Karlar altında bir ateş

Dalia MAYA Köşe Yazısı
30 Ocak 2019 Çarşamba

Hayallerini unutanlara ithaf edilmiştir.

Yolculuk! Bu bir yolculuktu. Ama bu yolculuk nereye götürecekti onu? Bilmiyordu. Tek bildiği onu ilk gördüğü anda yüreğine bir ateş parçası gibi ışıldadığı, yok yok yüreğinde bir kamp ateşi yaktığı hatta yüreğinin bir kamp ateşine dönüştüğü idi. Onunla ne yapabilirdi? Bilmiyordu.

Onu orada, o ilk gördüğü yerde bırakacak mıydı? Bırakmalı mıydı? Bilmiyordu. 

Arkasını dönüp yoluna devam etti. Gününü geçirdi. Her zamanki, sıradan günlerden biriydi. Sıradan mıydı gerçekten? Bu ateş sıradan bir ateş olabilir miydi? Her zamanki işlerini yaptı. Arkadaşları ile buluştu. Sohbetler, kahveler, sergi gezmeleri... Unutmuş gibi yaptı. Öyle güzel duruyordu ki zaten olduğu yerde! Oraya başka bir diyardan gelmiş gibiydi ama yine de yerini bulmuş gibiydi. Hem gidesi vardı, hem kalası. Üstelik orada daha çok kişinin bakışını çekebilir, daha çoklarına göz kırpabilir, kim bilir daha kimlerin yüreğine o ateşi düşürebilirdi.

Günler sonra, bir daha gördü onu. Aynı ateş parçası geldi kondu yüreğine. Hani dağlıyormuş gibi değil de, daha çok içindeki tohumunu hareketlendirmek üzere gelip yerleşmişti yüreğine. Oysa hâlâ bilmiyordu onunla ne yapabileceğini. Döndü gitti yine. Unutmadı bu sefer. Onun bir gün kendisine geleceğini tüm varlığıyla bilerek gitti. Bir hikâyenin ilk cümlesi gibiydi insanın ilk hisleri. Nasıl ilk cümle tüm hikâyeyi içerirse, ilk hisler de tüm yaşanacakları içerir. Tohum gibidir ilk cümleler. İlk hisler de öyledir. Gizemli bir şekilde tüm gerçekliğe işaret eder. Tohum sağlıklı ise yaratı sağlıklı olur, çürükse... 

Sağlıklı idi bu ateş. Günü geldiğinde onu aşkla alıp evine götürecekti. O gün onunla ne yapacağını da biliyor olacaktı. Bir simit tablası idi o. Şimdilerde yerine tepsi kullandıkları için unuttuğumuz simit tablası. Ama sanatçının aşkıyla bezenmişti. Rengarenk boncuk ve püsküllerle süslenmiş, farklı dergilerden kesilip gelen içinde nice nice hikayeler saklayan bir kolaj çalışmasıyla yeni kimliğini bulmuş bir eserdi. 

O çalışmayla üçüncü karşılaştığında, artık, biliyordu. Tohum yaratıya geçmişti. Yüreği ile bir atıyordu. Tüm o renklerin içinde, uzaktan çağırıyordu; uzaklara çağırıyordu. Uzaklara gitmeyi, gitme arzusunu fişekliyordu. Bir şenlik ateşi idi o eserin taşıdığı enerji. Hayallerini gerçekleştirmeye bir davet. Aldı onu evine getirdi. Her kapıdan girdiğinde ona hatırlatsın diye hemen girişe astı. Evin havası değişti birden. Bir kalabalık coşku doluşmuştu son yıllarda giderek yalnızlaşan evine.

Kars” demişti Tarık Cengiz, “Daha önce hiç gitmedim fakat kendimi mart ayında donmuş ve bembeyaz olan Çıldır Gölünde rengârenk boncuk ve püsküllerle süslenmiş atların çektikleri kızaklarda otururken, dondurucu soğuğa aldırmadan o anı yaşadığımı defalarca hayal ettim ve hissettim. Bu tasarımımın adı Kars. Buz üstünde süzülen atların estetiği, azmi, dayanıklılığı, zarifliği ve taşıdıkları renkler ise Kars’ı hazırlarken ilham kaynaklarımdı.”

Bilmiyordu o ana kadar. İdrak da etmemişti aslında. Oysa çok değil, daha birkaç yıl önce gitmişti Kars’a. O atlara sarılmış, o kızaklarda kaymıştı. Kaybolmuştu Kars’ta. Bunu da sanatçı bilmiyordu. Çıldır Gölünün buzunda değil ama bin bir kilise şehri Ani’de kaybolmuştu! Muhteşem bir kayboluştu bu! Zamanın ve mekanın yok olduğu... Her şeyin yok olduğu... Ve kendisinin her şeyle bir olduğu bir an!!! O kadar ki, gezinin rehberi yanına yanaşıp “haydi” demişti, “gidiyoruz”. Ona dedi mi yoksa sadece düşündü mü ama “yok, beni burada bırak, henüz tamamlanmadım, yarın gelip alırsın.” Tabi ki bırakmadı o dağ başında rehberi onu. Ama kaybolduğu ve özünü bulduğu andı o an! Zincirlerinden kurtulduğu, zincirleri gitmiş ama onu o toprağa bağlayanmış meğer, o olmadan dünyaya nasıl dönerimi düşündüğü sonra da hepsinin iradesinin aslında kendisinde olduğunu anladığı an! Geri dönüp baktığında hayatını ve kendisini geri kazandığı an! Sonrasında Çıldır Gölünde rengarenk püskülleri ile süslenmiş atların çektikleri kızaklarda buz üstünde süzülen atların estetiğini bilmem ama, azmi ve dayanıklılığı biraz da ona geçmişti.  

Eserin adını bilmezken bile özüne çağırmıştı Kars onu. Fakat şimdi, Kars kaybolmanın ve özgürleşmenin değil, dünya ile bütünleşmenin yeni bir heyecanını sunuyordu ona. Unutmaması için. Çıktığı yolda biraz da tembelleştiği, rehavete, durağanlığa düştüğü için bu sefer de hayallerine doğru yürümekte olduğunu hatırlatmıştı Kars ona. Yeniden çıkmalıydı yola. Yol yaratıcılığın yoluydu. İzin vermeliydi akışa… Bırakmalıydı Kars’ın karlar altındaki ateşi aksın damarlarında.  Yolculuğunu, hayallerini hatırlamıştı Kars’la… Şimdi, yeniden ve bir daha unutmamak üzere.

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün