Terör ve yaklaşan ekonomik fırtına

Alber NASİ Köşe Yazısı
15 Haziran 2016 Çarşamba

Haziran ayına girilirken peşi sıra gelen terörist saldırılar tüm dünyayı derinden sarsmaya devam ediyor. Önce İstanbul, sonra Tel Aviv’de, en son olarak da Orlando’da meydana gelen saldırılar dünyada terörün her geçen gün gündelik yaşamın parçası haline geldiğinin üzücü ama gerçek bir göstergesi.

Tüm bu saldırıların gölgesinde, halen Paris’te gerçekleşen ve yüzden fazla sivilin hayatını kaybetmesine yol açan terör saldırılarının yarattığı şoku atlatamamış Fransa’da Avrupa Futbol Şampiyonası başladı. Şampiyonanın başlamasıyla beraber başta havayolları çalışanları olmak üzere Fransızlar greve gitmeyi tercih etti. Sebep ise tahmin edileceği üzerine güvenlik.

Orlando’da gece kulübüne gerçekleştirilen ve IŞİD tarafından üstlenilen saldırının ardından, bu psikolojiyle Fransızların turnuvayı tamamen iptal etmesi, hatta seyircisiz oynatması bile mümkün. IŞİD’in gerçekleştirdiği saldırılarda genellikle yerel teröristlerden yararlanması teröristleri tespitte oldukça büyük güçlük yaratıyor.

Daha da tehlikelisi, özellikle Avrupa’da ve Amerika’da IŞİD’in eylemleri ister istemez dikkatleri Müslüman azınlığın üzerine çekiyor. IŞİD yaptığı eylemlerle bilerek toplumlar içinde ayrılık ve bölünme yaratmaya çalışıyor ve başarılı oluyor. Avrupa’da sağ partilerin gittikçe yükselmesi bunun bir örneği.

Önümüzdeki günlerde, özellikle de ABD’de terörist saldırıların artması, aşırı söylemleriyle bilinen Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı Donald Trump’ın işine yarıyor. Terörist saldırılar halkı demokratik yaklaşımlardan uzaklaştırarak faşizan söylemleri desteklemeye yönlendirebiliyor. Trump seçim günü bir şekilde halkı oy vermeye sandık başına gitmeye ikna ederse, seçimi kesin kazanır diye düşünüyorum. ABD’de oy verme oranı geleneksel olarak yaklaşık yüzde 50 oranında. Demokrat Parti adaylarının pek de heyecan verici olmadığı göz önüne alındığında ekstradan sandık başına gidecek her seçmenin Trump’ın hanesine oy olacağını tahmin etmek mümkün.

Terörün kana buladığı 2016 yılının haziran ayında dünyayı derinden değiştirebilecek önemli bir gündem maddesi daha var. Büyük Britanya’nın AB’den ayrılmasının oylanması Brexit, 26 Haziran’da yapılacak. Yunanistan’ın Avrupa Birliği’nden çıkmasını göze alamayan ve olmayacak koşullarla bu ülkeyi içerde tutan AB’nin Büyük Britanya’nın çıkması halinde ne duruma düşeceğini kestirmek mümkün değil. Oluşabilecek ekonomik fırtınanın kimi nasıl vuracağı ve gücü de tahmin edilemiyor.

AB’nin desteğiyle ‘Birleşik’ kalmayı zor da olsa beceren Büyük Britanya’nın dağılması gündeme gelebileceği gibi, zaten eşit olmayan ve hiçbir zaman eşit olamayacak ortakların meydana getirdiği AB de dağılabilir. Britanya’nın çıkması halinde çok sayıda çokuluslu şirketin merkezlerini Londra’dan kıta Avrupa’sına kaydıracağı muhakkak. Ancak Londra’da çalışan çok sayıda, özellikle Doğu Avrupalının, durumunun ne olacağı merak konusu. Pound’un ve Euro’nun ne seviyelere geleceğini bilmek ise şimdiden kesinlikle mümkün değil. Zaten Pound’un hızla değer kaybı, Brexit sonucunun çıkmasının son derece olası olduğunun göstergesi.

Tüm bu gelişmelerin gölgesinde ABD Merkez Bankası FED, tarım dışı istihdam verisini bahane ederek faiz arttırma kararını bir kez daha erteledi. Başkan Yellen zarif hareketlerle ve söylemlerle halen piyasayı yönlendirmeye devam ediyor. Aslına bakılırsa, AB’nin parasal genişlemesini uzattığı ve faizleri negatif çektiği, Japon Merkez Bankası’nın faizleri negatifte tutmaya devam ettiği bir ortamda ABD Merkez Bankası’nın faizleri sabit tutması bile bir anlamda faiz artışı anlamına gelir. Ancak ABD ekonomisi büyürken ve enflasyon istenen seviyelere gelirken ABD Merkez Bankası faizleri daha ne kadar bugünkü seviyelerde tutabilir? Hiç şüphesiz FED’in faiz arttırmaması Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için büyük fırsat niteliğinde. Bittiği sanılan/varsayılan sıcak para, en azından bir süre daha gelişmekte olan ülkelere akmaya devam eder böylelikle.