Seç seçebilirsen…

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
20 Mart 2019 Çarşamba

Yerel seçimler 30 büyükşehir belediyesi, 51 il belediyesi, 922 ilçe, 32 bin 105 mahalle, 18 bin 306 köyde yapılacak. Tabii ilçe belediye adaylarında kadınların ve gençlerin her zamanki gibi esamesi okunuyor. Mümkün oldukça seyrek olmasına siyasi partilerin tümü tarafından özellikle dikkat edilmiş gibi. Bu ihtiraslı insanlar topluluğundan kendimize uygun gelenleri tabiidir ki seçeceğiz. Müthiş vaatler, hedefler, dilekler havalarda uçuşuyor. Tabiidir ki Amerika’yı yeniden keşfedemeyeceğimize göre yapılabilecekler belirli; altı üstü yollar, çöpler, esnaf denetimi, inşaatların denetlenmesi ve benzeri amaçları olan belediye başkanları ve ekipleri umuyorum başaracaklar bu işi yani en azından ilçelerinde aday gösterebilmek için çalıştıkları kadar çalışsalar yapamayacakları, başaramayacakları proje yok zaten. Yazım yayınlandıktan on gün sonra belediyelerin kimler tarafından yönetileceği belli olacak. Ama Osmanlı dedelerimiz bu işleri yürütmekte pek çok sorumluluğu ‘kadılar’a bırakmıştı. Şimdiki anlayışımıza göre bakıldığında kadı hem belediye başkanı, hem kadı ve hem de devleti temsil eden vali pozisyonlarındaydı.

İstanbul dört kadılığa ayrılmıştı: İstanbul, Üsküdar, Galata ve Eyüp olmak üzere ve öncelikle Sadrazam’a sonra da Şeyhülislam’a bağlı olan kadılıklar ise semtlere ve mahallelere bölünmüşlerdi; semtlerde yani şimdinin ilçelerinde kadı naibi, mahallelerde ise imamlar duruma hâkimdi. Öyle şimdiki gibi her mahalleye muhtar; her ilçeye belediye başkanı, siyasi partiler gibi kurumsal yapıların olmadığı bir dünyada başlıca toplanma mekânı olan çarşı pazarı denetleyen kadılar fiyatları belirler, loncaları düzenler, temizliği düzeni sağlar, inşaatları denetlerdi. Gayrimüslim mahallelerde ise cemaatin dini liderleri, ticaret bölgelerinde lonca reisleri imamların yerini alırdı. Klasik Osmanlı sisteminde, modern belediye örgütlenmelerinin tersine temel belediye hizmetleri bölge sakinleri tarafından yerine getirilir, ancak kent yönetimi tarafından denetlenirdi. Ayrıca belediye tüzük ve yönetmelikleri tamamen yasalaşmamıştı ve çoğu kez fermanlar’ adli hükümler’ adet ve gelenekler gibi yazılı ya da yazılı olmayan çok çeşitli kaynaklara dayanırdı.

Tanzimat Fermanı ile birlikte yani 1839’dan sonra ise Tanzimat’ın ruhuna uygun olarak kanunlar getirilmiş; merkeziyetçi bir yönetim kurulmasına karar verilerek merkeze bağlı kamu görevlileri ile hiyerarşik bir yapı getirildi. Mesela idari yetkiler kadılardan alındı nezaretlere yani her konuda uzmanlaşmış bürokratların oluşturduğu memurlardan oluşan şimdiki anlamıyla ‘daireler’e verildi. Kırım Savaşı’ndan sonra l855’te, Fransız modelinin, yani ‘prefecture de la ville’in doğrudan bir çevirisi olan şehremaneti makamı yaratıldı. Çünkü artık buralarda yaşayan Fransız, İngiliz ve İtalyanların talepleriydi ama başarısız oldular. Çünkü yeni kent yönetiminin bütçesi yoktu; atlar ve arabalardan alınan vergi ve merkezi hükümet tarafından verilen paralar yetmiyordu.

Zamanın resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’de 1857’de yayınlanan bir raporda, Pera, Galata ve Tophane’yi kapsayan Altıncı Daire-i Belediye’nin oluşturulduğu ve kent reformunda pilot bölge olarak seçildiği bildirildi. Ergin’e göre ‘Her şeye yukarıda sözü edilen diğer bölgelerde [Galata’nın dışındaki 13 bölgede] başlamak mugalata olacağından, ayrıca Altıncı Daire’de birçok değerli emlak ve bina bulunduğundan ve ayrıca bu bölgede ikamet edenler bu gibi düzenlemeleri başka memleketlerde görmüş olup, kıymetini bildiklerinden, ıslahat programı önce Altıncı Daire’de uygulanacakur.’ Altıncı Daire’yi sadrazamın atadığı bir müdür ve hükümetin atadığı yedi üyeden oluşan bir meclis yönetecekti. Bu meclisin üç üyesi her altı ayda bir değişecekti. Bu meclise seçilme koşulu olarak adayın Altıncı Daire sınırları dahilinde en az 100 bin kuruş değerinde emlak sahibi olması ve en az on yıldır İstanbul’da ikamet ediyor olması gerekiyordu. Meclisin asli üyelerine ek olarak, Babıali, dört yabancı danışman atayacaktı. Bu danışmanların belediye konularında malumat sahibi, ayrıca en az 200 bin kuruş değerinde emlak sahibi ve İstanbul’da on yıl süreyle ikamet etmiş olmaları gerekiyordu. 1870 Pera yangınından sonra kâgir bina yapmak zorunlu oldu. Sokakların aydınlatılması ve temizlenmesi, çöp toplama gibi hizmetler Pera’nın ana sokaklarında yaşayanlara yaradı ama Taksim’in dere yataklarında, Kasımpaşa’da, Pangaltı’nın arka sokaklarında yaşayan fakir Rum, Ermeni ve Türk ahali bu hizmetlerden faydalanamadılar. Rosenthal’e göre tanınan öncelikler açıkça gösteriyordu ki amaç kent hizmetlerinin demokratik bir biçimde dağıtılmasından çok Avrupalılara sunulmasıydı.

1878 ile 1908 arasında kent bürokrasisinde de çağdaşlaşmaya doğru adımlar atıldı ama radikal çözümler getirme çabalarında çok da başarılı olamadı çünkü yüz yüze insan ilişkilerine dayanmayan ama iyi tanımlanmamış olan yetkilerinin ne olduğunu tam olarak bilmeyen kurumların, yüzyıllardır yüz yüze ilişkilere dayalı olarak görev yapan yerel kadı naiplerinin yerlerini alması sorunları çözemedi.

Uzun lafın kısası şehirlerin yönetimleri, yönetim şekilleri zamanla değişti, insanlar değişti, çağlar değişti… Günümüzde bireysel olarak üzerinde sıfıra yakın kontrolümüzün olduğu politik sistemler içinde yaşamaktan başka yapabileceğimiz tek şey İstanbul’u dinlemek gözlerimiz kapalı ve zamanı geldiğinde kayıtlı olduğumuz sandıkta oyumuzu kullanmak. Hayırlısı artık, rastgele…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün