekli olmalı. Ama başkalarına  ‘ben yalınım’ diye hava atmak için değil. Asıl keyif veren şeylere yer ve fırsat sağlaması için…