İdil, ´Dişisel Gerilim´ ile Türkiye´yi güldürecek

Çok satan ilk kitabı Kişisel Gerilim’in ardından İdil Hazan Kohen’in ikinci kitabı Dişisel Gerilim bomba gibi geldi. Ama asıl bomba Dişisel Gerilim’in pek yakında Türkiye’nin önde gelen yapım şirketi Ay Yapım ile sinemalara ya da televizyon ekranlarına taşınacak olması.

Selin SEVİNDİREN Yaşam
27 Nisan 2016 Çarşamba

Çok satan ilk kitabı Kişisel Gerilim’in ardından İdil Hazan Kohen’in ikinci kitabı Dişisel Gerilim bomba gibi geldi. Ama asıl bomba Dişisel Gerilim’in pek yakında Türkiye’nin önde gelen yapım şirketi Ay Yapım ile sinemalara ya da televizyon ekranlarına taşınacak olması. Aynı zamanda gazetemizin spor yazarı İdil’i yakından tanıyan biri olarak söylüyorum; ister sinema filmi, ister dizi olsun başrolü oynaması gereken kişi aslında İdil’in ta kendisi. Gerçi sayısız marifetlerinin içinde oyunculuk yok; ama delidolu kişiliği, müthiş espri kabiliyeti, Güneri Cıvaoğlu’nun programında herkesi ekrana kilitleyen caz sesi ile Türkiye’de eksik kalmış Yahudi mizahının yüzü olabilir.


İdil, önce büyük haberle başlamak istiyorum. Nasıl hissediyorsun? Ay Yapım ile imzayı attın.

 Kızıldeniz’i yarmış, bana inanlarla beraber içinden geçiyormuşum gibi… Şu an aklıma gelen en mütevazı cevap bu diyeceğim, değil. Açıkçası en abartılısı bu! Öyle bir gurur, öyle bir mutluluk içindeyim.

Senaryo yazımında rol alacak mısın?

 Senaryoya kesinlikle müdahil olacağım ancak ne kadar, ne şekilde bunlar süreç içerisinde daha iyi netlik kazanacaktır.

Her iki kitabında da neredeyse her cümlen bir espri. 20 dakikalık Amerikan durum komedilerine benzeyen bir formatı akıllara getiriyor, hani gülme efektleri olan… Böyle bir proje olabilir mi Ay Yapım ile? Bizim kanallarda görmeye alışık olmadığımız bir format aslında..

 Doğru söylüyorsun. Hatta şimdi sen söyleyince benim de aklıma oldukça yattı bu fikir. Biz Ay Yapım’la hem film hem dizi hakları için anlaştık. Eğer ki diziden yana ilerlemeye karar verirsek bu fikrini kesinlikle dile getireceğim! Hepimizin biraz gülmeye o kadar çok ihtiyacı var ki!

İlk kitabının devamı niteliğinde bu kitapta mutlu sonla biten aşk hikâyelerinin sonrasında neler olduğunu bir tokat gibi yüzümüze çarpıyorsun. Hayat bazen çok acımasız öyle değil mi?

 Aynen öyle. Kitabı, hayatın spoiler’ı olarak düşünebilirsiniz. Orada da dediğim gibi, o mutlu sonla biten masallar, bir öpücükle bağlanan yaşamlar, hep eksik anlatılmış bize… Bir kere o prens hayatınıza öyle tek başına girmeyecek. Önden travmaları, arkadan kıl ablaları, bir de illet kankası, hep beraber bodoslama dalacaklar hikâyenize. Eh, sonra da ayıkla pirincin taşını…

Sürekli ‘iç sesi dışına kaçak yapan’ Dila yine bizi çok güldürüyor. Bu karakteri nereden esinlendin? Seni mi okuyoruz yoksa?

 Aslında en esprili, en kıvrak ve de en şapşal hallerimi katıyorum hikâyeye ancak benim dışımda birçok modern ve genç bayanın hikâyesini taşıyor karakter sırtında. Ha, bazen angarya gibi kamburu çıkarak taşıyor, bazen omzunda gururla… Zaman zaman şükrediyor haline ama daha çok isyan ediyor. İşin aslı, illa da her yeni modanın peşinden sürüklenip abartmaya bayılanları gıdıklıyor biraz.

Geçen kitabında kişisel gelişimcilere isyan bayrağı açmıştın şimdi ise dişiliklerini abartı şekilde yaşayan, kendilerine fazlasıyla dönük günümüz kadınlarına taktın. Organik beslenenler, estetik yaptıranlar, personal trainer ile spor yapanlar… Ama İdil’cim bu sefer çok yakındakilere dokundurmuyor musun? Etrafımızda bunları yapmayan yok gibi.

 Aslında ilk kitapta da ikincisinde de bir şeylerin dozunda yapılmasından ziyade, dozunu kaçıranlara dil uzatıyorum. Gözlerini köreltip popülerleşen her trendin peşinden yokuş aşağı koşanlarla derdim. Organik yiyeceğim diye kazık yemeye de göz yumanlarla, hayatı kolaylaştıracağım diye bakıcı peşinde koşup neredeyse çocuklarını unutanlarla, başında kronometre gibi dikilen bir personal trainer olmadan bacağını bile kaldıramayanlarla... Zamanında “Olacak O Kadar” programının çok güzel bir şarkı sözü vardı: “Arada bir zülfü yâre dokunduk, tam yerine rast geldi manzaraya koyduk!” Ha, tabi eşe dosta lef geldiyse de af ola!

Çocuklarla ilgili gözlem yeteneğine hayran kaldım. Bu kadar belalı portreleri nasıl çizdin?

 Etrafım yeni anne dolu. Kimse üstüne alınmasın ama “annelik” kostümünü yeni giyenler, onu bir türlü çıkarmak bilmiyor. Sabah onunla kalkıyorlar, gece onunla yatıyorlar. Eh durum bu olunca, o bebeğin konusu açıldığında sıkıysa değiştir bakalım. Valla linç ederler, meydana asar, taşlatırlar. Eh ben de sakin sakin oturup dinliyorum, bolca malzeme topluyorum. Sonra içinden en beğendiklerimi seçip, biraz da süsleyip sizlerle tanıştırıyorum.


Kitabın belli ki üçüncüsü gelecek, öyle bir yerde bırakmışsın ki. Kişisel gerilim, dişisel gerilimden sonra ne gerilimi bekliyor bizi şimdiden belli mi?

 O kitabı eşim Ezel çıkartacak galiba. “Eşsel Gerilim”. Kitapları yazarken o kadar çok başına dikilip yorum istiyorum ki, gerilimin biyografisini yazacak kıvama geldi. Evde, arabada, işte hatta uykuda gerilim. (Bazen gecenin bir yarısı da bir şeyler takıldığı oluyor kafama…) Kendisi sayemde her türlü gerilime vakıf oldu.

En güzel sürprizi kitabın arka kapağına saklamışsın. Kitabının şarkısını yapmışsın üstelik jazz sesin var! Nasıl oluştu bu fikir?

 Şarkı söylemeyi çok severim, bilen bilir... Kitabın başına da hem ilk kitaba gönderme yapan, hem de ikinci kitabı biraz anlatan eğlenceli bir şiir yazdım. Kitabın çıkmasına bir ay kala da bu şiiri şarkı yapma fikri canlanmasın mı kafamda! Bir şeyi de kafaya taktım mı tam takarım, bunu da bilen bilir… (Ah Ezel, Ah be ailem, ne çektiniz benden!)

Çok yetenekli bir müzisyen arkadaşım var, hemen ona gittim, başladım her gün tacize. Pes etti ve çok keyifli bir beste yaptı. E buna bir de aranjman lazım öyle kuru kuru gitmez. Zaman da yok. Oraya haber, buraya haber, gökte ararken yine yerde buldum. Yayınevindeki pazarlama müdürümüzün kocası da meğer Berkley mezunu bir müzisyenmiş. Bu iki müzisyene gece rüyalarında bile rahat vermedim ama sonunda çok da içime sinen bir parça, çok içime sinen iki dost kazandım.

 

Güneri Cıvaoğlu’nun programında adeta on parmağında on marifetinle bizi büyüledin. Şalom yazarı olduğunu söylediğin bölüm zaman aşımından dolayı kesilmemiş olsa on bir parmaklı diyeceklermiş senin için. Kayak, seramik, yazarlık, şarkıcılık, yelken, spor yazarlığı.. Hangisi en tepeye oturur?

 Cevap vereceğim ama sen şimdi böyle sıralayınca benim iç ses arka fonda MFÖ’den “Sen neymişsin be abi” şarkısını koydu eşlik ediyor…

Sanırım enerjim biraz fazla geliyor, böyle her spora saldırayım bir rahatlayayım diyorum. Sonra bakıyorum haksızlıklar, yozlaşmalar, sıkıntılar, hiçbir şeye enerjim kalmıyor… En iyisi ben biraz yazayım, inceden inceden insanları dürteyim istiyorum. Böyle bozuk kalp ritmi gibi bir en tepede, bir en dipte zikzaklar çize çize geziniyorum. Çoklu kişilik bozukluğu mu var acaba bende?

 Mizah türünde yazmaya devam mı edeceksin yoksa yeni bir denemeye açık mısın?

 Mizahı çok seviyorum. Bu tarz yazılara, kitaplara kesinlikle devam edeceğim ama bu arada çok farklı bir türle çıkabilirim karşınıza.  Her iki tarzın aynı kalemden çıktığına inanmakta zorluk çekeceğiniz bir selamlama yapabilirim… Şahsen bazen yazdıklarıma bakıp “Yine nasıl bir ruh girdi içime” diye düşünüyorum.