“Ben halimden memnunum”

Kırk yıllık kariyerine inat hâlâ yeni başlayanların heyecanı ve aşkı ile yapıyor işini. Ruhunu beslediği tek şey zevk aldığı işleri yapmak. Eserleri de aşkla yapıldığından her devir bizimle olacak. İşte bu yüzden o Nükhet Duru…

Yaşam
23 Mart 2016 Çarşamba

Etel Kazado Temurcan

 

Kuzguni siyah saçlı çok güzel bir kadın oturuyor karşımda. Müthiş bir şekilde kendiyle barışık. Kırk yıllık kariyerine inat hâlâ yeni başlayanların heyecanı ve aşkı ile yapıyor işini. O kadar hızlı ki. Son albümünü konuşmak için gittim yanına ama o, albümü çoktan geride bırakmış, yepyeni projelerin heyecanı içerisine girmişti. “Çok hızlısınız Nükhet Hanım, bizlere işlerinizi sindirecek zaman bile tanımıyorsunuz” dedim. Şöyle bir baktı “Benim tek hayatım var” dedi. Söyleyecek bir şey yoktu. Ne istediğini biliyordu, ünmüş, ünvanmış, ne yapsam da bu işten daha fazla kazansam düşüncesi umrunda bile değildi. O yaptığı işte katıksız bir idealistti. Ruhunu beslediği tek şey zevk aldığı işleri yapmaktı. Eserleri de aşkla yapıldığından her devir bizimle olacaktı. İşte bu yüzden Nükhet Duru’ydu.

Kariyeriniz boyunca belli bir stratejiniz oldu mu? Nereye gittiğinizi biliyor muydunuz hep?

Her zaman kalıcı olmanın savaşını verdim ve bu doğrultuda hareket ettim. Tabi fire verdiğim zamanlar olmuştur. Bizim gibi şarkıcıların şarkıları 40 yıllık ve bizden sonra da kalacak. Yaptığımız işler arşivliktir. Örneğin, Zuhal Olcay'ın ‘Başucu Şarkıları’. Seversin, sevmezsin ama her zaman bulabilirsin. Beğeniye matuf bir şey değildir, belge niteliği taşır. Ben de hep belge bırakmaya çabaladım. Stratejim, değişen sosyolojik yapıya göre, her zaman para getiren bir strateji değildi belki, ama ayaklarımın üzerinde bir abide gibi yıkılmadan kalmamı sağladı.

 

“BİZ BÖYLE BİR SINAV VERMEDİK”

Zaman değişti mi müzik dünyasında?

Artık o kadar hızlı tükeniyor ki genç şöhretler. En fazla 1-2 yıl ömrü oluyor çoğu işin. İnsanlar, çılgınca birine bağırırken başlarını öbür tarafa çeviriyorlar, a yenisi çıkmış, şimdi ona bağıralım diyorlar. Bu onlar için çok büyük bir sınav! Biz böyle bir sınav vermedik. Tek kanal vardı, ne yayınlansa herkes görürdü. Bizim yüzlerimiz insanların kalplerine nakş edildi. Ben, ilk çıktığım gün neredeyse şimdiki sosyal medya hızında bir geri dönüş aldım. TRT’nin telefonları kilitlendi. O zaman için büyük olaydı. “Kim bu kız?” dedi herkes. Çıplak ayaklı, başında türban, kulağında tek küpe, şarkı söylüyor. Değişik geldi bu tavır. Aslında bu kostüm uydurduğum bir şeydi. Hatta o kıyafetin altına giyilebilecek bir ayakkabım bile yoktu, alacak durumum da yoktu. Ama TRT “çıkacaksın” demiş. Sağdan soldan isteyecek vakit de yok, ya çıkacaksın, ya çıkacaksın. O zamanlar hep mektuplarla tepkileri alır, onlara özenle cevap verirdik. Vakit daha fazlaydı. Şimdi ise sahneye çıkıyorum, yorumu hemen sosyal medyada okuyorum. Seyirci beni mi izliyor, yayın mı yapıyor anlaşılmıyor. Beri yandan, tepkiyi anında almak da çok keyifli.

Son derece alımlı, bakımlı neredeyse kokoş bir profiliniz var. Oysa çoğu seslendirdiğiniz şarkı ya da şov görüntünüz ile bağdaşmayan bir tarzda. Örneğin ‘Geberiyorum’ şarkınız Nazım Hikmet’in bir şiiri.

Bilinçli yaptım. Çünkü insanların belli bir noktada durup, cinsiyetini, tavrını, tarzını kaybetmesini sindiremiyorum. Ben hep sol tandanslı, hümanist bir şarkıcıydım, insan sevgisi adaleti üzerine de birçok eseri seslendirdim. Üstelik o kadar genç yaşta seslendirdim ki ancak söyledikten iki sene sonra, tam ne dediğimi anladım. “Vay ne demişim” dedim, nasıl cesaret etmişim. Ama o zaman öyle hissettiğim için ve bana doğru geldiği için yaptım o işleri. Beni hep kurtaran o kadınsı görüntüm oldu. Alışığız ya kalıplara, konduramadı kimse, “Sen çok bilmiyorsun, tam anlamadın ne yaptığını, sen boş ver bulaşma kızım” deyip gönderiyorlardı beni.

Hep böyle bakımlı mısınız?

Öyleyim. Ben de çok isterdim sokakta gezebilmeyi özgürce. Her gün makyajlıyım. O fotoğrafa oturmuşum. Ben o fotoğrafı bozmamak, kırmamak için aşırı emek sarfediyorum. Havaalanına gideceksem bir saat daha erken kalkıyor ve hazırlanıyorum. O alanda da döküntü dolaşan sanatçı kardeşlerimizi eleştiriyorum. Yapmamalısın böyle bir şey. Devir fotoşoplu resimler devri, her yerde onlarla çıkmışsın, kehribar gibi bir surat, homur homur “ay uykum var hâlâ, giyinemedim, süslenemedim” diyemezsin, buna hakkın yok. Bu bir iş ve vitrinin de senin seyirciye olan saygın.

 

“KALBİMDE YATAN MÜZİKAL YILDIZI OLMAKTI”

Nükhet Duru büyüdüğünde ne olmak isterdi?

Bir müzikal, revü yıldızı olmak isterdim. Kalbimde yatan buydu ve bu ortamı inatla, ısrarla da yarattım. Kimsenin yapmadığı bir kabare şov yaptım. Ali Poyrazoğlu, Korhan Abay ve Nükhet Duru, ‘Yaşa Sevgili Dünya’yı sahneledik. Koltuklar dolu, insanlar ayakta izliyordu. Sen dünyada yoktun, 76 yılı. Çok ses getirdi. Hatta ondan sonra baktılar böyle işlere seyirci var, Zeki, Metin bile aralarına bir de şarkıcı alarak gece kulübüne girdiler.

O halde şimdilerde İstanbulname Müzikali’nde olmak size çok keyif veriyordur.

Yedi sene annemin hastalığı, benim hastalığım, dur onu mu yapayım bunu mu yapayım derken Timur Selçuk ile konserlere başlayıp kendimi tekrar sahneye alıştırdım. Çünkü uzun süredir yoktum. O sırada İstanbulname teklifi geldi Türker İnanoğlu isminden dolayı, projeyi bile görmeden, balıklama atladım. İstanbulname’nin şarkıları birçok müzikale kıyasla olağanüstü. Ekipten keyif alıyorum, Gençlerle olmaktan besleniyorum. Bir dans, bir ensemble grubumuz var. Onlarla kapışmak, sakat ayağıma rağmen onlarla dans etmek, insanı tazeliyor, hoşluk veriyor. Tiyatronun o kollektif çalışmasını, provalarını çok seviyorum. Seyircinin ilk önce şaşırıp, yavaş yavaş adapte olduğunu görmek, sonra gülmesini izlemek çok hoş. Oynadığım oyunlarda en önce pahallı koltuklar bitiyor. Normalde böyle değil. Bu insanların beni yakından görme arzusu, yıllar içinde hiç değişmedi. Bu durum gururumu okşuyor. Bu yüzden oyunun daha fazla tanıtıma ihtiyacı olduğunu ve yönetmenin, belki devlet tiyatrosu kökenli olduğu için, komedi işini -ki komedi işi çok ciddi bir iştir, biraz hafife aldığını düşünsem de, bu projede yer almaktan dolayı mutluluk duyuyorum.

 

“SONER OLGUN İLE DOST MUHABETİ TURNEMİZ BAŞLIYOR”

Yeni projeleriniz var mı?

Bir ballad şarkıcısıyım ve ilk çıktığım dönemden itibaren chanson tarzı şarkılar söylemeyi tercih ettim. Yurdum insanı, Cumhuriyet Gazetesi’nin de okuyucusunun azalması ile eş dönemde değişim gösterdi. O değişimde de bazı şarkılar dinleyiciye geçmedi ve anlaşılmadı. Kendime göre hafif su işleri de yapamazdım. Şimdi yakın dostum Soner Olgun'la bir sahne birlikteliği kuruyoruz, onunla çok sesli türk müziği ve türkü söyleyeceğiz.

Nasıl bir proje olacak, biraz anlatır mısınız?

Repertuar ve orkestra çok zengin. İnsanımızın kendini iyi hissettiği ve derin hissettiği türkülerden oluşuyor. Neredeyse tüm yörelerden, türküler seçtik. Bunun içinde, Azeri’si, Karadeniz’i, doğusu, Egesi de var, Âşık Veysel gibi büyük deyişleri olan ustaların eserleri de var. Repertuarda Nükhet şarkıları da olacak, Soner’le çok iyi dost olduğumuzdan, anılar, espriler ve gönülden muhabbet de olacak. O yüzden projenin ismini de ‘Dost Muhabeti’ koyduk.

Nasıl başladı Soner Olgun ile dostluğunuz?

Bu işe onu ilk sokan ben oldum. Bir dergi yönetiyordu Soner, röportaj için anlaştık. Tanıştım, sesine baktım, “Yahu sen niye seslendirme yapmıyorsun?” dedim. “Yok canım, ben en fazla sadece kendi kendime türkü söylerim” dedi. Ben de “Bir söyle bakalım” dedim. “Nükhet Hanım, röportaj yapıyoruz” dedi. “Hayır! Merak ediyorum hemen söyle” dedim. Çünkü bana göre o tondan çıkacak ses Ruhi Su gibi bir şey olmalıydı. Beni kırmadı, söyledi. Yanılmamıştım, “Sen boş ver bu masa başı işini” dedim. O zamanlar türkü barlar yeni patlamış, on şarkı söyleyen program yapıyor. Onu zorla çıkardım o masadan ve zorla beste yaptırmaya başlattım. İyi ki de zorlamışım. Çok enteresan besteler yaptı.

Zorla beste yaptırılır mı Nükhet Hanım? Çıkmıyorsa çıkmaz, öyle değil mi?

Ben hep öyle yaptırdım. Zorla söz de yazdırdım, beste de yaptırdım. Çıkacağını hissediyorum. Mesela Mehmet Teoman’la da tanıştığımda onunla doğru iş yapacağımı hissetmiştim. Soner Olgun'a da nasıl beste istediğimi söyledim. En önemlisi çok sevdim oğlanı kardeş gibi sevdim. Ben zaten seversem severim. Sevmezsem de konuşmam. Menejerim oldu, bir ofis kurduk, şahane şekilde çalıştık. Bir sene sonra konuk şarkıcı olarak programlarıma da aldım kendisini. Sonra başka projeler girdi araya. Zaten Patika serüveni başladı Soner Olgun için ve 15 yıl orada sahne aldı. Doğru zaman şimdiymiş demek ki, tekrar bir araya geldik.

 

AŞKIN N HALİ, NÜKHET HALİ, HER HALİ

Raflarda söylemekten keyif aldığınız ve ruhunuzla okuduğunuz şarkılardan oluşan ‘Aşkın N Hali’ albümünüz var. Bu şarkılardan birkaçını sorulaştırdım sizin için. Şarkıların Nükhetçe ruhunu konuşalım istedim.

Demir almak günü geldiğinde, gidenlerden sizi en çok üzen kimdi? ‘Sessiz Gemi’

Müzeyyen Abla. Müzeyyen Senar’a çok âşıktım, çok hayrandım. Müzeyyen Senar’ın sahne enerjisi ve yorumu eşsizdi. Alaturkanın icrasını, uygun görülmemesine rağmen değiştirmiş ve Zeki Müren'in, onun da ötesine geçmesine izin vermiş çok büyük bir şarkıcıydı. O gittiğinde çok üzüldüm, bir hafta hasta oldum. Böyle şeyleri ne konuşur, ne belli eder, ne de kimseyi ortak ederim acılarıma.

Derdi nedir bu sonbaharın? ‘Sonbahar’

Her sonbaharın bir derdi oluyor. Aslında zavallı sonbaharın bir derdi yok da insanların derdi var, adapte olmaya çalışıyorlar ciddiyete, çok fazla ciddiyete, aşka ve hayata. Hayat alışana kadar uçup gidiyor oysa.

O günler hangi günler? ‘O Günler’

İlk başladığım dönemki heyecanım ve inadım. Sonra başarının ucunu görünce kendi kendime güvenmeye başlamam, çünkü tam tersi de olabilirdi. Bize öyle şeyler söylendi ki ilk albümümüz ‘Bir Nefes Gibi’ye yazdık o eleştirileri. “Yapmayın, bak bu kız ne güzel program yapıyordu, böyle şarkıları okutmayın yazık daha çok küçük. Üstü başı değişti, on yedi yaşındaki kıza topuz mu yapılır, yapmayın” gibi. Tüm bu yorumlar beni daha çok kırbaçladı. Ben inandığına inat eden bir boğa burcu kadınıyım. Bu yüzden o mücadele çok keyifliydi benim için. Sonra değişen yapı ile birlikte gelen küskünlük günlerim, piyanist şarkıcılar ve arabeskin fırladığı, TRT’nin sıkı denetim günleri. Nereden çıkış bulacağım ne yapacağım diye düşünürken kendime yine bir yol buldum. O zaman Türk Sanat Müziğini tek sesli yapıyorlar, ben “bunu çok sesli yapacağım” dedim ve beş yıl direndim. Radyo sınavına hazırlanırken de evlendim. Evlendiğim adam, “Sen nasıl bizim Nükhet Duru’muzu böyle yaparsın? Biz batı söyleyen Nükhet Duru seviyoruz” diye tutturdu. Benim de işime geldi, özlemiştim, yüzümü yine batıya döndüm. Murathan Mungan ile ‘Bir Tek Sevgili’, Garo Mafyan ile ‘Çek Halatı Gönlüm’ albümlerini yaptım. O günler deyince, yarısını ders, yarısını keyif olarak düşünürüm. Keşke o güne dönsem demem, pişmanlıklarım yoktur. Eğer olsaydı ben adam olmamış olurdum.

 

“GÖZÜM DOLARKEN ORTAMDAN BUHARLAŞIR, YOK OLURUM”

Yalnızlık nedir? Güzel bir şey mi yalnızlık? ‘Yalnızlığım’

İnsanın kendi kendine yaslanması, yalnız gelip yalnız gittiğinin bilincine varması ve önce karşısındakine güvenmek yerine kendine güvenmeyi öğrenmesi demek. Bence güzel bir şey yalnızlık, çünkü yalnızlığını gidermek için birine yaslanıyorsan o bir ihtiyaçtır. Sen yalnız baş edebilirken kendinle, üzerine kendi isteğinle, o kişiyle beraber olabiliyorsan, bu değerli bir beraberliktir. Ben o değeri bulamadığım için yalnızım uzun süredir. Ama bu düşüncemi değiştirecek bir durum olursa tabi farklı bakarım. Biri benim yalnızlığımı gidersin, bana baksın diye yaşanınca bir ilişki bu sadece kullanışlı bir ilişki oluyor, maalesef gerçek bir ilişki olmuyor.

Kalbinizin çocuk yanı nasıldır? ‘Beni Sevdi Benden Çok’

Ayran gönüllüyümdür. Bir dakikada kabarır, bir dakikada sönerim. Ben, halimden memnunum Etel! Aşırı duygusalım ama acaip gizliyorum. Dışarıya sadece neşe tezahür ediyor. İçime attıklarımı önce yutar, sonra öğütür öyle çıkarım ortaya. Kimse, beni gözümde yaşla çok kez gördüğünü söyleyemez. Zaten gözüm dolarken ortamdan buharlaşır yok olur, kendi kendime kalırım.