A-7713 Elie Wiesel

15 yaşında ölüm yürüyüşünde hayatta kalmak için korkunç bir mücadele verirken çok sevdiği yaşlı din adamının yanı başında ölümünden sonra Elie Wiesel’in dudaklarından hiç unutamayacağı bir dua süzülecekti: “Tanrım, Eliahou’nun oğlunun yaptığını benim yapmamam için bana güç ver...”

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
13 Temmuz 2016 Çarşamba

1945’in Ocak ayının en şiddetli soğuğunun ve karının olduğu karanlık bir gecede Avrupalı Yahudiler Auschwitz’den Buchenwald’a doğru ‘ölüm yürüyüşü’nde yolda çoğu telef olmasına rağmen yürümeye çalışıyorlardı.

Macar din adamı Rabbi Eliahou oğluyla birlikte cehennemvari yolda yürümeye çalışırken yanında olan Auschwitz arkadaşı genç Eliezer’e oğlunu göremediğini söyler ve eğer ölmüşse cesedini bulmasına yardımcı olmasını ister. Oysaki oğlu hasta babasının yalpalayarak yürüdüğünü gördüğünde onunla birlikte olmasının ikisinin de ölümüyle sonuçlanacağını bildiği için hayatının kararını verir ve babasını arkasında bırakarak hızla yürüyüşüne devam eder. Eliahou birkaç saat sonra donarak ölür. İnançlı genç Eliezer’den ise, yürümeye devam ederken dudaklarından hayatı boyunca hatırlayacağı bir dua süzülür. “Tanrım” der , “Eliahou’nun oğlunun yaptığını benim yapmamam için bana güç ver…”

Eliezer, nam-ı diğer, Elie Wiesel 15 yaşındayken yaşadığı bu acı sahneyi 4 ay sonra başka bir boyutta kendisi yaşayacaktı. Babası Shlomo ile Buchenwald’a sağ vaziyette ulaştıklarında babası dizanteri hastasıdır. Barakada bir gece susuzluğa isyan edip bağırınca SS askerleri onu öldüresiye döverler. Üst ranzada yatan Eliezer karşı çıkması halinde kendisini de döveceklerini bildiği için susmak zorunda kalır. Shlomo’nun ağzından çıkan son sözcük, “Eliezer” olur, sabaha karşı hayata veda eder. Rabi Eliahou’nun olayındaki bilinçaltı Eliezer’in kendi babasının ölümünde ortaya çıkar. Büyük bir çöküntü yaşar ama artık gözyaşı bile dökemez. Bir anlamda, artık en zayıf halkasından kurtulmuştur.

***

Holokost’un en önemli tanığı, en büyük hafızası, 70 küsur yıl önce Auschwitz cehenneminde insanın insana yapabileceği korkunç gaddarlıkların şahidi, A-7713 dövme kimlikli Eliezer, yani Elie Wiesel, geride büyük bir Holokost külliyatı bırakarak geçenlerde hayata gözlerini yumduğunda bizler de bu benzersiz zulmün hafızalarımızdaki yankısıyla birlikte uğurladık onu bilinmeyene.

Auschwitz ve sonra da Buchenwald’dan kurtulduktan tam 10 yıl sonra ölüm kamplarındaki anılarını kaleme aldığı, ‘Gece’ de anlattıkları insan onurunun onarılmaz şekildeki tahribatının manifestosuydu adeta.

Burada ne baba, ne kardeş, ne arkadaş vardı. Burada herkes kendisi için yaşıyor, kendisi için ölüyordu’ tasviri Şeytan’ın dünyasının en açık sözlerle resmini gösteriyordu. Bebeklerin tek kurşunla öldürülüp fırınlara atılmasını, çocukların asılmasını, yaşlıların dövülerek öldürülmesini gören gözler Cehennemi de görmüş olacaktı tabiatıyla. Ve bu noktada, Auschwitz’e gelene değin Tanrı ve Talmud ile iç içe yaşayan Wiesel yıkılacak ve çok sevdiği Tanrı’sını sorgulamaya, “Neden sessiz kaldın Tanrım?” iç sesiyle yaşamaya başlayacaktı. Bir gün kampta küçük bir çocuğun ibret-i alem için asıldığını seyretmek zorunda bırakıldıklarında etrafındakilerin, “Tanrım neredesin?” yakarışına cevaben, içinden gelen ses ona “O burada kendini asıyor” diyecekti, anılarında yazdığı üzere. Tanrı’ya inancını yine de kaybetmeyecekti sonraki hayatında ama mutlak adaletini sürekli sorgulayacaktı da.

Elie Wiesel cehennemi gördükten sonra gazeteci olarak ilk önce Fransa’yı, daha sonra sadece ABD’yi seçecekti. İsrail’i hiç düşünmeyecekti yerleşmek için. Ancak İsrail’i de hiç eleştirmeyecekti hayatı boyunca. “Orada yaşamayanların eleştirme hakları olmadığına inanıyorum” demişti bir röportajında. Zira İsrail’i, Holokost’tu gören biri olarak, ne pahasına olursa olsun korunması gereken, Yahudiler için sığınabilecek bir liman olarak algılayacaktı.

1986 yılında aldığı Nobel Barış Ödülü töreninde İsrail’e dokundurmadan Filistinlilerin mağduriyetinden bahsetmiş ama onları yönetenleri suçlamıştı. İsrail onun için hep dokunulmaz kalacaktı hayatının son gününe kadar.

Nobel ödülünü, gerek eserlerinde, gerek konuşmalarında insanoğlunun kayıtsızlığını ve duyarsızlığını ön plana çıkardığı için almıştı. “Sevgi ve aşkın karşıtı nefret değil, kayıtsızlıktır” diyecekti bir üniversite konuşmasında. Dünyada acı çeken, soykırıma uğrayan halklar için, Bosnalı Müslümanlardan, Güney Afrikalı siyahilere, Arjantinli Desaparecidoslar’a kadar, çığlığıyla zulme uğramış insanlar için insanlığı uyandırmaya çalışacaktı.

Şöyle bir yemin de edecekti: “Nerede olursa olsunlar acı çeken, aşağılanan ve soykırıma uğrayan halklar için sessiz kalmayacağıma yemin ederim. Taraf olmak zorundayız. Tarafsızlık zalime yarar, kurbana yaramaz. Sessizlik sadece Kötü’ye cesaret verir.”

Bu sese kulak veren var mı bugün?

Elie Wiesel cehennemi görüp hayatta kalan ve ‘Kötü’ ile mücadelesine ölümüne kadar devam eden çok özel bir entelektüel olarak tarihe geçecekti.

George Clooney’nin dediği gibi, “Acımızı, suçumuzu ve sorumluluklarımızı tüm nesiller adına omzunda taşıyan bir şampiyondu,” Elie Wiesel.